Hallacı Mansur
rana
HÜSEYİN B. MANSUR’UN HAYATI
Hüseyin b. Mansur el-bayzavi, tasavvufa dair eserler müellifi olup, türklerin islam dinini kabullerinde tesiri görülen dini ve ictimai bir hareketin başıdır (farsçada olduğu gibi, türkçede Mansur adı ile marufdur). Hüseyin b. Mansur, hicret’in 244 (M. 857) yılına doğru, Sibavayh’in vatanı el-Bayza civarında Tur’da doğmuştur; bunun da, Sibavayh gibi, Balharislerin azadlılarından biri olması muhtemeldir. Büyük babası Mahamma adında bir zerdüştidir; sonraları buna, eshabdan Abu Ayyub’un (ana tarafindan?) neslinden sayılarak, Ansar’i denilmiştir.
Hüseyin b. Mansur, Vasit’ta, Tustar’de ve siyahi kölelerin Zenca isyani sebebinden karışıklığa uğrayan Basra’da arap şehir muhiti içinde yetişti ve Basra’da Bani Mucasi (Tamim kabilesin den)’nin azadlılarından muteber bir aileye mensup Umm el-Hüseyin Karnaba’iya ile evlendi. Pek genç yaşında süfilerden Sahl Tustari (Salimiye fırkasının müessisidir) ile Amr Makki (Cidde kadısı iken, ölmüştür)’nin yanlarında kendisini tasavvufa verdi; pek sıkı ve şiddetli bir riyazet ve itikaf hayatına kapandı ki, bu hayat tarzı, bir müddet sonra, vaaz ve irşad seyahatleri ile, fasılalara uğramıştır. Hüseyin b. Mansur, üç defa Mekke’ye hacca gitti ve bu arada, süfilik hırkasından tecerrüd ederek, Ahvaz’da, İsfahan’da, Kumm’da ve Horasan eyaletinde halka muhabbetullahı vaaz etmeğe koyuldu; sonra asker kiyafetine girerek ve kürt ile türk neslinden büyük askeri rüesadan muhakkak surette muavenet görerek, islam serhadlerindeki rıbatlara, hatta daha uzaklara, Keşmir’deki put-perest hindüları ve Ma Şin’deki türkleri müslüman etmek için, Hoten ve Turfan’a kadar, gönüllü bir mücahid gibi, gitti.
Üçüncü haccı sırasında, hicret’in 288 (M. 900) senesi, Arafat’ta vakfede iken, kendisinin tezlil edilmesini ve nefsine azap olunmasını halktan alenen talep etti. Abbas’i halife Mutazidd’in ölümünden evvel, Bağdad’a giderek, şehir sokak ve pazarlarında şeriat ahkamına göre, haccda kesilen hayvanlar gibi kurban edilerek, bütün müslümanlar uğruna feda-i canı istemek gibi, garip bir arzuyu bağıra-bağıra açığa vurmak için, orada yerleşti. Hüseyin b. Mansur, caminin içinde cemaate hitap ederek: «Allah benim kanımı sizlere helal etti, beni katlediniz; beni öldürmek müslümanlara farz olmuştur; imdi hakiki bir din mücahidi gibi, hareket edin; beni katlederek, Allah yolunun hakiki mücahidleri olun ki, ben de şehid olarak öleyim,» diye bağırdı; başka bir gün de: «Ana’l-Hakk ( Hakk benim )» diye bağırmıştı; bu feryadı bir ihtilal ve keşif sayhası, Kur’an’daki şayha bi’l-hakk (L, 42)’ın maadi bir tecellisi gibi, meşhur oldu.
Hüseyin b. Mansur, hayatını feda etmek bahasına olan halktan bu cüretkarane siyaset talebi, onu bir taraftan zahiriye kadısı İbn Davud’un, şi’i Bani Navbaht hizbinin ve mütezile kelam alimi Abu Ali Cubbai’nin şehit düşmanlıklarına maruz kıldığı halde, diğer taraftan da kendisine (şafi’i kadısı İbn Surayc gibi) müdafiler, hatta devlet memurları, askeri rüesa arasından Hüseyin b. Hamdan ve hukümete karşı hanbeli kıyamının mürettibi İbn Mutazz (h.296=m.908) gibi tarafdarlar kazandırdı. Hanbeli kıyamı muvaffak olmadığı için, Hüseyin b. Mansur Ahvaz’a kadar takip ve nihayet hicret’in 301 (M.913) senesi Sus’ta tevkif edildi; kadı İbn Suraye’in reyi ve Hüseyin b. Mansur’un eski hamisi vüzeradan Hamd Kunnai’nin şefaati ile, vezir Ali b. İsa Kunnai Hüseyin b. Mansur’un siyaset meydanında üç defa teşhir edildikten sonra, hapse konulmasını kafi gördü.
Hüseyin b. Mansur, hapiste kaldığı sekiz sene zarfında, Hüseyin b. Mansur’un dini nufuzu Bağdad’da mütemadiyen büyüdü ve hilafet makamına mahsus olmak üzere, Hz. Muhammed’in risaleti hakkındaki Ta sin al-sirac (Fayyaz – ölm. 288 -‘in ‘ayniya ‘ulya’iya tezini reddeden Muhammediya siddikiya tezi)’ını ve İblis’in vazifesi hakkında ki (vezir Hamid’in dostu şi’i Şalmagani’nin ikilik esasına dayanan tezini reddetmek için) Ta sin al-azal ‘ini yazmağa mecbur oldu. Sonradan maliye tahsildarı olan eski sufi Avarici tarafından, rais al-kurra İbn Mucahid’e düzme kerametler gösteren bir sahtekar diye ihbar olunan Hüseyin b. Mansur mahkemeye verildi ve ilham akidesi hakkındaki sözleri, Allah aşkı uğruna kurban nazariyesi ve beden kabesinin tahribi şekIindeki remzi ifadesi harfiyen tefsir edilmek suretiyle, mahkum edildi; bundan karmatilerin Hicaz’daki isyanları neticesinde, Kabe’nin gerçekten tahribi ve haccın ilgası manası çıkarıldı.
Diğer tanaftan vezir Hamid ile baş-kumandan Munis, Hüseyin b. Mansur taraftarlarını teslim etmekten imtina eden Horasan Samanileri (Saman, hudat adlı bir şahsın soyundan gelen iranlı sülale) ile münasebeti kesmek ve Bağdad’da buğday muhtekirlerine karşı ayaklanmış olan hanbeli halk kıyamını bastırmak hususunda anlaşmış bulundukları için, Hüseyin b. Mansur hakkındaki hukmü tacil ettirdiler. Başmabeyinci Nasr’ın ve kendi anası Şagab’ın şefaatlerine rağmen, Abbas’i halife Muktadir, vezir Hamid tarafından, maliki kadısı Abu Ömer Hammadi’den alınan katil fetvasını tasdik etti. Hüseyin b. Mansur kamçılanmak, vucudu parça-parça edilmek, dar ağacına asılarak, teşhir olunmak, kafası kesilmek ve yakılmak suretiyle, hicret’in 24 zilkade 309 (M. 25 mart 922) günü idam edildi.
Hüseyin b. Mansur’un idam hukmü icra edilirken, büyük bir halk kütlesi: – Allahu ekber – diye bağıriyor ve şühud yani muvazzaf şehitler hukmü imzalamış olan 84 kişi namına: «Hüseyin b. Mansur’ın idamı, islamın selametidir, kanı bizim boynumuza olsun» diyorlardı. Ertesi seneden itibaren Kahire şuhudunun reisi olan İbn Haddad Bağdad’da İbn Suraye’in tilmizieri (vakf Dalac) nezdinde Hüseyin b. Mansur’un idamından bir gün evvel takrir etmiş oIduğu bir nevi manevi vasiyetnamesinin pek güzel olan metnini ele geçirdi.
Hüseyin b. Mansur’dan, mevsuk olarak, 6 mektup (ikisi onun uğuruna kendisini öldürtmüş olan İbn Ata’ya ve biri Şakir b. Ahmed’e hitap etmektedir), tasavvufa dair 350 kadar vecize (Ruzbahan Bakli ve Sulami mecmuaları zeyli), vaazlarına dair 74 hulasa (Ahbär al-Hallac, yk. bk.), 8o parça manzume (Journal Asiatique, Paris, 1931, ayrı baski), 2 mensur mecmua, 290 senesinden evvele ait 27 rivayet (Fars eyaletinde yazılmıştır) ve 11 tavasin (Paris, 1912 ) kaImıştır.
Hüseyin b. Mansur için bir çok makamlar vucuda getirilmiştir; Bağdad’da maslib (asıldığı yer )’i üzeninde (H. 437 ile 581 arasinda); Musul’da, Laliş’te; Muhammed Bandar (Madras yanında)’de. Bektaşi ayinIerine pek eski şekilde bir Mansur fütüvvesi (yiğitIik) ayini karışmıştır ki, buna dar-i Mansur (yani Mansur’un dar ağacı) adı verilir; yezidiler Mansur’u İblis’in bir hadimi olmak üzere, som bakırdan bir tavus (sancak) şeklinde süretlendirirler. Mevleviler musiki aletlerinden birine, onun adına izafet ile, ney-i Mansur isinini vermişIerdir. Bihzad Mansur’un başından geçenleri Herat’ta, bir seri minyatür ile, tasvir etmiştir.
Hüseyin b. Mansur’a ait isIami menkulatın isnad silsileleri neşrediImiştir. Bu isnadlar çağdaş olan 117 şehitten başIar ki, bunlanrın 26’sı kendisinin hasmıdır; bu rakam, Bağdad’da eserieni hicret’in 656 (M. 1258) senesine kadar memnu olup, tekfir cezasına uğramış bir şahsa aidiyeti bakımından, dikkate değer derecede yüksektir. Hüseyin b. Mansur’a hasım o!an nakiller şunlara aittir: zahiniye fakihleri, İbn Davud, İbn Hazm, Kahire Kamiliya daruIhadisinin rnüessisi İbn Dihiya Kalbi. Bu darülhadiste sonraları Kutb KastaIIani derslerinde Hüseyin b. Mansur’u islamda yunan felsefesinin ilk saIiki diye tavsif edecektir ki, bu nazariyeyi İbn Taymiya de kabul ve teyit etmiştir. Bunlardan sonra, kurra (Kur’an okuyucular, İbn Mucahid’den Zahabi’ye kadar), Mutezile gramer alimleri ( Maarri, A. Y. Kazvini), aşariye keIamcılarından bazıIarı (BakilIani, A. I. İsfaraini, Cuvayni); bunlar deccalı , bu mel’unu idam ettirmiş olan maliki kadısının gayzına varis olanlardır.
Şi’ilre gelince, bunların bir şi’a rafızisi addedilen Hüseyin b. Mansur hakkındaki muannidane gayizları Büveyhiler devrinde Tanuhi gibi müelliflerin yazıları ile devam etmiş ve Bağdad’da Mufid ve Tusi’nin yazıları da kürt ve türk askeri asilerinin futuvva ‘lerini ibtal etmiştir; bu asiler mansurların siddikiya (halife Abü Bakr’e bağIılık) esasına sarılarak, Büveyhileri devirmek istiyorlardı.
Hüseyin b. Mansur’a taraftar olan nakiller şunIara aittir: İbn Suraye’in (ki Hüseyin b. Mansur’u mahküm etmekten istinkaf etmiştir) tavakkuf (ne lehte ve ne aleyhte huküm vermek) fetvasına tarafdar olan bir kısım şafi’iler; hanbelilerden A. T. Uşşari, İbn AkiI (bu tarafdarlığından dolayi, hicret’in 465 senesinde takibata uğradı) ile İbn Mukarrab (ölm. 563), Bağdad süfileri arasında Hüseyin b. Mansur’un dostu ŞibIi’nin gizli tilzimleri, hususiyle Zavzani ribatındakiler ve bunlar vasıtası ile, tarikatin muahhar müridleri (zikr Mansur; Tavusi, Ucaymi, Sanusi); aşariya kelamcılarından Kuşayri, Gazzali ve Fahr Razi; feylesoflardan Tavhidi, Suhravardi HaIabi, Nasir Tusi (şi’idir), İbn Sab’in ve Şuştari (lehçe şairi). Nasrabazi, İbn Abi ‘I-Hayr, Yüsuf Hamazani ve Hakim Sanai’nin mensüp oIduğu Horasan mutasavvıfları kolu acem şiirinde Mansur’un edebi kudsiyet mertebesine yükselmesine himmet ettiler ve Farid Attar’ın eseri Mansur’un şanını her bakımdan ila eden hakiki bir abide oldu.
İşte bu eser vasıtası iledir ki, türk kavmi, Türkistan’da islam mukadderatı ile uyuşup kaynaşırken, Mansur menkıbesini öğrendi ve bu menkıbe ona, Hoca Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Nesimi ve hususiyle Lamii, Muridi (ve Ahmedi) ve Niyazi Misri taraftarından terennüm edilen ideal bir güzellik ve kudsiyet örneği verdi. Şu nokta dikkate şayandır ki, Abbasi halifelerinin makarrı olan Bağdad’da SelçukIu türk saltanatının taht kurması şafi’i fakihleri içinde yegane vezir hem de Mansur fırkasına mensüp vezir olan İbn Muslima (öIm. 450 = 1058) tarafından tasavvur edilerek, hakikat sahasına çıkarıImıştır; tıpkı papanın eIçisi Mayence baş piskoposu Boniface’ın Fransa’da Carolingiens hanedanının ilk hukümdarına tac giydirmesi gibi.
Hüseyin b. Mansur’un siması, rafıziler hakkında kitap yazanlar tarafından, birbinini tutmaz şekillerde tagyir edilmiştir: onu şeriat ve kanun tanımazlık (iskät al-vasä’it), hulul tarafdarlığı, vahdaniyecilik (ayn al-cam, vahdat al.vucud) ile itham edenler vardır. «Mutasavvıf şairler ise, Hüseyin b. Mansur hakkında keşif cengelistanının arslanı , cihad-i mukaddeste Allah tarafından öldürülen mücahid , okunu isabet ettirinceye kadar Allah’a tevcih etmekten vazgeçen marifetli demişIerdir. Onüçüncü asrından itibaren Hüseyin b. Mansur’un şöhreti islam aleminin hudutlarından aşmış olduğunu gösteren deliller vardır; onun vecizelerini ihtiva eden ibranice muhtelif yazmalar mevcuttur; moğul hukümdarlarının saraylarından Nasir Tusi, Kişi, vezir Raşid el-Din, Nikpay, Samnani hep Hüseyin b. Mansur’a hayrandırlar. Avrupalı müsteşrikler arasında Tholuck, Hüseyin b. Mansur’u ittiratsız ve her kesten başka, Kremer vahdet-i vücudeu ve Kazanski ise bir sinir hastası addeder.
Hüseyin b. Mansur hakkında verilecek hukmün isabetli olabilmesi için, bunun risale ve vecizelerinden ziyade, mektuplarına istinad edilmesi gerektir; çağdaşı olan müverrihler, Tabari, Hutabi ve Mesudi kendisi hakkında pek ihtiyatlı bir lisan kullanmışlardır; hilafet makamının resmi evrakı içinde, hicret’in 322 (M. 934) yılına ait bir metin parçasından başka, Hüseyin b. Mansur’a dair bir şey yoktur; nitekim muhakemesi esnasından istievabına ait elimizde bulunan malumat da Sabit İbn Sina (Zenci’nin anlattıkları), Tanuhi (İbn Ayyaş’ın anlattıkları) ve İbn Dihya (kelama dair müellifi mechul bir telif) tarihlerindeki parça-parça hulasalardan ibarettir. Geriye Hüseyin b. Mansur’un üslubu, bed-dua ve inkisarlı mücadele, nizam, cepheden hücum eden ahenkli ve veciz cümleleri kaliyor ki, bunlardan zahir olan da bir tek aşka vakfedilmiş bir ruhi tevettür haletidir.
Kaynak: İbnü’l-Esir (M.1160-1234), El-Kamil, Tarihi, c.8, sa.107-110, B.Y. Barhebraeus, Gregory Abü’L-Farac (M.1225-1286) Abü’L-Farac Tarihi, c.1, sa.250, T.T.K.Y. İslam ansiklopedisi, Leyden tabı, ma.Hallac, M.E.B.Y
Cevap: Hallacı Mansur
BiLaL HaTTaB
İmam Pezdevî’nin sözü ile giriş yapalım:
"Şeriat hakikattir. Hakikat şeriattan başka değildir. Bazı sofilerin ve zikir ehlinin görüşü ise; hakikat, şeriattan ayrı ve başkadır. Bu görüşü benimseyenler evliyayı, enbiyadan üstün kabul edenlerdir. Bunlar: "Peygamberler şeriat ile, veliler hakikat ile amel eder" diyenlerdir. "Şeriat elli dirhemden sadaka vermeyi icabettirir, hakikat ise hepsinin tasadduk edilmesini gerektirir" derler. Bunlara "evliyacılar" adı verilmiştir. Sapık bid’atçilerdir. Bunlar ALLAHu Teala (cc)’nın kitabına ve Resul-i Ekrem (sav)’in sünnetine muhalefet ederler. Batın, gizli ilim iddiasında bulunurlar. Bu kişiler karamıta mezhebine mensupturlar. Gerçek şudur: Bütün hakikatlerin aslı şeriattır (İmam Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi)
Akabinde gelelim Hallac-ı Mansur hakkında farklı bir bakış açısına…
4. yüzyıl tasavvufuna olduğu kadar, sonraki dönem tasavvufunun da odak noktası haline gelebilen; Zerdüşt bir ailenin mensubu olan, samimi bir zahid görünümüyle kendisine her dönemde taraftar bulmakta zorlanmayan Hallac-ı Mansur’un, bir de bu parlak görünümünün arkasında, pek ayrıntılı durulmayan ve çoğu zaman es geçilen bir yönü daha vardır.
Hallac’ı idama götüren mahkeme heyeti, zamanının ünlü bilginlerinden oluşturulur. Bu yönüyle onun mahkemesi, oldu bittiye getirilen formaliteden bir mahkeme niteliği taşımaz. Birçok şahid dinlenir. Hatta Mansur’un yakın arkadaşı ve ünlü sûfî Şiblî de dinlenir. Şiblî, arkadaşını kurtarmak için onun deli olduğunu ileri sürer. Kendisi hakkındaki ithamları da deli olduğu iddiasıyla cevaplar ve yargılanmaktan kurtulur. Ancak; Mansur hakkındaki deli iddiası mahkeme tarafından gerçekçi bulunmaz. Bunun nedeni geçmişteki bazı olaylardır. O dönemde devleti ve toplumu büyük oranda rahatsız eden bir unsur varlığını sürdürmekteydi. Bu, mal ve kadın ortaklığına dayanan ve komün devleti niteliğindeki Karmatî devletidir. Mansur, bu son mahkumiyetinden yıllar önce, bu devletin casusu olduğu kanaatiyle mahkeme edilir ve dokuz yıl hapse mahkum edilir. (Prof. Dr. Macit Fahrî, İslam Felsefesi Tarihi; Alaaddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihangüşa; Ali Mazaherî, Orta Çağda Müslümanların Yaşayışları) Bu sözkonusu mahkumiyetin bitiminden bir müddet sonra ele geçirilen yeni bulgular casusluk iddiasını daha da güçlü kılar ve devam ettiğini gösterir. Bunun üzerine tekrar muhakeme edilir. Zaten bu mahkemenin sonrasında da idamına karar verilir. İdamından sonra da evinde yapılan aramalarda tamamen çözülemeyen, ancak siyasi nitelikli olduğu anlaşılan birçok şifreli mektup bulunur. Sonradan taraftarları tarafından şathları nedeniyle idam edildiği iddiası yaygın bir kanaat olarak ileri sürülmesi nedeniyle, işin gerçek yönü hep göz ardı edilir. Onun idamına neden olan siyasî sebebler üzerinde hiç kimse durmaz. Sözün burasında, Kitabu’t Tavasîn’de geçen bir sözü paylaşmakta da yarar görüyorum: Hallac’ı katleden şeriat değil, politikadır.
Onun şathları nedeniyle idam edildiği kanaati, bir iddia olarak kalmaya mahkumdur. Zira mevcut tarihî belgeler, bunun aksini ispatlar niteliktedir. Zira aynı dönemde pek çok sufî onunkine benzer şathlar ifade etmelerine rağmen, bir zorlukla karşılaşmamışlardır. Şibli örneğinde olduğu gibi, deli oldukları veya benzer mazeretlerle kendilerini kurtarmayı başarmışlardır.
Ayrıca, Karmatîlerle onun arasında bağlantı kurmaya neden olacak başka şeyler de sözkonusudur. Bunlar da genellikle inançlar ile ilgilidir. Karmatîlerde yaygın olarak görülen inançlara Mansur da sahipti ve propagandasını yapmaktaydı. Bunlardan en önemlisi Hulûl ve tenasüh inançlarıydı ki, Mansur’un bunlarla ilgili sözleri, sonradan şath olarak nitelenmiştir. Halbuki bunlar şath olmaktan ziyade, onun sahip olduğu inancın ifadeleri olduğunu daha çok doğrular niteliktedir. Onun hulûl düşüncesiyle ilgili sözlerinden bazılarını aşağıya alacağım ki, bu sözylenenlerin birer şiir şeklinde ifade edilmiş olması, sekr(sarhoşluk) halinde söylenen sözlerden ziyade, bilinçli olarak ifade edilmiş sözler olduğunu gösterir mahiyettedir:
Senin ruhun benim ruhuma, şarabın saf su ile karışması gibi karışmıştır.
Sana herhangi bir şey dokunduğunda, bana da dokunur. Ey Allah’ım, her durumda, sen benimsin.
…
Ben sevdiğim O’yum ve sevdiğim O benim.
Biz bir vücuda sakin iki ruhuz.
Eğer sen beni görürsen O’nu görmüş olursun,
Ve eğer sen O’nu görürsen, ikimizi birlikte görmüş olursun.
…
O yücelikte Ben , Biz , veya Sen yoktur.
Ben , Biz , Sen ve O hep biziz.
Birçok batınî yorumlarla dile getirilen bu ve benzeri sözler, şifreli mektuplarla birlikte Karmatî casusluğunun delilleri olarak görülür ve idamına karar verilir…
Ayrıca; herkes tarafından tartışmasız büyük sufilerden olan ve hatta tasavvufun başkomutanı sayılabilecek bir zat olan Cüneyd-i Bağdadî, Mansur’un hocasıydı ve onun düşünceleri Cüneyd tarafından da hoş karşılanmamıştı. Bu nedenle de onu meclisinden kovmuştu. Halbuki o, başta Cüneyd’in seçkin öğrencilerindendi ve Cüneyd ona kendi elleriyle tasavvufun simgesi olan hırkasını giydirmişti. Üstelik sadece Cüneyd değil, daha birçok sufi Mansur’la ilişkisini kesmiş, Mansur da bunun üzerine uzun süre İran taraflarına gidip gözden uzak kalmayı tercih etmişti.
Ayrıca; Şeyh Ebu Abdurrahman es-Sülemî, Tabakatu’s-Sufiyye isimli eserinde: Hallac’ı, şeyhlerin çoğunluğunun yoldan çıkmış saydıklarını söyler. Ebu’l Kasım el-Kuşeyrî ise Risale sinde, onu tarikat şeyhi saydığı şeyhlerden biri olarak zikretmemiştir.
Son olarak, İmam İbnu’l Teymiyye şöyle der: Müslümanların İmamlarından ne bir alimin, ne bir şeyhin, Hallac’ı hayırla yadettiğini bilmiyoruz.
Şimdi çıkıp da, Sen ne anlarsın diyebileceklere de şunu sormak gerekiyor: Eğer Cüneyd ve benzeri büyük sufiler bile onu anlayamamışlarsa, peki kim anlayacaktı? Bu durumda onu kurtarıp aklamaya çalışmak için duygusal savunmalara girmek bir anlam ifade etmez. Bizim bu paylaşımımız da belki çok bir anlam ifade etmeyecektir; ancak sadece farklı bir yorum getirmekti maksat…
Bil ki, tasavvuf yolunu tutanlar oniki fırkadır. Bunlardan sadece bir tanesi doğru yol üzeredir. Geriye kalanlar bid’at ve dalâlet içindedir. (Ömer Nesefî, Mezâhibi’l Mutasavvıfa)
İnsanların ihdas ettikleri ve kendilerinden ortaya koydukları şey, onları hidayete ulaştırmaz. Aslolan, Kur’an-ı Kerim’in getirdiği ve Hz. Peygamber’in(Sas) davet ettiği, insanlar arasında tefrika ortaya çıktığı devreye kadar Hz. Peygamber’in ashabının yapmakta devam edegeldikleri şeylerdir. Bundan başkası ile amel edenler, bid’atçi ve kendiliklerinden ihdâs edicilerdir. (İmam Azam Ebu Hanife, el-Vasiyye)
Doğrusu birçokları, bilmeden keyiflerine uyarak halkı şaşırtıyorlar. (En’am/119)
Vesselam, veddua…
Cevap: Hallacı Mansur
subet
Güzel kardeşim, sınırlı bilgimizle bizim büyük alimleri ve evliyaları sorgulamaya, onun dediği doğrudur, öbürünün dediği yanlıştır demeye hakkımız olmadığını düşünüyorum. Allah CC, doğruyu doğru anlamamızı nasib etsin inşaAllah…
Yorum: Hallacı Mansur Hayatı ve eserleri hakkında geniş bilgiler
ismail1
Selamun aleyküm Vahdeti vucud mertebesine ulaştığı bilinen Hallac bin mansur yunus emre veya nesimi gibi kişilerin sözlerini ben söylerken kendimi kötü hissediyorum bazı hocalar onlar bu sözlerden mazurdur ama o mertebeye gelmeden söyleyen kafir olur diyor bu şiirleri okumakta dinlemekte veya söylemekte bir mazhur var mıdır
gavsıfışfış
vahdeti vucud mertebesine ulaştığı bilinen hallacın durumu nedir?
aslında bu konu tasavvufcuların konusudur
vahdeti vucuddur fenafillahtır bekabillahtır pek hakim olmadığım bir konu
tasavvufun konusu bunlar çünkü hiç bir islami kaynakta Kuranda sünnette hadiste 4 mezhep imamının hiç bir kitabında olmayan termmler ve inanışlardır
islami ve müslümanları ilgilendiren bir konu değildir.müslümanlar pek kafasını yormasın bu konulara
hallacı mansur eserleri, hallacı mansurun eserleri, hallacı mansur hayatı ve eserleri