Mürted
Yusuf
Mürted; geri dönmek, geriyi istemek, eski haline dönmek anlamındaki "irtidâd" masdarının fâil ismidir, yani irtidad eden kimse demektir. Istılahta ise, müslüman olduktan sonra, İslâm’dan dönüp başka bir dine giren veya dinsizliği tercih eden kimseler için kullanılan bir akaid terimidir. Dinden çıkma olayına "riddet", İslâm’dan çıkana da mürted denir.
Müslümanın dinden çıkıp irtidat etmesine sebep olan şeyler şunlardır:
1- Allah Teâlâ’ya ibâdette O’na şirk koşmak: "Kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz Allah ona Cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer Cehennemdir. Zâlimlerin hiç bir yardımcısı da yoktur." (5/Mâide, 72). İbâdet türlerinden herhangi birini Allah’tan başkasına yönelterek işlemek, ölülerden yardım istemek, aracılık ve şefaat dileyerek ilk müşriklerin yaptığı gibi Allah’a şirk koşmak, (Mekkeli müşrikler ibâdet ettikleri ilâhlarının/putlarının, insanları yarattığına, rızıklandırdığına ve tasarruf yetkisine sahip olduğuna inanmıyorlardı. Onlar, tapındıkları putlarının Allah indinde bir makama sahip olduklarına ve insanlarla Allah arasında aracı ve şefaatçilikte bulunduklarına inanıyorlardı): "Bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir derler." (10/Yunus, 18). "Şüphesiz, mescidler Allah’a mahsustur. O halde orada Allah ile beraber bir başkasını anmayın." (72/Cinn, 18). "Doğru duâ ancak Allah’a yapılandır. Allah’tan başkasından yardım istenmez. Zira Allah’tan başka diğer varlıklar duâ edenlerin ve yardım isteyenlerin hiçbir isteğine cevap veremezler. Allah’tan başkasından yardım isteyenlerin durumu ellerini tamamen açarak suya uzatan kimseye benzer. Ağzına su götürmek ister fakat götüremez. Şu halde kâfirlerin duâsı sapıklıktan başka bir şey değildir." (13/Ra’d, 14)
Allah’tan başkasına duâ edip bir dilekte bulunanlar, kâfirler olarak adlandırılmaktadır. Bu konu üzerinde ulemânın icmâ’ı olup, buna muhâlif görüş beyan eden hiç bir kimse yoktur.
Allah’ın şeriatından başka kanunlarla veya Allah’ın nizamının dışındaki şirk düzenlerinin kaideleriyle hükmetmek de, Allah’a ibâdette ortaklar edinmektir: "Hüküm ancak Allah’ındır. O ancak kendisine ibâdet etmenizi emretti" (12/Yusuf, 40). "O hiç bir varlığı hükmüne ortak yapmaz" (18/Kehf, 26)
Allah’ın dışında; insan, melâike, cin, taştan heykel vb. adına kurban kesmek veya adak adamak; ayrıca, Allah’a tevekkül eder ve O’na sığınır gibi, bir başka varlığa sığınmak ve ondan medet ummak da irtidadı gerektirecek fiillerdendir.
2- Kâfirleri tekfir etmemek, kâfirler hakkında şüpheye düşmek ve uydukları İslâm dışı ideolojilerinin doğru olduğuna inanmak; anıt, mezar ve ölülere tapınmak; Yahudilik, Hristiyanlık, Komünizm, Kapitalizm, Demokrasi, Sosyal Demokrasi vb. şirk düzenlerini doğrulamak. Allah Teâlâ, bunların hepsinin küfür olduğuna hükmetmiştir. Bu, Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabittir. Buna göre bunların küfür olduğunu kabul etmeyen, Kur’an’ı, Sünnet’i ve icmâ’ı yalanlamıştır. Müslüman olduktan sonra, bu şekilde düşünmeye başlayan kimse irtidat etmiştir.
3- Muhammed (s.a.s.)’in getirdiklerinden bir şeye kızmak ve uygunsuz görmek. Onlarla amel ediyor olsa bile durum değişmez. Allah Teâlâ bunu şöyle ifade etmektedir: "Bunun sebebi, onların, Allah’ın indirdiklerini beğenmeyip çirkin bulmalarıdır. Dolayısıyla da Allah, onların amellerini heder etmiştir." (47/Muhammed, 9)
4- Rasulullah (s.a.s)’in dininin sevap veya günahlarından herhangi birini alaya almak, eğlence konusu yapmak: " Onlara de ki: Allah ile, âyetleri ve peygamberleriyle mi alay ediyordunuz? Özür beyan etmeyin. Çünkü iman ettikten sonra, inkâr ettiniz." (9/Tevbe, 65-66)
5- Kâfirleri alkışlamak ve mü’minlere karşı onlara yardım etmek: "Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz onlardan olur. Muhakkak ki Allah zâlim kavmi hidayete erdirmez." (5/Mâide, 51)
6- Allah’ın dininden tamamıyla veya o olmadan dinin sahih olması mümkün olmayan temel unsurlarının birinden yüz çevirmek: "Fakat kâfirler, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirirler." (46/Ahkaf, 3)
7- Bazı insanların, Muhammed (s.a.s)’in şerîatini aşıp, ona bir şeyler ekleyebileceğine inanması: "İslâm’dan başka bir din arayan kimseden Allah bunu asla kabul etmez. O kimse ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır." (3/Âl-i İmrân, 85)
8- Üzerine icmâ vâki olmuş İslâm’ın farzlarından birisi üzerinde tartışmaya girmek veya yine haramlığı icmayla sabit olan bir şeyi helâl saymak. İmam Suyûtî şart koşulan sahihlik şartlarını taşıyan hadisi inkâr edenin İslâm dairesinden çıkıp irtidat etmiş olduğunu ve kıyamet gününde Yahûdilerle, Hristiyanlarla veya küfür gruplarından uymayı dilediği kimselerle haşrolacağını söylemektedir (Miftâhü’l Cenne fi’l-İhticâcı bi’s-Sûnne, s. 5).
Bir kimse şehâdet getirip, namazını kılsa, orucunu tutsa ve kendisinin müslüman olduğunu iddia etse bile, bu sayılan şeylerden ve İslâm’a dair eserlerin mürted bahislerinde etraflıca zikredilen hususlardan bir tanesini işlediği zaman irtidat etmiş sayılır.
Burada şöyle bir soru sorulabilir: Bir müslüman nasıl tekfir edilebilir? Zira Rasûlüllah (s.a.s.); "Bir adam kardeşine "ey kâfir" derse, bu söz ikisinden biri için mutlaka gerçekleşir" (Buhârî, Edeb, 73; Müslim, İman, 111). "Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun Rasulü olduğuna şehâdet eden kimseye Allah ateşi haram kılmıştır" (Buhârî, İlim, 49) buyurmaktadır. Burada tekfir edilmesi câiz olmayan müslüman, muvahhid olup, İslâm’a aykırı olan şeylerden kaçınan kimsedir. O, tevhid üzere olan kişidir. İşte Allah Teâlâ bu gibi kimseler üzerine ateşi; kendisine şirk koşanlara ise Cennet’i haram kılmıştır. Nitekim, Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: "Allah’a inanıp O’na hiç bir şeyi ortak koşmayan Cennet’e girmiştir. Allah’a inanıp da O’na şirk koşan ise Cehenneme girmiştir" (Müslim, İmân, 152). Bunun içindir ki ashâb, Müseylemetü’l-Kezzab ve Esvedü’l-Ansî’nin nübüvvetine iman edenleri ve ayrıca zekât vermek istemeyenleri tekfir ederek, onların mürted olduklarına hükmetmiş ve onlarla savaşmışlardı.
Akıl hastası ve çocuğun dinden dönmesi irtidat cezasını gerekli kılmaz: "Üç kişiden hesap sorma kaldırılmıştır: Aklını kaybetmiş kimse akıllanana kadar; uyuyan uyanana kadar ve çocuk, bulûğa erene kadar. Bu üç zümreden kalem kaldırılmıştır ve yaptıklarından sorumlu tutulmazlar." (Ebû Dâvud, Hudûd, 17; Tirmizi, Hudûd,1; Nesâi, Talak, 21; İbn Mâce, Talak, 15).
Bunun gibi, istemediği ve kastetmediği halde hataen küfrü getiren bir söz sarfeden kimse de mürted sayılmaz: "Allah, ümmetimden hata, unutma ve zorlanma ile yaptığı şeylerden sorumluluğu kaldırdı" (İbn Mâce, Talâk, 16). Kalbi imanla dolu olduğu halde, zorlama (ikrah) ile dinden döndüğünü söyleyen kimse için irtidat vâki olmaz: "Kalbi imanla dolu olduğu halde, inkâra zorlananların dışında her kim imanından sonra Allah’ı inkâr edip de küfre göğüs açarsa, işte Allah’ın gazabı o gibilerin başınadır ve onlar için büyük bir azap vardır." (16/Nahl,106). İkrahın özür sayılmasının bir ölçüsü vardır. İçki içmek, ölü eti yemek, küfür ve malı telef etmek şeklindeki zorlama veya dövmek ve hapsetmekle tehdid edilmek, ikrah değildir ve haddi gerektirir. Sadece ölümle tehdit edilip de tehdit edenin bunu yapabilme gücüne sahip olması halinde ikrah özür sayılabilir. Kişi sabreder, dininden dönmez ve öldürülürse bunun karşılığında büyük bir mükâfat alır (el-ihtiyâr, II/106).
Zorlama olmadan (ikrah) küfrü gerektiren bir söz söyleyen veya bir iş yapan, bunu korkusundan yahut alay için yapmış olsa bile mürted sayılır. Çünkü mücerred korku özür değildir. Sarhoşların irtidadı hakkında alimler arasında ihtilâf vardır.
İslâm’ın ilk dönemlerinde on bir fırka dönden dönmüştür. Bu vak’alardan üçü Hz. Peygamber’in hayatının sonlarına doğru meydana gelmiş, yedisi Hz. Ebû Bekir devrinde, biri de Hz. Ömer devrinde olmuştur. Ama, bizim için önemli olan husus, bunları birer tarihî vak’a olarak anmak ve anlatmak değil, günümüz insanının bir irtidad keyfiyetiyle ilgisi ve bulaşıklığı olup olmadığının incelenmesidir. Bilindiği veya bilinmesi gerektiği gibi irtidâd, bir veya birkaç olaya ve belli bir zamana münhasır değildir. Yani değişik karakterler arzetse de irtidâd etme halleri, hiçbir devirde ve toplumda tümüyle ortadan kalkmamıştır. Kur’an âyetlerinin hükmü de umûmidir.
İrtidâd olayının temel illeti, sadece inkâr değil; çoğu kere İslâm otoritesine karşı gelmektir. Meselâ, bugün de zekât, İslâmî ülü’l-emr tarafından toplanacak olsa, vermeyecekler çoğunluktadır. Asr-ı saâdetteki irtidâd olaylarına baktığımızda, açıkça görülür ki, mürted olmanın temelinde biraz ekonomik, biraz da Hz. Peygamber’in (veya O’ndan sonra başa geçen Hz. Ebû Bekir’in) iktidarını kabul etmemek gibi siyasî etkenler de vardır. Bu arka plan, hemen her devirdeki irtidâd olaylarında da sözkonusudur.
Mürted, İslâmî otoriteye (âdetâ) savaş açmış bir bağî ve muhârip durumundadır.
İrtidad, bilinçli ve kasıtlı yapılan bir eylemdir. İrtidâd eden kimseye, yani bilerek, düşünerek ve karar vererek İslâm’dan çıktığını söyleyen ya da buna ilişkin kanıtlayıcı bir tavır gösteren kimseye mürted denir.
Gaflet içindeki kimselerin sorumsuzca sarfettikleri bir sözden, yaptıkları bir eylemden ya da gösterdikleri yanlış bir tavırdan dolayı küfre saptıkları, yaşanan bir olaydır. Bunların mürted olup olmadığına gelince, çoğunun demeçleri, günlük konuşmaları ve genelde tavırları, bu insanların kendilerini müslüman veya mü’min saydıklarını açıkça göstermektedir. Halbuki mürted böyle değildir. Mürted insan, İslâm’ı reddettiğini, Onun yerine dinsizliği, ya da başka bir dini tercih ettiğini açıkça ifade eden veya bu doğrultuda eylem yapan insandır. Örneğin vaktiyle namaz kılan, oruç tutan, benzeri İslâmî ibâdetleri yaptığı görülen bir kimsenin, daha sonra bir kiliseye girerek fiilen âyine katılması veya bir put karşısında saygı duruşu göstermesi onun mürted olduğunu kanıtlamak için yeterlidir. Öyle ise birçok gâfil insanın bir an için işledikleri küfür, genelde riddet anlamını taşımaz.
Elbette ki mürted insan da netice itibarıyla kâfirdir. Çünkü İslâm’ı açıkça reddetmiştir. Ancak onun işlediği suç, küfrün türlerinden biridir. Yani şirk nasıl ki aynı zamanda küfrün bir alt kümesi ise, irtidâd da aynen öyledir. Fakat mürtedi sıradan müşrik ve kâfir insandan ayıran ciddî çizgiler vardır. Çünkü genellikle şirk ve küfür, bir insanın hayatına yanlışlıklarla birlikte girer. Çok kere kişi, bilinçsiz bir şekilde bu suçu işler. Ama irtidâd böyle değildir. Tıpkı nifak gibi mutlaka bilinçli işlenen bir suçtur.
İrtidad olayı, daha çok bilgisizliğin ya da düşünce kaosunun sonuçlarından olan küfür ve şirkle karşılaştırıldığı takdirde görülür ki, mürted insan, sıradan kâfir ve müşrikten çok farklıdır. Çünkü irtidâd düşünüp tasarlamayı, ondan sonra karar vermeyi gerektirmektedir. Böyle bir insan ise, anca son derece bilinçle hareket eden biri olabilir. İşte bu nedenledir ki, geleneksel küfrün ve şirkin yaygın olmasına karşın, irtidâd çok ender rastlanan bir olaydır.
İrtidâd, neden küfrün en az rastlanan türüdür? Bunun nedenini iki noktada aramak gerekir:
Birincisi: Bir insanın özellikle düşünerek ve karar vererek İslâm’dan bilinçle çıkıp dinsiz olmak, ya da başka bir dini seçmek için bir haklı ve mantıklı neden bulamamasıdır. Çünkü İslâm, gerçeklerin tümünü kucaklayan en büyük gerçektir. İslâm’ı yalanlamaya, Onu çürütmeye, hiçbir mantık ve hiçbir otorite güç yetirememiştir. Aynı zamanda İslâm o kadar rahat, o kadar kolay anlaşılan bir hayat ve kâinat düzenidir ki, insan zaten Onun atmosferinden dışarıya çıkamamaktadır.
İslâm, bir anlamda fıtrat ve doğa demektir. Dolayısıyla bilgi ve kültür düzeyi ne olursa olsun her müslüman, İslâm’ı âdeta solumaktadır. Onun için de başka bir din arayışı müslümanın akıl ve hayalinden hiçbir zaman geçmez. Oysa İslâm’ın dışındaki bütün dinlerin mensuplarında, hatta onların aydınlarında, râhiplerinde ve her rütbeden din adamlarında bile bu arayış vardır.
İrtidâda ender rastlanmasının ikinci nedeni ise çok ilginçtir. Çünkü kimliğindeki "İslâm" sözcüğünden başka İslâm’la hemen hiçbir bağı olmayan, buna rağmen kendini belki de müslüman sanan birçok insan daha vardır ki, bunlar da İslâm’dan çıkıp başka bir din seçmeyi hiçbir zaman düşünmemektedirler. Çok şaşırtıcı gibi görünen bu gerçeğin arka planındaki neden şudur: Aslında çoğu pozitivist kâfir ya da müşrik olan bu insanların İslâm’dan başka bir din aramamaları, onların hemen hiçbir dine önem vermemelerinden kaynaklanmaktadır. Onlara göre; İslâm demek, mevlitler, kandiller, çelenkler, âyinler, tarikatler, fal ve büyüler gibi İslâm’la uzaktan yakından ilişkisi olmayan bir sürü gelenekler, törenler ve şarlatanlıklar demektir. Ve yine onlara göre; İslâm da aynen hıristiyanlık, yahûdilik, budizm ya da şintoizm gibi bir dindir; dolayısıyla İslâm’dan çıkıp başka bir dine girmek ya da dinsiz olduğunu söylemek anlamsızdır.
Tarihte iki kez toplu riddet olayı meydana gelmişse de bu her iki olayın temelinde o günlerin özel nedenleri yatmaktadır. Bunların birincisi, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vefatı üzerine henüz İslâm’a ısınmamış bulunan câhil çöl Araplarının yaşadıkları deprasyondur. İkincisi ise, yine İslâm’ı pek kavrayamamış olan Hazar Türklerinin 8. yüzyılda Kral Bulan’ın eğilimi üzerine topluca yahûdiliğe girmeleri olayıdır.
İrtidâd, imanî bir sorunun ötesinde genelin vicdanına karşı cüretkâr bir isyan, toplum düzenini sarsıcı ve anarşiyi dâvet edici sinsi bir suçtur. Bazen de organize hale dönüşür. İslâm hukukuna göre bir kimsenin mürted sayılabilmesi için onun daha önce müslüman, akıllı ve özgür olması şarttır. Şu halde hiç müslüman olmamış, ya da aklî dengesi bozuk veya zorlanarak irtidâd eden kimse için böyle bir durum sözkonusu olmaz. Kâfirlerin ve müşriklerin, diğer şirk ve küfür dinlerinden herhangi birini seçmeleri için de İslâm’a göre bir engel yoktur. Çünkü sonuç itibarıyla "ehl-i küfür bir tek millettir." (2)
Fıkhî İctihadlara Göre Mürtedin Cezası
Bir müslümanın dinini değiştiştirip irtidâdı; görülmesi, duyulması, itiraf etmesi veya iki âdil müslüman tarafından şâhitlik edilmesi hallerinde sâbit olur.
Mürtedin cezası, eğer tevbe etmezse öldürülmektir: "Dinini değiştireni öldürün" (Buhârî, Cihâd, 149). Ulemanın çoğunluğu kadın için de aynı hükmün uygulanacağı görüşündedirler. Ancak Hanefiler bu konuda farklı görüştedirler. Kadınların öldürülmesini nehyeden hadisin (Ebû Dâvud, Cihad, 121) hükmünün geneli kapsadığını iddia ederek irtidad eden kadının öldürülmeyeceği görüşünü ileri sürmüşlerdir (İbn Kudâme, el-Muğnî, Mısır (t.y.), VIII/125; Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, Kahire, (t.y.), II/385 vd.).
Mürtede had uygulanmadan önce, tevbe edip İslâm’a dönmesi telkin edilir. Fakat bunun ne şekilde uygulanacağı hakkında ihtilâf vardır. Âlimlerin çoğunluğunun görüşüne göre, üç defa tevbe etmesi istendikten sonra öldürülür. Hz. Ömer (r.a.), irtidad edenin üç gün hapsedilip tevbe etmeye çağrılması ve bu zaman zarfında yiyecek olarak suçluya sadece ekmek verilmesi gerektiğini bildirmiştir.
Hz. Ali (r.a.), bu müddeti bir ay olarak uygulamıştır. en-Nahaî ise bunun bir zamanla sınırlandırılmaması ve tevbe edene kadar sürekli İslam’a çağrılması gerektiği görüşünü ileri sürmüştür. Ancak, bu görüş, Sünnet ve icmâ ile sâbit olan irtidad cezasının uygulanmasını imkânsız kılacağından itibara şâyân değildir.
İmam Mâlik, Leys, İshak ve Ebû Hanîfe; zındıkın ve irtidat edip tevbe ettikten sonra tekrar dinden dönenin tevbesinin dikkate alınmayacağını ve haddin uygulanacağını kabul etmişlerdir. Çünkü zındıkın mürted sayılmasını gerektiren önceki görüşlerinden döndüğü hiç bir zaman açık olarak tesbit edilemez. Allah Teâlâ; "Ancak, tevbe edip kendilerini düzelten ve Allah’ın indirdiğini açıklayanlar müstesnâ" (2/Bakara, 160) buyurmaktadır. Dinden dönmeyi birkaç defa tekrarlayanların tevbelerinin kabul edilmeyeceğine delil olarak da şu âyet-i kerîme gösterilmektedir: "İman edip sonra inkâr eden, sonra imân edip tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenleri Allah ne bağışlayacak ne de doğru yola eriştirecektir." (4/Nisâ, 137)
Müslüman anne babadan doğan ve müslüman olarak yetişen kimse irtidat edince, tevbe etmeye çağrılmadan had uygulanır. Fakat daha önce küfre girip sonra müslüman olan kimse tevbeye çağrılır. Allah’a ve Rasûlüne küfreden kimse de tevbe etmeye çağrılmadan öldürülür. Böyle bir kimse tevbe etse dahi durum değişmez. Çünkü, Allah’a ve Rasûlüne küfretmek haddi gerektirir. Tevbe ise haddi düşürmez (İbn Kudâme, a.g.e., 125 vd.).
Mürtedin irtidat etmesiyle birlikte, bütün sâlih amelleri silinir ve o ebedî olarak Cehennemde kalır: "Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların dünya ve âhirette amelleri boşa gitmiştir. İşte cehennemlikler onlardır. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır." (2/Bakara, 2/217)
Bu, tevbe edilmediği takdirde böyledir. Mürted tevbe ettiği takdirde, irtidat etmeden önceki amellerinin yok olup olmayacağı hususunda İslâm âlimleri arasında görüş ayrılıkları vardır. İmam Şâfiî’ye göre irtidad edip, sonra İslâm’a dönenin haccı da dâhil hiç bir ameli düşmez. İmam Mâlik’e göre ise amellerinin tamamı, irtidad ettiği an düşer (el-Kurtubî, el-Cami’li Ahkâmi’l-Kur’an, Beyrut 1965, III/48).
İrtidatla birlikte evlilik akdi fesh olur. Ancak mürted tekrar İslâm’a döner ve her iki taraf evliliklerini sürdürmek isterse, yeniden bir nikâh akdi ve mehir söz konusu olmaz. Hanefîler kocanın irtidadına bağlı boşanmayı bâ’in talak olarak kabul etmişlerdir. Mürted, müslüman yakınlarına mirasçı olamadığı gibi, o öldüğünde de müslüman yakınları ona mirasçı olamazlar: "Kâfir müslümana, müslüman da kâfire mirasçı olamaz." (Buhârî, Ferâiz, 26; Müslim, Ferâiz, 1)
Ancak âlimler bu konuda da ihtilaf etmişlerdir. Hz. Ali (r.a), Hasan, Şa’bi, Leys, Ebû Hanife ve İshak ibn Raheveyh müslüman yakınların mirasa sahip olacaklarını kabul ederken; Mâlik ve Şâfii’nin de içinde bulunduğu diğer bir grup âlim de mürteddin malının beytülmale intikal edeceğini söylemişlerdir. Ebû Hanîfe’ye göre, irtidad halinde kazanılan mal fey hükmündedir (Kurtubî, a.g.e., III/49). Ebû Hanîfe, irtidad etmeden önce sahip olunan malın mirasçılara intikal edebileceğine hükmederken, mürtedin irtidadla birlikte hukuken ölmüş olduğu prensibinden hareket etmektedir. Ebû Yusuf, Muhammed ve Şubrume her hâl u kârda mirâs olayının sözkonusu olduğunu söylemişlerdir. Kurtubî; "İki millet (mü’min ve kâfir) arasında miras yoktur." (Ebû Dâvud Ferâiz, 13; Tirmizî, Ferâiz, 16; İbn Mâce, Ferâiz, 6) hadisinin hükmünün mutlak olacağını ileri sürerek, müslümanla mürted arasında verâset olayından bahsedenlerin görüşlerini reddetmektedir (Kurtubî, aynı yer).
Mürted, had uygulanana kadar, malının gerçek sahibi olup, bunda dilediği gibi tasarruf etmekten alıkonulamaz. Öldürülmeyi hak etmiş olması, O’nun malındaki tasarruf hakkını düşürmez. Bu konu diğer had gerektiren cezalarda olduğu gibi değerlendirilir. Bunun gibi, kaçıp daru’l harbe sığınsa, mülkiyet hakkı yine düşmez. İslâm ülkesindeki mal varlığı yed-i emin vasıtası ile koruma altına alınır (Seyyid Sabık, a.g.e., II/390).
Ayrıca mürted öldüğünde yıkanmaz, kefenlenmez, cenaze namaz kılınmaz ve müslüman mezarlığına defnedilmez. Mürted için istiğfar câiz olmadığı gibi, onu rahmetle anmak da câiz değildir: "Ne peygamberin ne de mü’minlerin cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, yakın akrabaları da olsa, müşrikler için af dilemeleri asla doğru olmaz." (9/Tevbe, 113)
Bir kimse İslâm’dan çıkıp başka bir dine girdiği zaman onun irtidadına hükmedilerek cezalandırılır. Ancak, irtidat olayı bununla sınırlı mıdır; yoksa kâfirlerin din değiştirip başka bir küfür dinine girmesi de irtidad mı sayılır? Âlimler bu konuda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Zâhiren bakıldığında bir kâfir, bâtıl olan dininden çıkıp, onun gibi bâtıl olan başka bir dine girmiş olduğundan dolayı sorgulanmaz. Çünkü küfür tek bir millettir. Ancak, İslâm’ı terkedip başka bir dine girenin durumu, hidâyetten yüz çevirip dalâleti seçtiği için farklılık arzetmektedir. Mâlikîler ve Hanefîler bu görüştedirler.
Şâfiîler’de ise bu konuda iki farklı görüş vardır. Bir kâfir, dininden döndükten sonra, ya İslâm’a girer ya da öldürülür. Taberânî İbn Abbas’tan merfû olarak şöyle bir hadis nakletmektedir: "Dininden çıkıp kendisine İslam’dan başka bir din seçeni öldürün." (Seyyid Sabık, a.g.e., 382). Ahmed ibn Hanbel’in de iştirak ettiği diğer görüş ise şöyledir: Kâfirin seçtiği yeni din, eski dininden yukarıda ise, sorgulanmaz, aksi halde irtidat cezası uygulanır; Yahûdi veya Hristiyan’ın Mecusîliği seçmesi gibi (bkz. Seyyid Sâbık aynı yer).
Cevap: Mürted
Yusuf
Mürtede Verilecek Dünyevî Cezânın Tahlili
Fıkıh bilginlerinin çoğuna ve geleneksel anlayışa göre mürtedin cezası, ölümdür. Dinden dönmenin cezâsının idam olduğuna hükmedenlerin dayandığı delilleri şöyle özetleyebiliriz: "…Sizden kim, dininden döner de kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de geçersiz sayılmıştır. Onlar cehennemliktir ve orada devamlı kalırlar.” (2/Bakara, 217).
İbn Abbâs’tan rivâyet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Men beddele dînehû fa’ktulûhu -Kim dinini değiştirirse, onu öldürün-!” (Buhârî, Cihad 149, İ’tisâm 28, İstitâbe 2, Ahkâm 16, Mürteddîn 2; Ebû Dâvud, Hudûd 1; Tirmizî, Hudûd 25; Nesâî, Tahrîmu’d-Dem’ 14; İbn Mâce, Hudûd 2; Ahmed bin Hanbel, I/2, 7, 28, 282, 283, 323, V/231)
Fakîhler, yukarıdaki âyet ve hadise dayanarak mürteddin idam edilmesinin gerektiğini kabul etmişlerdir. Hanefî hukukçu Serahsî, mürteddin öldürülmesinin asıl dayanağı: "Bedevîlerden (Hudeybiye seferinden) geri kalmış olanlara de ki: ‘Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azâba uğratır.” (48/Fetih, 16) âyeti olduğunu belirtmektedir (Serahsî, el-Mebsût, Beyrut, 1978, c. 10, s. 68)
Rahatlıkla görülebileceği gibi, bu iki âyette de dinden dönenin öldürüleceğine dair açık bir hüküm yoktur. Kur’ân-ı Kerim’de dinden dönme ile ilgili 2/Bakara, 217 yanında başka âyetler de vardır. Bunları, yukarıda gördük. Ancak bunlardan hiçbiri dünya hayatında verilmesi gereken bir cezâdan bahsetmemektedir. Sadece âhirette uğrayacakları cezâdan bahsetmektedir. Bu da, cehennem ateşi ile, ziyana uğramak ve yapılan amellerin yok olup gitmesidir (47/Muhammed, 25; 5/Mâide, 54). Ayrıca, imandan sonra kâfir olmakla ilgili bazı âyetler de vardır (4/Nisâ, 37; 5/Mâide, 5, 3/Âl-i İmrân, 86; 18/kehf, 29 gibi). Ancak bu âyetlerde de dünyevî cezâdan bahsedilmemektedir.
Hadis rivâyeti konusunda, aşağıda belirtilecek çok önemli tenkitler yapılmış ve bunun sahih olamayacağı, en çok da bir sahâbî görüşü olduğu değerlendirmesi yapılmıştır. Hadis-i şerif, sahih olmuş olsa bile, âhad hadistir. Birçok ilim adamına göre, hadler âhad haberle sâbit olmamaktadır. Şayet, âhad haberle hadler sâbit olsa bile, burada mürtedden kastedilen, onun mücerred olarak İslâm’dan ayrılması, küfrü benimsemesi değildir.
Abdülkerim Zeydan, bu konuda şunları söyler: "Dinden dönen kimseye uygulanan cezayı inanç özgürlüğüne getirilmiş bir kısıtlama gibi görenler yanılmaktadır. Bunun inanç hürriyeti ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü irtidâd, bilindiği gibi, bir müslümanın dinden dönmesidir. Bu nedenle karşımızda suç işleyen müslüman vardır; dininden, inancından zorla çıkarılan bir hıristiyan veya yahûdi değil. Zaten kimsenin dininden zorla çıkarılamayacağı Kur’an teminatı altındadır. Eğer insanlar zorla İslâm dinine sokulabilseydi, İslâm hukukunda zimmet akdi (zimmîlerle ilgili hükümler) meşrû görülmezdi. Ayrıca, mürtedin dinden çıktığını herhangi bir şekilde ilân etmesi gerekir. Aksi takdirde onun dinden döndüğüne hükmedilemez. Çünkü o takdirde bu kişi mürted değil; münâfık sayılır. Böylece mürtedin dinden çıkışını ilân etmesi, bir başka suç teşkil eder. Çünkü bu ilânda, ümmetin inancını alaya alma vardır, İslâm nizamını hiçe sayma vardır. Ayrıca mürted, bu davranışıyla kendisi gibi olanları bu yola teşvik etmiş olur. En azından zayıf inançlı kişilerin kalplerine şüphe tohumlarını ekmiş olur. Bütün bunlar, toplumun sarsılmasına ve İslâm nizamının zedelenmesine sebebiyet verir. Bunlar büyük suçlardır. Bu suçların önlenmesi, ancak mürtede verilecek ceza ile mümkün olur. İslâm hukukunda (bu şekilde savaşçı konumunda olan) mürtede ölüm cezası öngörülmüştür. Çünkü İslâm nizamını bozucu (ve onu yıkmayı hedefleyen) davranışta bulunmak çok büyük bir suçtur.
Nitekim bazı davranışlar, çok kötü sonuçlar verdiği için cezası da ona göre ağırdır, bunda garipsenecek bir şey de yoktur. Meselâ devletle orduya erzak temin etmek üzere anlaşan bir insanın, tam savaş sırasında kasden ordunun erzâkını kesmesi, onun idamı için yeterlidir. Çünkü yaptığı hareket basit gibi görünse de korkunç sonuçlar doğuracağı için cezası da büyük olur. Bir başka örnek; bir bebeği emzirmeyi üzerine alan bir kadın kasden yavruyu emzirmez ve bundan dolayı çocuk ölürse, bazı hukukçulara göre, kadının cezası idamdır. Böyle bir durumda kadın, "önce kabul ettim, sonra fikrimi değiştirdim, fikrimi değiştirme, fikir özgürlü hakkım yok mu?" diyebilir mi? Bununla birlikte, İslâm hukuku, mürtedin suçunun büyüklüğüne rağmen, ona üç gün mühlet vermeyi gerekli görmüştür. Bu müddet içinde pişman olursa cezası düşer. Bütün bunlara rağmen "mürtedi cezalandırmada inanç hürriyetinin kısıtlanması vardır" denilebilir mi? Hayır, denilemez!” (7)
Abdülkerim Osman ise şu tesbitlerde bulunur: "Şu kadarını söylemeliyiz ki; Dinden çıkma ile, dine karşı çıkma arasında fark vardır. Dinden çıkma, genellikle fert bazında olur. Oysa dine karşı çıkma, daha çok topluca olur; tıpkı Rasûlullah dönemindeki yahûdi gruplar ile Hz. Ebûbekir dönemindeki Arap mürtedler gibi. İkinci olarak, bir fiili yasaklamak ile o fiilin karşılığında bir ceza koymak arasında fark vardır. Mürtedin cezası had değil; tâzirdir, bu cezanın şekli, veliyyü’l-emrin (İslâm devlet başkanının) kararına bırakılmıştır. İbn Kayyım’a göre, mürtedin cezasının İslâm’daki inanç hürriyeti ile ilgisi yoktur; bu, siyasî bir husustur. Bundan maksat, müslümanları ve İslâm devletinin nizamını düşman saldırılarından korumaktır.” (8)
Yanıt: Mürted
Yusuf
Mürtedliğe Giden Yollar
Mürtedliğe Yol Açan Sebepler: Mürtedlik, söz, fiil/eylem ve inanç (ve şüphe) ile ortaya çıkar. Mürtedlerin İslâm’dan dönmelerinin birkaç sebebi olablir:
1- İslâm’ı ve onun hükümlerini beğenmemek,
2- İslâm’ı çıkarlarına ve zevklerine engel görmek,
3- Dünyalık bir makam elde etme ihtirası,
4- İman zayıflığı veya İslâm’ı yeterince tanımama,
5- Gayri müslimlere özenme, onların zevk içinde yaşamalarına imrenme ve onları bazı konularda üstün ve ileri kabul etme anlayışı ve diğer sebepler.
Bir Müslümanı Mürted Yapan Tavırlar: Bir müslümanın İslâm’dan çıkmasına sebep olacak bazı durumları şöylece özetleyebiliriz.
Müslüman olduğu halde, Allah’a şirk koşmak; Allah’ın dışında bir kimseye, bir otoriteye, putlara tapınmak, Allah’tan istenecek yardımı ölülerden veya mezarlardan istemek, birtakım örgütleri veya devletleri Allah gibi düşünmek, kişiyi İslâm’dan çıkarır, mürted yapar.
İslâm’ın küfr veya kâfirlik dediği şeyler konusunda şüphe etmek; İslâm da bellidir, onun dışındaki bâtıl yollar da bellidir. Küfür olan konularla ilgili olarak "acaba onlar da doğru olabilir mi?” düşüncesi İslâm inancına aykırıdır. Onlar doğru olsaydı, İslâm’ın Hz. Muhammed ve Kur’an’la gönderilmesine ne lüzum vardı? Bütün bâtıl dinler, bütün İslâm dışı ideolojiler, insanlar adına nisbet edilen hayat sistemleri İslâm tarafından reddedilmektedir (Komünizm, Hinduizm, Hırıstiyanlık, Demokrasi, Marksizim, laisizm, Kemalizm ve diğerleri).
Peygamberimiz’in bize bildirdiği bazı şeyleri beğenmemek, onlara karşı yüzü buruşturmak, râzı olmamak (47/Muhammed, 9).
Müslümanlara karşı kâfirlerle işbirliği yapmak, onlara yardım etmek (9/Tevbe, 65-66).
İslâm’ın ilkelerine, şeriata karşı gelmek, onlarla alay etmek, onların yerine başka otoritelerin veya kişilerin görüşlerini daha iyi, güzel veya çağdaş bulmak.
Kesin deliller ile, ümmetin icmâsı ile sâbit olmuş, dinden sayılan hükümlere karşı gelmek, onları kabul etmemek.
Bunlar veya bunlara benzer davranışlar ve sözler bir müslümanı dinden çıkarabilir, mürted yapabilir. Bunlar birer hükümdür ve müslümanları din konusunda dikkatli olmaya teşviktir, onları tehlikeden sakındırmaktır. Kişi ya inanır, ya inanmaz. Ama tutarlı olması gerekir; inandığı dinin gösterdiği gibi inanması ve yaşaması lâzımdır. İslâm, Allah’ın dinidir ve ona nasıl inanılması gerektiği ortaya konulmuştur. O, insanların görüşü değildir ki, dileyen dilediği gibi kullansın. (20)
Günümüzde insanlar, ortamın ve çevre şartlarının İslâmî değil; câhiliyye yapısı arzettiğinden, İslâm’ı doğru bir şekilde kavrama ve sırât-ı müstakîm çizgisini kolaylıkla sürdürme imkânlarına yeterince sahip değildirler. İslâm dışı, hatta İslâm’a düşman düzen ve buna bağlı kurum ve kuralların etkisiyle her an bâtıl yollara bilinçsiz de olsa dalma riskiyle karşı karşıyadır. Bunlardan birkısmı, belki imanını tümüyle giderecek ve kişiyi mürted yapacak durumda değilse de, bir kısım insan bilerek ve seçerek İslâm’dan farklı yollar/ideolojiler/dinler edinmektedirler. Bu kimselerin mâzîsinde İslâm’ı gerçek anlamıyla bilip bir bütün halde kabul etme ve yaşama gayreti var iken, sonradan bilinçli bir tercih sonucu dinini değiştirme sözkonusu olmuş ise, -neûzü billâh- mürtedlik vuku bulmuş olur. Mü’min iken kişinin mürted olması sonucunu veren birtakım söz ve fiillere şunlar örnek gösterilebilir:
Müslüman bir kimsenin kendi irâdesiyle açıkça; ‘Ben Allah’a ortak koşuyorum’ demesi, yahut Allah’ın varlığını inkâr etmek, peygamberleri reddetmek ya da bir tek peygamberi dahi yalanlamak gibi küfrü gerektirici bir söz söylemek, açıkça küfrü gerektiren -Mushaf’ı ya da bir parçasını pisliğe atmak gibi- bir fiil işlemek, namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi İslâm’ın kesin bir hükmünü inkâr etmek, farz namazların, -bunların bir rekâtinin bile olsa- farz olduğunu, dinin emri olduğunu reddetmek gibi veya farz olmadığı kesin delillerle sâbit bir hükmün farz olduğuna -meselâ farz namazlara bir rekât ilâve etmek gibi- inanmak, peygamberliğin insanların kendi gayretiyle kazanılabileceğini ileri sürmek gibi hususlar küfrü gerektirir. Bu gibi küfrü gerektiren inanç ve tavırlar önceden müslüman bir kimse tarafından kabul ediliyorsa, bu kimse mürted olur.
Çağımızda ortaya çıkan birtakım şartlar vardır ki, müslüman kimse iman açısından bunların da hükmünü bilmelidir. Bunların en başında hiç şüphesiz Allah’ın indirdiği hükümlerin dışındaki hükümler ile hükmetmek gelir. Konuyla ilgili olarak Abdülkadir Udeh’den alıntı yapalım: "Çağımızda reddetmek, kabul etmemek yoluyla küfrün açık örneklerinden bir tanesi de, Allah’ın şeriatiyle hükmetmeyi kabul etmemek ve onun yerine insanlar tarafından konulmuş hükümleri, kanunları uygulamaya koymaktır. Çünkü İslâm dininde asıl olan kural, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmenin farz, ondan başka kanun ve hükümler ile hükmetmenin ise haram olduğudur. Kur’ân-ı Kerim’in bu hususa dair nasları gâyet açık ve kesindir.
İslâm şeriatine aykırı her türlü yasa ve hükmün bâtıl olduğu hususunda fakîhler ile ilim adamları arasında görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Yine onların ittifakına göre İslâm dışı hükümlere itaat gerekmez, hatta İslâm şeriatine aykırı olan her şey, müslümanlara haramdır. İsterse bu haramı emreden ya da mubah kılan egemen otorite ya da başkası olsun. Yine ittifakla kabul edilen hususlardan bir tanesi de şudur: Sahih olduğuna inandığı bir te’vile dayanmaksızın müslümanlardan her kim Allah’ın indirdiklerinden başka hükümler ortaya atarsa, o kimseler hakkında Yüce Allah’ın verdiği "kâfir, zâlim ve fâsık” hükümleri verilir. Meselâ, başka bir hükmü ondan daha üstün, daha güzel gördüğü için İslâm’ın öngördüğü cezaları ve hükümleri uygulamaktan yüz çeviren bir kimse, kesinlikle kâfirdir, daha önce iman etmiş ise bu tavırlarıyla mürted olur.
İttifakla kabul edilen hususlardan bir diğeri: Allah’ın ya da peygamberinin emirlerinden herhangi birisini reddeden bir kimse, bunu ister şüphe ve tereddüt yoluyla, isterse de terk ve kabul etmemek yoluyla, isterse de o hükme teslim olmamak dolayısıyla reddedecek olursa İslâm’dan çıkar, mürted olur. Çünkü sahâbe-i kirâm, zekât vermeyi kabul etmeyenleri mürted olarak değerlendirmişlerdir. Yüce Allah kendisinin ve Rasûlünün hükmünü teslimiyetle kabul etmeyenlerin kâfir olduklarına dair açık hükmünü indirmiştir: "Rabbine andolsun ki, onlar kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda Senin hükmüne başvurmadıkça ve verdiğin hükmü, içlerinde bir sıkıntı olmaksızın tam bir teslimiyetle kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar.” (4/Nisâ, 65) (21)
Soru: Mürted
Hoca
< Mürtedliğe Giden Yollar
Mürtedliğe Yol Açan Sebepler: Mürtedlik, söz, fiil/eylem ve inanç (ve şüphe) ile ortaya çıkar. Mürtedlerin İslâm’dan dönmelerinin birkaç sebebi olablir:
1- İslâm’ı ve onun hükümlerini beğenmemek,
2- İslâm’ı çıkarlarına ve zevklerine engel görmek,
3- Dünyalık bir makam elde etme ihtirası,
4- İman zayıflığı veya İslâm’ı yeterince tanımama,
5- Gayri müslimlere özenme, onların zevk içinde yaşamalarına imrenme ve onları bazı konularda üstün ve ileri kabul etme anlayışı ve diğer sebepler. >
teşekkürler Yusuf. bu yazı kime ait:)
Yusuf
< teşekkürler Yusuf. bu yazı kime ait:) >
bunu bir portaldan aldım içeriği ama sadece mürted kısmını..
kaynak belirtilmiş ancak genel olarak. Ben o kaynakları yazayım.yazının kime ait olduğuna dair bişe bulamadım ve aldığım yerde de yazmıyor..yanlışlık mı var 🙂
Yaralanılan Kaynaklar
• Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 457-459
• Ferit Aydın, İslâm’da İnanç Sistemi, s. 190-195
• Eymen ed-Dımaşkî-Ömer Tellioğlu, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 369-372
• Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 214
• Eymen ed-Dımaşkî-Ömer Tellioğlu, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. c. 3, s. 175-176
• Ömer Tellioğlu, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 262-267
• Abdülkerim Zeydan, Mecmuâtu Buhûsin Fıkhiyye, Beyrut 1407/1986, s. 415-416
• Abdülkerim Osman, en-Nizâmu’s-Siyâsî fi’l-İslâm, s. 66-67
• Hikmet Zeyveli, Kur’an’ın Aktüel değeri Üzerine, 1. Kur’an Sempozyumu, Bilgi Vakfı Y. s. 289, 293
• Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 10, s. 170-172
• Mevdûdi, Tefhimu’l Kur’an, c. 2, s. 340
• Ahmet Yaşar, İslâm Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren Suçlar, s. 98
• Mehmet Aydın, 1. Kur’an Sempozyumu, s. 353
• S. Ateş, 1. Kur’an Sempozyumu, Bilgi Vakfı Y. s. 382-383
• Hayreddin Karaman, İslâm’da İnsan Hakları, Ensar Neşriyat, s. 72-73
• Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 459
• Ekrem Sağıroğlu, Kur’an’da İnsan ve Toplum, s. 213-216
• Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 640-641
• Geniş bilgi için bkz. Muhammed Kutub, Tevhid, Risale Y.
• Hüseyin K. Ece, a.g.e. s.458-459
• Abdülkadir Udeh, et- Teşrîu’l-Cinî el-İslâmî, Beyrut, 2/708-710 -İslâm Ceza Hukuku ve Beşerî Hukuk-
• A.Saim Kılavuz, İman Küfür Sınırı, s. 160-165
• M. Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, s. 351-354
• Ahmed Özalp, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 232-233
Fatima
Musluman kafir olursa, kelmeyi şehadet getirib müslüman olursa önceleri kildigi namazlari iade ederse kabul olur mu?Allah razı olsun.
mumsema
< önceleri kildigi namazlari iade ederse kabul olur mu? >
Kafir olan hemen müslüman olup tövbe ederse geçmiş amelleri silinmez onun için geçmişte kıldığı namazları bir daha kılması gerekmez.
cece11
< 3- Muhammed (s.a.s.)’in getirdiklerinden bir şeye kızmak ve uygunsuz görmek. Onlarla amel ediyor olsa bile durum değişmez. Allah Teâlâ bunu şöyle ifade etmektedir: "Bunun sebebi, onların, Allah’ın indirdiklerini beğenmeyip çirkin bulmalarıdır. Dolayısıyla da Allah, onların amellerini heder etmiştir." (47/Muhammed, 9) >
Şimdi ben Kur’an a veya peygamberimize aykırı bir fikre sahip olsam(inanmasam) kafir mi oluyorum Muhammed 8 de inkar edenlerden bahsediyor ve 9 da Bu onların… diye başlıyor ayrı bir fikre sahip olmak inkar etmek anlamına gelmiyor ki
arifselim
Bir fikre sahip olmak demek o düşünceyi benimsemiş olmak ve kabul etmek demektir. İman etmek aynı şey değil midir? İlla adı iman ediyorum olması gerekmez. Sen eğer kuran ve sünnete aykırı bir şeyi benimsiyor o fikre sahip oluyorsan bu aynı şey anlamına gelir.
cece11
Kalp ile Akıl farklı şeylerdir bir fikre sahip olmakla onu benimsemekte farklı şeylerdir. Orada inkar edenlerden bahsediliyor.
mürted kime denir, mürted kimdir, mürtedin cezası