Basiret Nedir? İslamda Basiret Kavramı

Basiret Nedir? İslamda Basiret Kavramı

sempatik
Basiret Hakkında Ansiklopedik Bilgi

Basiret’, kelime olarak ‘görmek’ anlamındaki ‘ba-sa-ra’ fiil kökünden türemiş bir mastardır. Bir terim olarak basiret, idrak (anlayış/kavrayış) kuvveti, derin görüş, ileriyi görme, bilinçle kestirme, yakîn, burhan, huccet, bir şey hakkında oldukça bilgili olmak, zeka, ibret gibi anlamlara gelmektedir. Avın izini sürmeye yarayan kanına da basiret denmiştir. O izler avcıyı ava götürmektedir. ‘Basar’ın görmekle yakından ilgisi vardır. Basar görme endişesiyle bakmaktır. Bakmak-görmek ilişkisinde her ikisini birleştiren, ama nihai olarak ‘görme’yi’ hedefleyen bir bakmadır ‘basar’. Basar’ kelimesi aynı zamanda hem görme organı olan göz için, hem de gözün görme kuvveti için kullanılır. (Rağıb). İdrak eden kalb için ‘basiret’ sözü kullanılır.
Basiret, Kendisiyle hakla batılın temyiz edildiği marifet (bilgisi) olarak tarif edilmiştir. Basiret kavrama yeteneğidir, vukuf kazanmak, olay ve nesneleri anlayıp kavramak, vukufiyet kesbetmektir. Basiret bilmek anlamına da gelir. Araplar ‘raculun basîrun’ dediklerinde ‘alim’ kimseyi kastetmiş olurlar.
Bir Kur’an kavramı olan basiret Allah’ın görmesiyle alakalıdır. Allah’ın görme sıfatı vardır ve isimlerinden biri de Basîr’dir. Allah’ın görmesi (tabir caizse ‘basiret’i) ise, O’nun ilminin her şeyi kuşatması ile alakalıdır. Bu da ‘hikmet’ kavramını gündeme getirmektedir. Allah’ın görmesini (basar sıfatını, yani ‘basiret’ini) O’nun hikmeti’nden ayrı düşünmek ne mümkündür. Şu halde mü’minin basireti de hikmet kavramından ayrı düşünülemez.
‘Basiret’ kelimesi Kur’an’da iki kere kullanılmıştır. (12/Yusuf, 108; 75/Kıyamet, 14) Çoğulu olan ‘basâir’ beş yerde, yine basiretle hemen hemen aynı anlamda kullanılan ‘tabsıra’ kelimesi ise bir yerde kullanılmıştır. ( 50/Kaf 8 )
Kıyamet suresinin 14. ayetinde insanın kendi kendine şahitlik yapması anlamında kullanılmıştır. Basiret kelimesi Kur’an’da kavramsal anlamını en iyi ifade edici olarak Yusuf suresinin 108. ayetinde vuzuha kavuşturulmaktadır:
De ki, bu benim yolumdur, bir basiret üzere Allah’a davet ediyorum; ben ve bana uyanlar (böyleyiz). Ve Allah’ı tenzih ederim, elbette ben müşriklerden değilim. (12/Yusuf, 108).
Şimdi ayetteki birtakım ifadeler teker teker tedkik edilirse basiretin ne olduğu ve ne olmadığı daha iyi anlaşılacaktır. Dikkat edilirse ayetin eksenini ‘yol’ kavramı oluşturmaktadır. ‘Bu benim yolumdur’ sözüyle, Peygamber’in lisanından Allah’ın dini ‘yol’ olarak adlandırılmıştır. Peygamber bu benim sözüyle dine sahiplenmektedir. O bu yolu iyice özümsemiş, benimsemiş ve içine sindirmiş ki, ‘bu benim yolumdur’ diyor. Ayrıca, bu yolu en mükemmel bir şekilde kavramış olduğu da anlaşılmaktadır. Zira kişinin -şarlatanların dışında-, kavramadığı bir şeye ‘bu benim…’ diyerek sahiplenmesi mümkün değildir.
Hemen arkasından Peygamber (a.s.) bir basiret üzere Allah’a davet ettiğini beyan etmektedir. Allah’a davet ve basiret… Birbirinin lazım-ı gayrı mufarıkı iki erdem, iki görev. Allah’a davetin elbette basiretsiz olması düşünülemez. Allah’a davet sıradan bir iş değildir. Basiret, tebliğ ehli mü’minlerin bir niteliği olmak durumundadır. Peygamber (a.s.) bunu beyan etmekle kalmıyor, peşisıra, kendisine tabi olan mü’minlerin de aynı şekilde olduklarını belirtiyor. Peygamber’in bu sözü Allah tarafından da onaylanmaktadır. Şu halde mü’minler de tıpkı Peygamber/ler gibi basiret üzere Allah’a davet etmekle yükümlüdürler.
Bu sözlerin ardından Peygamber Allah’ı tesbih ve tenzih ediyor. Allah’ın sübhan olduğunu söylemek, yaratılmış olan insan ve diğer varlıkların hiçbirine benzemediğini, insanın aklına gelen tasavvurlardan müteal olduğunu ifade etmek demektir. En son olarak da Peygamber, kendisinin müşriklerden olmadığını ilan etmekte, bir nevi deklarasyon yapmaktadır. Şu halde, Allah’a basiret üzere davet etmekle müşrik olmamak ve Allah’ı tenzih etmek, Allah’ı yüceltmek arasında birebir ilişki vardır. Yani basiret’in esasını şirkten temizlenmek teşkil etmektedir. Allah’a çağrı yapıldığına göre, tanım gereği, Allah’ın dışındaki bütün somut ve soyut putların reddedilmesi zorunludur. Basiret üzere olmayan davet şirke yakın bir davettir. Basiretli olmak mesela, şirkin zıddı olan tevhidin bir başka ifadesi olarak, Allah’ı tenzih etmeyi gerekli kılar. Tıpkı Muhammed (a.s)ın yaptığı gibi. Allah’ı tenzih edemeyen kişilerin basiretli olduklarını düşünmek mümkün değildir. Müşrikler eğer basiretli olsaydılar şirk içinde olmazlardı.
Günümüz sosyo-politik ortamında, tıpkı Allah’ın kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın emrinin en küçük bir riski bile göze almayın, her türlü kolaycılığı deneyin, Allah yolunda hiçbir sıkıntıyı göğüslemeyin, nenize lazım! şeklinde anlaşılması gibi bir durum yaşanmaktadır. Halbuki Allah İnfak edin; infak etmeyerek kendi ellerinizle kendinizi (cehennem) tehlikesine atmayın (2/Bakara, 195) buyururken, İslam düşmanlarının dikkatinizi üzerinize çekecek hiçbir girişimde bulunmayın olarak, yani ayetin maksadına tamamen ters bir yoruma ulaşılmıştır. Tıpkı bunun gibi, basiretli olmak , takiyyeci olmak, en küçük bir risk bile varsa inancını gizlemek, köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek gibi küçük hesaplar yapmak olarak anlaşılmaktadır. Oysa basiretli olmak, tebliğin önüne çıkan engelleri, yine Allah’ın emirleri çerçevesinde kalarak aşmak anlamına gelir. Basiretli olmak ileriyi görmek demektir, bir delikten iki kere ısırılmamak demektir. Fakat bütün yapacaklarını, İslam düşmanlarının tepkilerine göre şekillendirmek basiret olamaz.
Burada, hemen hemen her şeyin olduğu gibi basiretin de sahteleştirildiğinden bahsetmenin mümkün olduğunu Kur’an bize öğretmektedir. Bu öğretiye göre, Musa’nın yokluğunda altından bir buzağı heykeli yapan Samiri, Musa’nın kendisini sorgulaması üzerine şöyle demektedir: Ben onların göremediği bir şeyi gördüm… (20/Taha, 96). Samiri, bu ifadeye göre, Musa’nın getirdiği ayetlerden, diğer insanların anlamadığı, daha farklı şeyler anlamış. Onların fark ve idrak edemediği şeyleri fark ve idrak etmiş, yani daha basiretli olmuş! Fakat Samiri’nin basireti kendisini, alemlerin Rabbi Allah’ı bırakıp kendi eliyle yaptığı bir hayvan heykeline tapma derekesine düşürmüştü! Yani bu, basiret olarak adlandırılan gerçek bir basiretsizlikti. İşte Kur’an’ı Samirice okuyuş biçimleri süregeldiği için, çağdaş Samiriler, Kur’an öğrencilerinin gördüğünden daha farklı şeyleri gördüklerini iddia ederek, kendilerini çağdaş İslam düşmanı rejimlerin kulluğuna adamaktadırlar. Kendileri gibi beşer olan rablerinin verdikleri para, ünvan, yetki ve makam gibi iltifatlar sayesinde Samiri’nin buzağısı benzeri putlar yaparak, insanları bunlara tapmaya çağırmaktadırlar. Seçim meydanlarında öttürdükleri mikrofonları Samiri’nin buzağısından daha gür ses çıkartmakta, böylece beşer-tanrılarına tapmaya daha yüksek sesle çağırmaktadırlar. Bu hal, yeni bir Musa’nın avdetine kadar böyle devam edecektir…
Kısacası, Samiri’nin basiret iddiası şeytani bir manipülasyondur. Mü’minlerin basireti ilk başta bütün şeytani manipülasyonları farketmeyi ve onların şerrinden Kur’an rehberliğine sığınmayı gerektirir. Samiri ve bel’am taifesinin İslam düşmanı ulusal ve küresel müstekbirlere tabasbusları, onların çizdiği çizginin dışına çıkmama gayretleri kesinlikle basiret değildir. Bu olsa olsa, münafıklık olabilir.
Mü’minlerin basireti Allah’a kul oldukça artar, gelişir ve sağlamlaşır. Sağlamlaştıkça da bütün şeytani oyunların üstesinden gelme kuvveti kazanır.


Basiret

ACİLSERVİS
BASÎRET

İdrak, zeka, ilim, tecrübe, kalp ile görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görme, kavrayış, feraset. Başımızdaki göze basar, kalp gözüne de basîret denir. (Rağıb el-ısfahânî, el-Müfredat, 49). Buna göre basîret; kalp gözüyle görüş, işin iç yüzüne nüfuz etmek bir şeyin içini -dışını, önünü- sonunu, aslını ve hakikatini bilmektir. Bu nedenle basîret-i kalp, kalp uyanıklığı; basîretsiz,gafil, basîreti bağlanmak gaflette bulunmak anlamına gelir.
Basîret ilâhî bir nur ve hakkın batıldan ayırt edilmesine yarayan bir bilgidir. Kalplerinde bu özellik bulunmayan kimseler hakkında Allah Teâlâ "Onların kalpleri vardır ama onunla gerçekleri anlayamazlar" (el-A’raf, 7/179) buyurmuştur. Basîret Kur’an-ı Kerîm’de tekil şekliyle iki yerde geçer:
a- "Ey Muhammed! De ki, benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar basiretle insanları Allah’a çağırırız." (Yusuf,12/108). Burada basiret açık delil, kesin bilgi manasında kullanılmıştır.
b- "Özürlerini sayıp dökse de insanoğlu kendi kendine şahiddir." (el-Kıyamet, 75/14) ayetinde şahit manasına kullanılmıştır. Görme yani basar hem insanlarda hem hayvanlarda olduğu halde basiret duygusu sadece insana verilmiştir. Etraftaki eşyayı, uzaktaki bir cismi iyi ve mükemmel bir şekilde rahatça gören gözler olduğu gibi, bunu çok az görenler de vardır. Aynı şekilde eşyanın hakikatini tam anlamıyla idrak eden fevkalâde basiret olduğu gibi bu eşyanın gerçeklerini göremeyen kalp gözleri de vardır. İnsanın kötülük ve ahlâksızlıklara dalması onun basîretini bağlar. Fakat Allah’a itaat, salih bir amel, mükemmel ve gerçek bir tevhidi akide, mümine üstün bir basiret verir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in "Mümin’in ferasetinden korun, zira o Allah’ın nuru ile bakar" (Tirmizî, Tefsir Suretu’l-Hicr, 6) buyurması mümindeki basiret ve kavrama kabiliyetinin üstünlüğünü gösterir. Basiret sahibi bir mümin başkalarından önce kendi kusur ve eksikliklerini görür. Resulullah şöyle buyurur: "Allah bir kulu hakkında iyilik murad ederse, ona, kendi kusurlarını görme kabiliyetini verir. " (Müslim, Kader, 4,5). "Ey basiret sahipleri ibret alınız. " (el-Haşr, 59/2) ayeti, insanın ilerisi için daha tedbirli davranıp Allah’ın emirlerine ters düşmekten sakınmasını sağlamak maksadıyla yapılan bir hatırlatmadır. Bu da müminin basiretini gösterir.
İman bir basirettir. Basireti açık olanlar Allah’ın dinine ve hükümlerine talip olurlar. Basireti kapalı olanlar da Allah’ın nizam ve hükümlerine sırt çevirirler.
Ahmet AĞIRAKÇA


mumsema
BASİRET

a-Basiret Nedir?
‘Basiret’, görme, görüş, gören göz gibi anlamlara gelen ‘basar’ kökünden türemiştir.
‘Basiret’in sözlükte, idrak etme, görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görebilme, kavrayış, bir şeyin iç yüzünü anlayabilme, feraset, kalb ile görme gibi manaları vardır.
Kur’an bu kelimeyi normal ‘görme’ anlamında kullandığı gibi, gerçeği keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yalandan, Hakk’ı batıldan ayırma yeteneği anlamında da kullanmaktadır.
‘Basiret’, kalp gözüyle görebilme, işin iç yüzünü anlayabilme, bir şeyin aslını ve gerçeğini idrak edebilmedir. Manevi körlük ve sapıklıkta olmak bunun karşıtıdiı. Manevi körler, sadece kafa gozüyle görürler, ötesini göremezler, gördükleri maddi cismin ötesindeki anlam üzerinde düşünmezler.
Şu âyetin verdiği örnek oldukça ilginçtir:
Eğer onları doğru yola çağırsan işitmezler. Görürsün, sana bakıyorlar (nazar ediyorlar), oysa onlar görmüyorlar (basarları yok). (7 A’raf/198).
Kendilerine davette bulunan Peygamberi cisim olarak görüyorlar, O’na bakıyorlar ama O’nu, O’nun davetini, O’nun görevini anlamıyorlar.
Her türlü manevi faaliyetin merkezi kalptir. Kalbin de dışarıya açılan iki penceresi vardır. Bu pencerenin biri, duymak (sem’i) diğeri ise, görmek’tir (basar/basirettir). Duymak kulağın, görmek ise gözün gücüdür. Ancak her iki fiil de kalbin bir faaliyeti olarak kullanılır. Kalbin duyması, kulağın duyduğu şeyi anlaması, kavraması ve niteliğini tesbit etmesidir. Herhangi bir sesi duyan kimseye sağır denmez. Fakat Kur’an, Hakk’ı duydukları halde anlamayanlara, idrak etmeyenlere ve İslâma teslim olmayanlara ‘sağır’ demektedir.
Âlemlerin Rabbi Allah’ı hesaba katmaksızın hevasının her dediğini yapan, azan, sapıtan, inkârcı ve müşrik olanlar ile küfürdeki (inkârdaki) inadı yüzünden kalbi mühürlenmiş, kalbi Hakk’a kapatılmış kimseler; Hakk’ın sesini duyamazlar. Peygamberin yaptığı daveti anlamazlar. Kur’an âyetleri onlar için bir anlam taşımaz. Çünkü kalplerinin anlama kabiliyeti yoktur. İşte böyleleri ‘sağır’dırlar.
De ki: Ben sizi yalnızca vahy ile uyarıp-korkutmaktayım. Ancak sağır olanlar, uyarıldıkları çağrıyı işitmezler. (21 Enbiya/145)
Çok günah işlemekten ve isyan etmekten dolayı kalpleri kararmamış olanlar, dolaysıyla kulakları işitir olanlar, Peygambere indirilen âyetleri duydukları zaman anlarlar, imanları artar ve gözleri yaşla dolar. (5 Maide/83)
Bunun gibi ‘basar-görme’ faaliyeti de hem gözün bir fiili, hem de kalbin bir işi olarak geçmektedir.

b-Basír Kelimesinin Anlamı:
Rabbimizin güzel isimlerinden biri de aynı kökten gelen ‘Basír’dir. Her şeyi gören, en iyi gören, mutlak olarak gören demektir. O’nun görmesinin önünde hiç bir engel yoktur. O’nun görmesi için, ışık, cisim (yani cismin boyutları) ve mesafeye ihtiyaç yoktur.
Bu sıfat bir kaç âyette Semi’ (her şeyi işiten) sıfatıyla birlikte geçmektedir. O, her şeyden haberdardır, her şeyi görmektedir. Hiç bir şey O’nun bilgisinin ve görmesinin dışında kalamz.
… Dünya ve ahiret sevabı Allah’ın katındadır. Şüphesiz O, Semi’ (her şeyi işitir), Basír’dir (her şeyi görür). (4 Nisa/134)
‘Basír’, kelimesi ayrıca; sezen, gözüyle gören, bir belge sayesinde idrak eden, ibret gözüyle bakan gibi anlamlara da gelmektedir.
Buradan hareketle diyebiliriz ki ‘basiret’, sözlük anlamı yönünden, görebilme, doğru ve ölçülü görme, kavrama ve anlama, idrak etmedir. Kavram olarak; duyular üstü bir görmedir. Bu bir anlamda kalbin görmesi ya da kalbin bir şeyi idrak edip anlamasıdır. Baştaki göz fizik şartları hazır olduğu zaman (ışık, görme duyusu, boyut ve mesafe) cisimleri ve eşyayı görür. Kalp ise bu fizik şartlara bağlı görmenin ötesinde, Allah’tan kaynaklanan bir kabiliyetle eşyanın ötesini anlayabilme, sonsuza uzanabilme yeteneğine sahiptir.

c-Basiretin Boyutları:
İdrak, bir şeyi anlamadır. ‘Basiret’ idrakin bu yüceliğe ulaşmasıdır. İnsan, evrendeki duyular ötesi özellikleri, insanın derinliklerindeki sırları, eşyadaki ilâhí yönleri bu ‘basiret’ duygusuyla idrak eder, anlar. ‘Basiret’ bir anlamda Hakk’ı görebilme, onu anlayabilme ve onu doğru olarak tanıma kabiliyetidir. Basireti bağlanmış kimse kalbi kör kimsedir. O, Hakktan gafildir (habersizdir), Hakk’tan gelen daveti görecek yeteneğini yitirmiştir. Kalbinin bu özelliği ve gücü kaybolmuştur.
Yukarıda geçtiği gibi kalbin ikinci penceresi ‘görme duyusu’dur, yani ‘basar’ veya ‘basiret’tir. Basar’ın çoğulu ‘ebsar’, basiretin çoğulu ise ‘besair’dir.
Kur’an’da her ikisinin birbirinin yerine kullanıldığını görmekteyiz.Çünkü her ikisinin anlamı birbirine yakındır.
Ancak her ‘basar-görme’ sahibi ‘basiret’ sahibi değildir. ‘Basar’ kelime anlamı olarak daha çok kafa gözüyle görmektir. Kafa gözüyle bakan, baktığı şeyi dış görünüşü ile tanır, onu kendine göre algılar, ancak o gördüğü şeyin gerçeğine ulaşamaz. Basiret sahibi ise, gördüğü şeyin gerçeğine ulaşır, duyuların ve hayallerin ötesini idrak eder. Ki bu da ancak kalp gözüyle, yani basiretle olur.
‘Basiret’, normal görme olarak ta kullanılmaktadır. Ancak bu kullanışlarda kalp gözüne, yani basiretin kavram anlamına da işaret vardır. Şu örnekte olduğu gibi:
De ki: Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorun ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben bana vahyedilenden başkasına uymam. De ki: Kör (ama) olanla gören (basír) bir olur mu? (6 En’am/50 ayrıca bak. 11 Hûd/24. 17 İsra/72. 27 Neml/81) Bu âyetlerde geçen körler, Hakk’ı görmeyenler; basiret sahipleri ise Hakk’ı görüp, anlayıp teslim olanlardır.

d-Basiret İman İlişkisi:
‘Basiret’ aslında ilâhí bir nur’dur. Allah’ın ‘Basar’ sıfatının iman eden kullarda bir yansımasıdır. Mü’min bu nur (ışık) sayesinde Hakk’ı anlar, idrak eder ve gereğini yapar. Allah’ın âyetleriyle karşılaştığı zaman, ne anlama geldiklerini kavrar, yani bütün âyetler onun için bir anlam ifade ederler.
Sürekli salih amel işleyen mü’minlerin kalpleri tertemiz olduğu için basiretleri etkin haldedir. Günahlarla ve isyanla kirletilmemiş bir kalp nur (aydınlık) içerisindedir. Mü’min bu nur ile eşyanın, yani insana sunulan her türlü âyetin ötesüni idrak eder, bu idrak ve kavrama sonrasında da teslimiyetini artırır. İnkârcıların ve inatçı müşriklerin kalpleri bu görevini yapamaz.
Onların kalpleri vardır ama onunla gerçeği anlamazlar. (7 A’raf/179)
Şu hadis-i şerif bu konuda ilginç bir gerçeğin altını çiziyor.
Kur’an bir takım kalplerin pas tuttuğundan söz etmektedir. (83 Mutaffifin/14) Peygamberimiz (sav) kalplerin pas tutmasını şöyle açıklıyor; Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan kendini çeker, af ister ve tevbe ederse kalbi cilalanarak (o leke silinir). Şayet kul aynı hatayı yapmaya devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, bu lekeler kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Allah’ın; onların yapageldikleri ameller kalplerini paslandırmış sözündeki paslanmadır. (İbni Mace, Zühd/29, Hadis no: 4244, 2/1418. Tirmizí, Tefsir/75, Hadis no: 3334. 5/434)
‘Basar’, görmeyi ve görme gücünü ifade ederken, ‘basiret’ görmeyi sağlayan nur’u ifade etmektedir. Kur’an âyetleri insanların gerçeği görmelerine ışık uttukları için onlara da ‘basiret’ denmiştir. (7 A’raf/203. 28 Kasas/43) Bu nur’dan, bu basiret gücünden mahrum olanlar, aydınlıktan yoksun kalıp yollarını şaşıranlardır. Onlar, Hakk’a sırt çevirdikleri için nur’suzluğu, basiretsizliği kendileri seçmiştir.
Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını, (nurlarını) giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakiverir. (2 Bekara/17).
Allah’tan gelen vahy, yani Kur’an âyetleri birer ‘basiret’tir.
Doğrusu, size Rabbinizden ‘basiretler’ geldi; artık kim görürse kendisi içindir, kim de kör olursa kendi aleyhinedir. (6 En’am/104) Allah’ın âyetleri, insanın gerçeği görmesini, kalp gözünün açılmasını sağlayan nurdurlar. Bunları görmemek, bunlarla kalbi aydınlatmamak, tek kelime ile körlüktür.
Allah’ın âyetleri karşısında ikili oynayan münafiklar kördürler, sağırdırlar. (2 Bekara/18) (bakınız: Münafık)
İnatçı kafirler, doğru yola çağrılsalar bile işitmezler. Onlar bakar kördürler. (7 A’raf/198) Onların kalpleri vardır; bununla kavrayıp anlamazlar, kulakları vardır; bununla duymazlar, gözleri vardır; bununla görmezler. Bunlar tıpkı dört ayaklılar gibidirler. Dört ayaklı yaratıklar da bazı sesleri duyarlar, bazı şeyleri görürler ama ne olduğunu anlamazlar. (7 A’raf/179).
Kur’an-ı Kerim şöyle diyor:
De ki: Bu, benim yolumdur. Ben bir basiret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da … (12 Yusuf/108)
Peygamber (sav) insanları bir hayale, bir belirsizliğe, temelsiz şeylere davet etmiyor. O’nun davet ettiği şey, mantıklı, isbatlı, anlaşılan, basiretle idrak edilebilen şeydir. Onun kuruntularla, aslı astarı olmayan şeylerle ilgisi yoktur. Bu davet, körükörüne, batıl ve bozuk amaçlara, nefsin isteklerine bir davet değildir. Bu davet ne dediğini bilen, hikmete çağıran bir Peygamberin davetidir. Kur’an, basiret sahiplerini ifade ederken ‘ulu’l elbab-kalp sahipleri’ (39 Zümer/9), ‘ulü’l ebsar-basiret sahipleri’ (59 Hasr/2), ‘ulü’n nühâ-sağduyu sahipleri’ (20 Tâhâ/54) tabirlerini kullanıyor. Bu gibi basiret sahipleri nefislerinin isteklerine kapılarak günaha dalmazlar, kalplerini günahlarla kirletmezler ve karartmazlar; böylece onlar ilahí bir bağış olarak bir nur’a kavuşurlar. Basiret sahibi olarak manevi gerçekleri olduğu gibi idrak ederler.
Bu şekilde basiret sahibi olmayan bakar körler, kalp gözü kapalı olanlar; Allah’ın âyetleri karşısında sağır ve kör kesilirler. Ne o âyetleri anlarlar, ne de o âyetlerin arkasındaki gerçekleri idrak ederler. Sürekli günah ve isyanda oldukları için kapleri bu basiret nurunu kaybetmiştir. Bu nedenle Hakk’ı anlamakta, kabul etmekte ve gereğini yapmakta güçlük çekerler.
Basiret sahipleri gören kimseler, basireti olmayanlar ise kör (âmâ) kimselerdir. Ve onlardan sana bakacak olanlar vardır. Ama kör olanları –üstelik hiç görmüyorlarsa- sen mi doğru yola getireceksin? (10 Yunus/43) Onların bu körlüğü karanlık gibidir, tıpkı görmenin, yani basiret sahibi olmanın nur (aydınlık) olduğu gibi. (35 Fatır/19)
Kur’an, basiret sahibi kimseleri, azabı hak etmiş kimselerin durumundan ibret almaya davet ediyor. ….Artık ey basiret sahipleri ibret alın. (59 Haşr/2) Şüphesiz ki kalpleri paslanmış ve kirletilmiş, eşyayı olayları, âyetleri ve insan olarak konumunu anlayabilme nurunu kaybetmiş kimseler ne ibret alırlar, ne de basiretle bakabilirler.
Basiret, aslında iman etmiş bir kalbin ulaştığı yüce bir idrak ve kavrama yeteneğidir. Bu, mü’minlere imanın bir hediyesi olarak verilmiştir. Kalp gözünün açıklığı, iman nuruyla bakabilme, Allah’ın âyetlerini, Hakk’ı anlayabilme ve gereğini yapabilme anlayışıdır. Basiret sahibi olanlar, Hakk’ı anladıkları gibi baktıkları zamanda Allah’ın nuruyla bakarlar. (Tirmizí, Tefsir/16, Hadis no: 3127. 5/298) Bu bakımdan kendi hatalarını anlarlar, kusurlarını ve eksikliklerini görürler ve düzeltme yoluna giderler.
Basiret aynı zamanda Allah’ın hükümlerine uygun yaşama şuurudur. Basiretsiz olanlar ise, Allah’ın hükümlerine sırtlarını dönerler ve başkalarının hükümleriyle hayatlarıyla yön verirler.

_______________________________________

BASİRET(Kalp gözü açık,ileriyi gören)

(EN’ÂM suresi 104. ayet):
قَدْ جَاءكُم بَصَآئِرُ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنْ أَبْصَرَ فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ
(Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.
(A’RAF suresi 203. ayet):
وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِم بِآيَةٍ قَالُواْ لَوْلاَ اجْتَبَيْتَهَا قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يِوحَى إِلَيَّ مِن رَّبِّي هَـذَا بَصَآئِرُ مِن رَّبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Onlara bir mucize getirmediğin zaman, (ötekiler gibi) onu da derleyip getirseydin ya! derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu (Kur’an), Rabbinizden gelen basîretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir.
(YÛNUS suresi 43. ayet):
وَمِنهُم مَّن يَنظُرُ إِلَيْكَ أَفَأَنتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُواْ لاَ يُبْصِرُونَ
Onlardan sana bakan da vardır. Fakat -hele (gerçeği) göremiyorlarsa- körleri sen mi doğru yola ileteceksin?
(YÛSUF suresi 108. ayet):
قُلْ هَـذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
(Resûlüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim."
(İSRÂ suresi 102. ayet):
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا أَنزَلَ هَـؤُلاء إِلاَّ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ بَصَآئِرَ وَإِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا فِرْعَونُ مَثْبُورًا
(Musa Firavun’a: ) "Pek âlâ biliyorsun ki, dedi, bunları, birer ibret olmak üzere, ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin hakikaten mahvolduğunu sanıyorum!"
(CÂSİYE suresi 20. ayet):
هَذَا بَصَائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّقَوْمِ يُوقِنُونَ
Bu (Kur’an), insanlar için basiret nurları, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir.
(KAF suresi 8. ayet):
تَبْصِرَةً وَذِكْرَى لِكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ
Allah’a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık).
(KIYÂMET suresi 14. ayet):
بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ
Artık insan, kendi kendinin şahididir.


Soru: BASİRET

hasret
Basiret sahibi olanlardan oluruz inşaAllah …
Allah razı olsun …


İnşirah
ÜLÜ’L-ERBAB

"Ülü’l-elbab” tamlaması akıl sahipleri, akli selim olanlar, üstün akıl sahipleri olarak dilimize çevrilmiştir. Bu tamlamadaki "elbab” kelimesi bir şeyin özü, hakikatı manasına gelen "lüb” kelimesi çoğuludur. Ceviz, badem gibi yemişlerin içi gibi ifade eden bu kelime akıl içinde kullanılmıştır.

Kur’an-ı Kerimde olumlu manada kullanılan bu tamlamanın geçtiği ayetlere bakıldığında kelimenin temelinde bulunan mananın kendini gösterdiği görülür. Kur’an-ı sevkediliş gayesine uygun olarak anlayabilen, onun içindeki muhkem-müteşabihat konusunda, dini hükümlerin hikmetini anlama noktasında Allah Taalanın isteği doğru tavrı takınabilen ve kainat üzerinde cereyan eden olayları kavrayabilen kimselerin vasfı olarak yer almaktadır.

Ülü’l-elbabBU özellikleriyle kendi akıllarının bazı gerçeklere Peygamber (sav)’i , haşrı kabul etmeyenlerin karşısında yer alır.

Kur’an-ı Kerim hakkındaki şu ayet akli selim olanların özellikleri hakkında bizi bilgilendirmektedir. "(Rasulüm) Sana bu mübarek kitabı ayetlerini inceden inceye düşünsünler(tedebbür) ve akıl sahipleri(Ülü’l-elbab) öğüt alsınlar(tezekkür) diye indirdik. Bu ayette inceden inceye , gereği gibi düşünme diyebileceğimiz tedebbür,hasıl olan bilgiden istifade diyebilecegimiz tezekkür etme Kur’an-ı Kerim karşısında Ülü’l-elbabın tutumunu göstermektedir.

Bu kimselerle ilgili diğer ayetlere baktığımızda da ince anlayış ve bunun gereğince istifade , öğüt alma özelliği belirgin haldedir. Kainat üzerinde tefekkür , kurandaki kıssalardan ibret alabilme , kısasta hayatı görme bunlardır.

Kainat üzerindeki olayları kavrayabilme ve onlardan istifade etme özelliğine sahip olan bu kimseler, Allah Taalanın birliğini ve mükemmeliğini , ölümden sonraki hayatın , dünya hayatının geçiciliğini kainat üzerinden misallerle anlatıldığı ayetleri anlama kabiliyetleti yüksek olacaktır ve bunun sonucunda imanda yakine doğru adım atabilecektir.

İnce anlayış sahibi, anladığını kendi istifadesinde kullanabilen bu kimselerin diğer bazı özellikleri hakkında Ali İmran 190-195 ayetleri bizi aydınlatmaktadır.

Burada göklerin ve yerin yaratılmasında akıl sahipleri için ayetler (açık deli) olduğu belirtilmiş; peşinden onların her daim Allah’ı anan, göklerin ve yerin yaratılması hususunda tefekkür eden bunların boş yere yaratılmadığını itiraf edip Cenabı Hakkın yüceliğini tasdik eden , cehennemden dolayı Allah Taalaya sığınan, gönderilen elçinin çağrısına icabet eden, iyi kimselerden olma yönünde dua eden ve bu dualarına icabet edilen kimseler olarak geçmektedir. Sıhhatli bir düşünmenin ve olgun anlayışlı olabilmenin temel dinamiklerini göstermesi açısından bu ayetler oldukça mühimdir.

Diğer taraftan peygamberin melek olması gerektiği , normal insani vasıflarda olmaması gerektiği , kainatın boş yere yaratıldığı , Kur’anın sihir olduğu gibi düşünceye sahip olan ve dinden mahrum olan kimselerde kendilerince aklediyorlardı. Fakat Ülü’l-elbab kurtuluşa ererken onlar hüsrana uğramışlardır.

Sonuç olarak insanı diğer canlılardan ayıran akıl melekesini, insanın kendi yararına kullanabilmesi onun dünya ve ahiret saadeti için gereklidir. Ülü’l-elbab da Kur’anı Kerimde aklını gerektiği şekilde kullanabilen kimseler olarak sunulmuştur.


kusema
Hepinizden Allah Razı Olsun Okudum Saolun


ilke
Allah razı olsun kardeş emeğin içn teşekkürler.


Abdussamet
Basirek Kavramı Hakkında Geniş bilgiler için Allah razı olsun.


Muhammed
basiret ne demektir kısaca sözlük anlamı

  1. Doğru görüş, uzağı görüş, seziş, uyanıklık, anlayış, kavrayış, dikkat, sağgörü
  2. seçerlik
  3. Uzağı görme, seziş, sezgi, uyanıklık; anlayış, kavrayış.
  4. 1. göz açıklığı, inceden inceye etraflı derin görüş. 2. ön görüş, seziş.
  5. Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyanın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Feraset. İm’an-ı dikkat.


basiret ne demek, basiret nedir, basiret

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();