Kabe Nedir? İslamda Kabe Kavramı
mumsema
KÂBE
Mekke şehrinde Mescid-i Haram’ın ortasında yaklaşık 13 m. yüksekliğinde, 12 m. boyunda ve 11 m. genişliğinde taştan yapılmıs dört köşe bir bina. Haccın sebebi ve bütün müslümanların kıblegâhı olan Kâbe, yeryüzünde yapılmış olan ilk mukaddes mabettir. Buna Beytullah ve Beyt-i Atik de denir Kur’an-ı Kerim’de; "İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke’de bulunan mübarek ve alemler için hidayet kaynağı olan Kabe’dir" (Alû İmran, 3/96) buyurulur.
Hz. Peygamber, Ashab-a Kiramdan Ebu Zer (r.a)’in sorularına cevap olarak yeryüzünde ilk inşa edilen mescidirı "Mescid-i Haram", ikinci inşa edilenin"Mescid-i Aksa" olduğunu ve bu ikisi arasında kırk yıl süre bulunduğunu beyan buyurmuştur (Buhârî, Enbiyâ. 10).
Yukarıdaki ayet ve hadis-i şerif, yeryüzünde yapılan ilk mescidin Kâbe olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de Kâbe’yi inşa edenin Hz. İbrahim ile oğlu İsmail olduğu bildirilir.
Bu iki peygamberin Hicaz bölgesine intikali şöyle olmuştur. Hz. İbrahim Filistin yöresinde peygamberlik görevini yürütürken, ilk eşi Sâre ile sonradan evlendiği Hacer arasındaki duygusal rekabet ve kıskançlık sonucunda Hz. Hacer’i başka bir yöreye yerleştirmesi gerekti. Hz. İbrahim, Hacer’i ve süt emmekte olan küçük çocukları İsmail (a.s)’i alarak şimdiki Zemzem kuyusunun bulunduğu yere getirdi. Henüz Mekke şehri ve o yörede insan yoktu. Bir kırba su ve bir miktar yiyecekle onları orada bırakıp, Filistin’e dönmek isteyince; Hz. Hacer, bu hicretin Allah’ın emri ile olup olmadığını sordu. Hz. İbrahim; vahiyle bıraktığını söyleyince Hacer; "Allah kulunu zayi etmez, gidebilirsin" diyerek tevekkül ve teslimiyet gösterdi. Bir kadın ve kucağında süt emen, bebek yaştaki çocuk, çölün ortasında, insanın bulunmadığı bir yorede yalnız kalıyordu.
İbrahim (a.s) oradan ayrılırken şöyle dua etmişti: "Ey Rabbimiz! Soyumdan bazılarını, muharrem ve mukaddes evinin yanındaki çorak vadiye, namaz kılmaları için yerlestirdim. Rabbimiz! insanların kalblerini onlara meylettu. Onları meyvelerle rızıklandır ki, Sükretsinler" (İbrahim, 14/37).
Hz. Hacer, Safa ile Merve tepesi arasında su aramak için gidip gelirken, Cenâb-ı Hakk’ın bir ikramı olarak, oğlu İsmail’in bulunduğu yerden su kaynamağa başlamıştı. Bunu gören Hz. Hacer, suyun akıp gitmesini önlemek için set yapıyor ve suya "zem zem (dur, dur)" diye sesleniyordu. Kısa süre sonra kuşların hareketinden suyun varlığını anlayan seyahat hâlindeki Cürhümî kabilesi, yolunu değiştirerek oraya gelmiş, Hz. Hacer onlara su almaları için izin verirken, onlar da Hacer’in ve çocuğun gıda ihtiyacını üstlenmişlerdi İşte buraya yerleşen Cürhümîler Mekke şehrinin ilk kurucuları ve ilk halkını teşkil etmişlerdir (bk. ez-Zebîdî, Tecrid-i Sarih, Terc. Kamil Miras, Ankara 1984, VI, 13 vd.)
Hz. İbrahim zaman zaman Hicaz’a gelmiş, oğlu İsmail büyüyünce, birlikte Kâbe-i Muazzama’yı inşa etmişlerdir. Kur’an-ı Kerîm’de olay şöyle anlatılır:
"Bir zaman Biz, İbrahim’e Kâbe’nin yerini gösterip şöyle vahyettik: Bana hiç bu şeyi ortak koşma. Evim olan Kâbe’yi tavaf edenler, civarında oturanlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için temizle" (el-Hac, 22/26).
Kâbe inşa edilirken Hz. İsmail çevreden taş taşır, Hz. İbrahim de Kâbe’nin duvarlarını örerdi. Duvarlar yükselip yerden erişilmez olunca Hz. İsmail halen "Makam-ı İbrahim" adı ile ziyaret edilen taşı getirdi. Hz. İbrahim bu taşı iskele olarak kullandı. Ebû Kubeys dağından getirilen ve "Hacer-i Esved (siyah taş)" adı verilen taş da, tavafa başlama yerine işaret olmak üzere, halen bulunduğu köşeye yerleştirildi. Mabed’in duvarları yükselince, Hz. İbrahim ve İsmail şöyle dua ettiler:
"Ey Rabbimiz! Bunu bizden kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen çok iyi işiten ve çok iyi bilensin. Rabbimiz! İkimizi de sana teslim olan kıl. Soyumuzdan da Sana teslim olan bir ümmet meydana getir. Bize ibadetimizin yollarını göster. Tövbemizi kabul et. Şüphesiz Sen, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edensin. Ey Rabbimiz! Soyumuzdan vücuda getireceğin İslâm ümmetine kendi içlerinden bir Peygamber gönder ki, onlara Sen’in ayetlerini okusun, kitabını, hikmetini öğretsin, onları günahlardan temizlesin. Şüphesiz Sen, her şeye galipsin, hüküm ve hikmet sahibisin" (el-Bakara, 2/127-129).
Hz. İbrahim’in duası kabul olmuş, Cenâb-ı Hak O’nun soyundan Hz. Muhammed’i son peygamber olarak göndermiştir. Hz. Peygamber’in bu duayı kastederek; "Ben, babam İbrahim’in duasına ve kardeşim İsa’nın müjdesine, annemin de rüyasına mazhar olmuşumdur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 127, 128, V, 262) buyurduğu nakledilir.
Diğer yandan İbn Ucre (r.a)’nin rivayet ettiği bir hadiste; İslâm ümmetinin bütün namazlarda, "tehiyyât" ve "Allahümme salli-bârik" dualarını okuyarak, Hz. İbrahim’e ve nesline hayır-duada bulunmalarının, Hz. İbrahim’in bu eski duasına karşı bir teşekkür niteliğinde olduğu belirtilmiştir (ez-Zebîdî, a.g.e., VI, 18, 19).
Kâbe’yi ilk inşa edenin Hz. Âdem (a.s) olduğu, Hz. İbrahim’in ise oğlu İsmail ile birlikte Nuh tufanından sonra aynı temeller üzerinde onu ikinci defa inşa ettikleri de nakledilmiştir (ez-Zebidi, a.g.e, VI, 13).
Kâbenin inşası bittikten sonra, Allah tarafından Hz. İbrahim’e bütün insanları haccetmek üzere davet etmesi emredilmiştir. "İnsanları hacca davet et ki gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar" (el-Hacc, 22/27).
Hz. İbrahim Ebû Kubeys dağına çıkıp dört bir yana seslenerek Allah’ın Kâbe’yi hacc ve ziyaret etmeyi insanlara farz kıldığını bildirdi (ez-Zebidi, a.g.e, VI, 20, 21).
Hz. İbrahim bu ilânı yaptıktan sonra Cebrail aleyhisselâm gelerek, kendisine "Safâ" ile "Merve"yi ve Harem-i Şerif’in sınırlarını göstermiş, ayırıcı alâmet olmak üzere de birer taş dikmesini önermişti. Daha sonra hac menâsikini (gerekli bilgilerini) öğreterek, ihramlı bir şekilde Mina’ya ve yollarda "tehlîl" ve "telbiye" getirilerek Arafat’a varıldı. Vakfe’den sonra Müzdelife’ye, oradan da Mina’ya getirdi, kurban kestirdi ve şeytan taşlama (remyu cimâr) yaptırdı. Kısaca haccın bütün menâsikini öğretti. Haccın bu usul ve erkânı, Hicaz halkına Peygamber olarak gönderilen İsmail (a.s) tarafından da ümmetine öğretildi. Daha sonra İshak peygamber Mekke’ye gelerek, büyük kardeşi Hz. İsmail ile birlikte hac yaptı.
Bundan sonra yakın ve uzak beldelerden ziyaretçiler Hicaz’a gelerek Beytullah’ı ziyarete başladılar. İslâm’dan önceki dönemlerde Yemenlilerin ve bazı İran (Fürs) hükümdarlarının Kâ’be-i Muazzama’yı ziyaret ettikleri, hatta Hz. Peygamber’in dedesi Abdulmuttalib Zemzem kuyusunu temizletirken çıkarılan iki tane altın geyik heykelinin İran (Fürs) kurbanlarından olduğu nakledilmiştir (ez-Zebîdî, a.g.e, VI, 21).
Kâbe, o tarihten günümüze kadar bir çok defa tamir görmüştür. Nitekim Hz. Peygamberin büyük dedesi Kusay zamanında tamir edilen Kâbe, Hz. Peygamberin gençliğinde de Kureyş tarafından tamir edilmiş bu arada Hacer-i Esved’i yerine koyma hususunda aralarında ihtilaf çıkmış ve bu şeref Hz. Peygamber’e nasip olmuştur.
Daha sonra Abdullah b. Zübeyr zamanında, Emevî hükümdarlarından Abdülmelik zamanında tamir edilen Kâbe Osmanlı sultanları I. Ahmed ve IV. Murat zamanlarında da tamir edilmiştir. Osmanlı sultanlarından sonra Suud hükümeti de Kâbe’nin bakım ve tamiriyle ilgilenmektedir.
İlk zamanlar Kâbe ile ilgili görevler İsmail (a.s) tarafından yürütülmüştür. Ardından onun oğluna geçmiş, sonra Cürhümîlere ve daha sonraları çeşitli kabilelere geçerek sık sık el değiştirdikten sonra bu vazifeleri nihayet Kureyş kabilesi üstlenmiştir. Hatta önceleri Kâbe civarında ev yapmak saygısızlık sayılırdı. Kâbe bakımı Kureyş’e geçtikten sonra bu anlayış yıkılmış ve Kusay tarafından Kâbe civarı ilk defa kabilelere göre parsellenerek evler yaptırılmıştır.
Böylece Hz. Peygamber’in dedelerinden Kusay zamanında Mekke ilk defa şehir olarak medenî bir hüviyete bürünmüş oldu. Şüphesiz Kâbe’nin çevresinde insanların bulunması daha eskilere dayanır. Ancak tavaf alanı dışında kalan kısımların parsellenerek mahallelerin oluşturulması Kusay zamanında gerçekleşmiştir.
İslâmiyetten önce Mekke şehir devletinin görev üniteleri Kâbe ile ilgili vazifeleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Sidânet: Kâbe’nin perdedarlığı, anahtar koruyuculuğu ile hâciblik görevi idi. Bu görevi yürütmek en büyük şeref sayılırdı (bk. Hicâbe).
2. Şikâyet: Mekke’ye gelen hacılara tatlı su sağlama ve Zemzem kuyusu ile ilgilenme görevi idi.
3. Ridâne: Mekke’ye gelen hacıların fakirlerine yemek ikrâm etmek, onları barındırıp ağırlamak görevi idi.
Bir de Mekke emirliğine bağlı bazı görevler vardı ki bunlar da Kâbe ile ilgili görevlerle iç içe ele alınmaktadır. Bunları da şöyle sıralayabiliriz:
1. Ukâb (Kıyâde): Savaşlarda bu adla anılan sancağı taşıma görevi olup ya görevlendirilen veya bunu korumakla yükümlü olan kişi taşırdı.
2. Nedve: Bir nevi toplantı yeri idi; savaş, barış, düğün vb. önemli her mesele burada görüşülür, karara bağlanırdı. Buraya herkes değil, aile gruplarının kırk yaşından büyük olan başkanları katılırdı. Bu toplantı yeri ilk defa Kureyşli Kusay tarafından yaptırılmıştır. Tavaf alanının yakınında onun evinin bir kısmı olup, Dârü’n-Nedve olarak anılıyordu. Dârü’n-Nedve Mekkelilerin parlamentosu idi.
3. Sefâret: Elçilik görevi.
4. Taşınacak eşyalara müsaade verme görevi.
5. Savaş araçlarını koruma görevi.
6. Putların önünde fal oklarını çekme görevi.
7. Zemzem kuyusunun temizlenmesi ve tekrar hizmete sunuluşu.
Kâbe’nin doğudaki köşesine "Rükn-i Hacer-i Esved" veya "Rükn-i Şarkî", batı köşesine "Rükn-i Şâmî", güney köşesine "Rükn-i Yemânî", kuzey köşesine de "Rükn-i Irakî" denir.
Kâbe’nin kuzeybatı duvarı (Rükn-i Irakî ile Rükn-i Şâmî arası)nın karşısındaki zeminden 1 m. kadar yüksek ve 1,5 m. kalınlığındaki yarım daire şeklindeki duvara "Hatîm" denir. Bu duvar ile Beytullah arasındaki boşluğa "Hicr-i Kâbe, Hicr-i İsmail veya Hatîra" adı verilir.
Hz. İbrahim’in yaptığı Kâbe binasına bu kısım da dahildi.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in peygamber olarak gönderilmesinden beş yıl kadar önce Kureyş kabilesi tarafından Kâbe tamir edilirken malzeme yetmediği için bu kısım dışarıda bırakılmıştır. Kâbe’ye dahil olduğu için tavafın bu duvarın dışından yapılması vacip görülmüştür. Hz. Hacer’le, oğlu Hz. İsmail’in "Hicr" mevkiine defnedildiği rivayet edilir (bk. ez-Zebîdî, a.g.e, VI, 17-20).
Kâbe’nin üzerine yağan yağmur sularının aktığı oluk (Mi’zab-ı Kâbe) "Altın Oluk" diye bilinir.
Kâbe’nin kapısı, binanın kuzeydoğusunda Rükn-i Hacer’i Esved ile Rükn-i Irakî arasında zeminden iki metre kadar yüksekliktedir. Duvarın kapı ile Hacer-i Esved arasında kalan kısmına "Mültezem" denir. Kâbe’nin etrafını çevreleyen ve içerisinde namaz kılınan kısma Mescid-i Haram denir. Yeryüzünde bulunan en faziletli mescid Mescid-i Haram’dır.
Şâmil İA
Cevap: KÂBE
LeoparGS
Kâbe
Kâbe; mü’minlerin kalbinin müşterek attığı bir mihrap ve ‘insanlar için vazedilen ilk ev…’ takdîr ve tebcîliyle yüceltilmiş ilk ma’beddir. Temeli, yeryüzünde henüz, harcın, taşın, tuğlanın bilinmediği bir dönemde, gökler ötesi âlemlerde plânlandı ve durulardan duru bir Nebî’nin eliyle gerçekleştirildi. Oturduğu zemînin o işe tahsisi, Adem nebînin yeryüzüne teşrîfinden yıllar ve yıllar önce kararlaştırılmıştı. Öyle ki, bir gün melekler Hazret-i Âdem’le karşılaştıklarında ‘Sen, var edilmeden evvel bizler defaatle Kabe’yi tavaf ettik’ diyeceklerdir. Tufandan sonra ‘Hatırla o zamanı ki, İbrâhim ve İsmâil (as) Kabe’nin temellerini yükseltti ve şöyle dediler: Ey Rabbimiz, bizden bu hayırlı işi kabul buyur!’ ilâhî beyânıyla, peygamberler babası Hazreti İbrâhim ve onun oğlu İsmâil (as) dümdüz olmuş Kâbe arsası üzerinde onu yeniden inşâ ettiler.
Arzın merkezinden ‘Sidret-ül-Müntehâ’ ya kadar ins, cin ve meleğin her zaman çevresinde dönüp durduğu bir amûd-i nûrâninin ‘nurdan sütun’ yeryüzünde mücessem bir kesiti sayılan Kâbe, her lahza görünür-görünmez milyarlarca temiz ruhun, harîmine can atıp vuslat aradığı, öyle eşi-menendi olmayan bir binâdır ki, kıymeti semâlara eşittir dense sezâdır.. zaten o gökte ve yerde Allah’ın evi manâsına ‘Beytullah’ olarak yâd edilmektedir.
Her yıl ehli îmân, dünyânın dörtbir yanından, uçak, vapur ve otomobillerle onun yumuşak; yemyeşil ve ötelere açık sıcak iklimine koşar ve daha yolun başında bütün günlük endîşe ve telaşlardan sıyrılarak, sırtındaki sâde, temiz ve beyaz urbâlarıyla tarifi imkânsız bir imrendiriciliğe ulaşır ve âdeta meleklerle atbaşı hâle gelir.
Bu kutlu yolculukta az-çok hemen herkes, bambaşka bir âlemin sahillerinde farklı bir dünyâya doğru yol aldığını duyar gibi olur ve bütün seyahat esnasında hep hayret kuşaklarında dolaşır durur.. kâh, ulu bir çınarın duruşu gibi vakarlı, kâh bir korunun sükûtunu andırır mahiyette heybetli ve kâh bir denizin ürperticiliğini hatırlatır şekilde azametli.. ama mutlaka samimi ve ihlaslı.
Kâbe yolları oldukça uzun, mesafeler de insafsızdır. Tasavvuf yolunun seyr u sülûku, tasfiyenin çilesi, Cennet çevresinin tepeleri, cehennem civarının çukurları gibi, bu mübârek seferin de bir kısım sıkıntıları vardır; ama bunlar, rûhî gerilimin daha da artması ve iç hazırlığın tamamlanması için şarttır. Bu uzun yolculukta herkes derecesine göre kendini hazırlar.. dolabildiğince dolar.. gerilir ve büyük bir birikimle gider oraya ulaşır.
Bu mübârek yolculuk, eski zamanlarda, atlarla, develerle yapılırdı. O devirde hacılar, Kâbe’ye varıncaya kadar yüzlerce makam, yüzlerce merkade uğrar.. Enbiyâyı izâmın yaşadığı yerleri ziyâret eder; hayâlen onlarla buluşur-görüşür.. evliyâ ve asfiyânın meclislerine koşar, onların aydınlık ikliminden ışık alır ve bu masmâvi, manâ dolu yollarda yüzüyor gibi yolculuk yapar.. bir güzellik, bir şiir, bir romantizm banyosu almışçasına ruhunun gücüyle silahlanır, manâ âlemlerinden gelecek vâridâtı duymaya hazır hâle gelir ve sonra da gidip Hakk kapısının tokmağına dokunurlardı…
Evet, bütün bir yol boyu görüp duydukları şeylerden, kalplerinde, ruhlarında hasıl olan en derin seziş ve duyuş kabiliyetleriyle gidip Kâbe’ye ulaştıklarında, onu, başı gökler ötesi âlemlere uzanmış; oradan ziyaretçilerine bakıyor ve için için bir iştiyakla onları bekliyor bulur ve şiddetli bir vuslat arzusuyla kendilerini onun kucağına atarlardı. Evet, onun vakarlı bir yüze benzeyen cephesini ve bu nurlu çehrenin çevresinde mermerlere akseden gölgesini.. göklere doğru uzayıp giden manâsını, etrafa ışık yağdıran atmosferini gören her gönül, kendince bir şeyler duymaya, bu derin sîmânın arkasındaki manâları sezmeye ve bu mübârek yolculuğa sebep teşkîl eden gâyedeki hazzı, en derin bir ibâdet neşvesi içinde tanımaya başlar ve zevklerin en erişilmezine erer…
Kâbe; bulunduğu noktaya o kadar uygundur ki, ona dikkatlice bakan herkes, bulunduğu yerle, onun ruh ve manâsı arasındaki sımsıkı râbıtayı hemen sezebilir. Sanki o, hariçten getirilmiş rastgele malzeme ile değil de yerden fışkırıp çıkmış veya gökte melekler tarafından inşâ edilip bilahare yeryüzüne indirilmiş gibidir. O, yanı başındaki, yanmış kavrulmuş, büyük-küçük, dağ-tepe ve taş yığınları arasında, bir zikir halkasındaki serzâkire benzer. Çevresindeki her şey onun iniltileriyle inler, onunla yukarılara el kaldırır ve sonra da sessiz onu dinlemeye koyulur.
Kâbe; dost mahremiyetine açık bir haremlik, çevresi ise ağyâra da açık bir selâmlık, Safâ-Merve hakikat semâsını temâşa için hazırlanmış birer kameriye, Makam-ı İbrâhim ötelere yükselten nurlu bir merdiven, Zemzem kuyusu da bu aşk meclisinde bir sâkî gibidir. Bunların bütünü aşk yolcusunu birden selâmlayınca, insan âdeta uhrevîleşir, rûhuna açılan pencerelerle ‘melekût âlemini’ temâşâya başlar ve bütün bütün insan muhayyilesi, öyle geniş ufuklara yelken açar ki, bir adım daha atsa kendini ötelerin hülyâlı mavilikleri içine girecekmiş gibi sanır…
Kâbe, yeryüzü binâlarındandır ve gerekli materyal de kendi çevresinden tedârik edilerek inşâ edilmiştir ama sanki O, amâ’nın bağrında kök salıp gelişmiş ve bütün varlığın, esrârını ruhunda taşıyan bir nilüfer gibidir; hem arzla hem de semâsıyla doğrudan doğruya olmasa bile dolaylı bir alâkasının var olduğu sezilir. O, geçmiş bütün devirlerden değişik çizgilerle en asil, en soylu, en eski bir târihî pırlanta ve aynı zamanda değerini kat kat arttırarak hep yeni kalabilmiş atik ve antik bir binadır; Hazret-i Âdem, sulbünden gelen bütün nesillerin ruh, karakter ve mizaçlarında en önemli bir kaynak olduğu gibi, Kâbe de yeryüzünde binâ ve inşaat vak’asının ruh, manâ ve muhtevasını taşıyan sırlı bir evdir.
O’nun harîminde her zaman, Cennetlerden esip gelen ve hakikata açık gönüllere dolan bayıltıcı, Firdevsî kokular duyulur. Her an dünyânın dörtbir yanından koşup O’na gelenler, O’nu gördükleri andan itibaren kendilerinden geçer ve bu umûmî mihrâbın etrafında, ışığın çevresinde raks eden kelebekler gibi pervâz eder durur ve bütün ışıkların hakiki kaynağıyla daha yakından temas yollarını araştırırlar. Kendinden geçmiş gönül erlerinin tavâfı, zâhiren Kabe’nin çevresinde olmaktadır; hakikatta ise, bu deveran kalbe dayalı nurdan bir helezon içinde mekânsızlıkta cereyan etmektedir.
O’nun iklîmine ulaşan ve O’nunla buluşan âşık ruhlar, zaten özlerinde mevcut olan o yüksek düşünce ve tasavvurlarda daha da derinleşerek onun büyüsünü daha da bir başka duymaya başlarlar.
Böylelerinin nazarında Kâbe, Hakk katındaki yeri, insanlar nazarındaki manâsı, rûhu, özü ve değerleriyle onlara şiir söyleyen, nasihat eden, ders veren bir üstat halini alır ve onların ruhlarına sürekli bir şeyler fısıldar.
Kâbe çevresinde, her vazife ve mükellefiyetin kendine göre bir büyüsü vardır. Ve îmânlı sînelerin, büyünün tesirinde kalmamaları da düşünülemez. Her lahza onun çevresinde dönen, zaman zaman büyüyen ve büyüdükçe bir sel hâlini alıp o mübârek mekânın her yanını dolduran tavaftaki ruhlar; o çağlayan içinde duydukları heyecan ve cezbe ile kendilerini bütün bütün unutur, ledünnî ve rûhânî bir başka âleme uyanırlar. Orada, her söz, her duâ ve her yakarışta kendi aşk ve iştiyaklarının dile getirildiğini hisseder, kalplerdeki en mahrem duyguların, duyulmadık en mahrem kelimelerle seslendirildiğine şahit olur ve bütün ömür boyu, buradaki ses, ışık ve mûsikîyle bütünleşen hislerle, en erişilmez hazları, en ölümsüz hâtırâlar içinde elde etmiş olurlar.
Fethullah Gülen,Yeni Ümit
Cevap: Kâbe Kavramı
imam
Mekke ve Kâbe ile İlgili Özel Vazifeler
Mekke şehrini kuran Kusayy, şehrin idâresi, Kâbe’nin bakımı ve Kâbe’yi ziyârete gelenlere hizmetle ilgili bazı görevler ihdâs etti. Bu hizmetler Hz. İsmâil’in neslinden olan kimseler tarafından yerine getiriliyordu. Bu hizmet ve görevlerden bir kısmı şunlardır:
1- Hicâbe: Kâbe’nin perdedarlığı ve anahtarlarını taşıma görevidir.
2- Sikâye: Kâbeyi ziyârete gelenlerin suyunu temin etme ve Zemzem kuyusuna bakma görevidir.
3- Rifâde: Kâbeyi ziyâret için Mekke’ye gelenleri ağırlama, barındırma ve muhtaçlara yardımcı olma hizmetidir.
4- Nedve: Kusayy tarafından yapılan "Dâru’n-Nedve" adlı istişâre meclisi binâsında yapılan toplantılara başkanlık etme görevidir. Savaş, sulh ve memleketin diğer bütün önemli işlerinin kararı, burada yapılan toplantılarda verilirdi. Kırk yaşından küçük olanlar, bu meclise alınmazlardı.
5- Livâ: Savaş zamanında ve askerin toplanmasında sancağı taşıma görevidir.
6- Kıyâde: Savaşta askere komuta etme görevidir.
7- Sefâre: Aynı toplum içindeki fertler veya kabîleler arasında meydana gelen çekişmelerde hakem olarak arabulma hizmetidir.
8- Hazine-i emvâl: Savaş için hazırlanan silâh, mal ve âletleri muhâfaza etme görevidir.
9- Ezlâm: Oklar ile fal bakma işidir.
Kâbe’nin üzerine konulmuş olan Hubel adlı putun yanında üç fal oku vardı. Birinde: "emeranî rabbî" (Rabbım bana emretti); diğerinde "nehânî rabbî" (Rabbım bana yasak kıldı), yazılıydı. Üçünçüsü ise boştu.
Yapacağı iş konusunda karar veremeyen kişi, ezlâm işiyle görevli kimse aracılığı ile bu oklardan birini çekerdi. Birinci ok çıkarsa, tasarladığı işi yapar, ikincisi çıkarsa o işten vazgeçerdi. Üçüncüsü çıkarsa, o işi bir yıl erteler, ertesi sene falı yenilerdi.
10- Nezâre: Bir yerden başka bir yere nakledilecek eşyayı kontrol ve muâyene ettikten sonra "taşıma ruhsatı" verme görevidir.
Araplar arasında her biri büyük bir şeref sayılan bu hizmet ve görevlerin hepsi Kusayy’ın elinde toplanmışken daha sonra Kureyş arasında dağılmıştır.
kabe ile ilgili kavramlar
NuN
Kabe nedir? Kısaca
KÂBE ARAPÇA YAZILIŞI
(الكعبة)
İslâm inanışına göre yeryüzünde yapılan ilk mâbed, müslümanların kıblesi.
Sözlükte dört köşeli veya küp şeklinde olmak anlamındaki ka’b (كعب) kökünden gelen ka’be küp şeklinde nesne demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de adı iki defa geçen Kâbe’ye (el-Mâide 5/95, 97) bir kısmı yine Kur’an’da yer alan Beyt (el-Bakara 2/125, 127, 158; Âl-i İmrân 3/96, 97; el-Enfâl 8/35; el-Hac 22/26; Kureyş 106/3), Beytullah, el-Beytü’l-atîk (el-Hac 22/29, 33), el-Beytü’l-harâm (el-Mâide 5/2, 97), el-Beytü’l-muharrem (İbrâhîm 14/37), el-Mescidü’l-harâm (el-Bakara 2/144, 149, 150; el-Mâide 5/2; et-Tevbe 9/7, 19, 28), el-Beytü’l-ma’mûr (et-Tûr 52/4), el-Meş’arü’l-harâm, Beniyye, Devvâre, Kādis, Kıble, Hamsâ, Müzheb gibi çeşitli isimler de verilmiştir; halk arasında daha çok Kâbe-i Muazzama tabiri kullanılmaktadır.
Mekke şehrinde Mescid-i Harâm’ın ortasında bulunan Kâbe yaklaşık 1,5 m. genişliğindeki temeller üzerine inşa edilmiştir. Dıştan dışa 10,70 × 12 m. ölçüsünde ve 15 m. yüksekliğinde olan duvarlar 1,25 m. kalınlığındadır (Abdüsselâm Ahmed Nazîf, s. 170). Temeller, tavaf alanı (metâf) yüzeyinden 22-27 cm. arasında değişen yükseklikte yukarı çıkmış ve duvarlar 25 cm. kadar içeriden başlatılarak temellerin dışarıda kalan kısmının üzeri 45º meyilli mermer levhalarla kaplanıp duvarlarla birleştirilmiştir. Yanları da mermer kaplama olan ve şâzervân adı verilen bu kısma Kâbe örtüsünü tutturmak için bakır halkalar konulmuştur. Mekke’nin çevresindeki dağlardan getirilmiş bazalt parçalarıyla yapılan duvarların dış yüzlerinde değişik boyutlarda 1614 taş yer almaktadır (M. Tâhir el-Kürdî, III, 235).
kabe kavramı, kabe nedir, kabe ninanahtar kavrami