Bişri Hafiden Sözler
Ecir
Bişri hafi islam dünyasında nasuh tövbenin örneği olarak gösterilir. Hayatının bir kısmını meyhanede geçirmiştir. Bir gün evinde eğlence varken bir şahıs evin kapısını çalar, bir cariye kapıyı çalar. şahıs bu evin sahibi kölemidir yoksa azadlımıdır der. cariye azadlıdır der. şahıs azadlı böylemi olur diye cevap verir.
Cariye içeri gider ve olanları bişri hafiye anlatır, bişr çıplak ayakla dışarı koşar ve o an tövbe eder, tövbe ederken yalın ayak olduğu için artık ayakkabı giymez ve adıda yalınayaklı bişr anlamında bişri hafi olur. daha sonraki hayatını islama adar hatta ahmet bin hanbel hazretleri bir çok kere onun ziyaretine gidecek kadar ona değer verirdi.
Bişr-i Hâfî’ye, bu ilme, yüksek derecelere nasıl kavuştun diye sorduklarında; ‘Az yemekle.’ deyip, ‘Yiyip gülen ile, yiyip ağlayan aynı olmaz.’ buyurdu
‘Sabır susmaktır. Susmak sabırdandır. Konuşan, susandan daha fazla verâ sâhibi olamaz. Şu var ki, âlim kişi bir yerde konuşur bir yerde susar.’
‘Sabır güzeldir. Bu ise, insanlara şikâyette bulunmamaktır.’
‘Emri mârûf ve nehy-i anil-münker yapmak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek için, eziyetlere sabretmek gerekir.’
‘Nâfileler farzların terk edilmesine sebeb olduğu zaman nâfileleri terk ediniz. İyiyi iyi olarak kabul etmeyen, çirkini de çirkin olarak kabul etmez. İhtilâf ve ayrılıkla birlikte îtilâf ve birleşme olmaz.
‘İnsanlar arasında tanınmak isteyen, âhiretin tadını alamaz.’
‘Şöhreti seven kimse, Allah’tan korkmaz.’
‘Övülmekten hoşlanmak kadar ahmaklık düşünülemez.’
‘Dünyâ ve âhirette elem ve kederlerden kurtulmak isteyenler, kötü ahlâk sâhipleriyle görüşmemelidir.’
‘Tasavvuf nedir? ‘ diye sorulunca, buyurdu ki: ‘Tasavvuf üç anlama gelir. İlki mârifet nûruna ârif olmak ve verâ hâlini kaybetmemektir. İkincisi, dış görünüşünü bâtıl olan şeylerden alıkoymaktır. Sonuncusu ise kerâmetlerini gizlemektir.’
‘İnsanlardan biri, Allahü teâlâya tevekkül ettim, diyor. Halbuki Allahü teâlâya karşı yalan söylüyor. Gerçekten Allahü teâlâya tevekkül etseydi, O’nun, hakkındaki muamelesine de razı olurdu.’
‘Hüzün pâdişâhtır. Bir yere yerleşince oraya başka bir şeyin yerleşmesine razı olmaz.’
‘Ben, Muafa bin İmrân’dan işittim. O da Süfyân-ı Sevrî’den şöyle dediğini işitmiş; insanları memnun etmek, ulaşılamayan gayedir.’
‘El-Evzâî şöyle buyurdu. Bir zaman gelecek ki, ünsiyet sâhibi kardeş, helâl bir lokma ve sünnete uygun bir amel o zaman çok az olacak.’
‘Kim Allahü teâlâya yaklaşırsa, insanlardan uzak kalır.’
‘İnsanların sırlarını ortaya çıkaracak sorular sorma.’
‘Nefsim için en güvendiğim amelim, Peygamber efendimizin Eshâbına sevgi ve hürmetimdir.’
‘Böbürlenmen, kendi ibadetini çok, başkasınınkini az görmendir.’
‘Malınız varken aç sabahlamanızı, malınız yokken tok sabahlamanıza yeğ tutarız.’
‘Âdemoğlunu dünyada takip eden musîbetlerin başında, sevdiklerinden ayrılması gelir.’
‘Bir kimse bize, hadîs anlat dediği zaman, anla ki, bize kolaylık göster, demek istiyor.’
‘Makâmların en yükseği, ölünceye kadar fakirliğe sabretmektir.’
‘İki haslet vardır ki, kalbe sıkıntı verir: Çok konuşmak, çok yemek.’
‘Bir kul Kur’ân-ı kerîmi hatmederse, melekler onun iki gözü arasını öperler.’
‘Kişi gazabını yenmedikçe, takvâ sâhibi olamaz.’
‘Konuşmak hoşuna giderse sus, susmak hoşuna gidince konuş.’
‘Kim Allahü teâlâdan dünyâyı isterse, Allahü teâlâ da onun dünyâda uzun zaman kalmasını ister.’
‘Müminin izzeti, insanlardan uzak durmasıdır. Şerefi ise gece namaz kılarak ayakta durmasıdır.’
‘Ana ve babanın evlatlarına duaları, bir peygamberin ümmetine olan duası gibidir.’
‘Verâ, şüphelilerden temizlenmek ve her an nefisle muhasebe etmektir.’
‘Kötü insanlarla arkadaşlık yapmak, hayırlı insanlara su-i zana, kötü düşünmeye sebep olur.’
‘Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini karartır.’
‘Şâyet insanlar Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünselerdi, O’na isyân etmezlerdi.’
‘Akıllı kimse, hayrı ve şerri bilen kimse değildir. Akıllı kimse hayrı gördüğünde ona tâbi olan, şerri gördüğünde ondan kaçınan kimsedir.’
‘Ölümü hatırladığın zaman, dünyanın güzelliği ve şehvetleri senden gider.’
‘Kötülüklerini gizlediğin gibi iyiliklerini de gizle.’
‘Dünyayı seven kişi ölümü sevmez.’
‘Melekler, kendisine hayran kaldığı kulun amelini yükseğe çıkarır ve Allahü teâlânın huzuruna götürür.’
‘Kişinin ameli az olursa, düşünce ve sıkıntıya müptela olur.’
‘Dün öldü, bugün can çekişiyor, yarın doğmadı. Öyle ise şu anı değerlendirmek için amele sarıl.’
Neden câmide vâz vermiyorsun diye sorduklarında; ‘Câmide vaaz vermek için câmi hüviyetli olmak, o işin ehli olmak lâzımdır.’ buyurarak tevâzuda bulundu.
Bişr-i Hâfî hazretleri yerinde ve az konuşurdu. Talebelerine ve sevenlerine buyurdu ki: ‘Sahifelerinize ne yazdığınıza dikkat ediniz. Çünkü bu, Rabbinize karşı okunacaktır. Yazık o kimseye ki çirkin söz konuşur. Eğer içinizden biri bir kardeşine içinde çirkin söz bulunan bir yazı gönderse, şüphesiz bu bir hayâsızlık olur. Ya Rabbine karşı kötü söz söyleyenin hâli ne olur? ‘
Şaşarım o adamın aklına ki din kardeşini arkasından çekiştirir de yüzüne gelince ona sevgi gösterir, hemen onu övmeye başlar. Kim insanların şeref ve haysiyetiyle oynadığı halde, Allahü teâlânın kendisini sevdiğini iddia ederse, şüphesiz o bir yalancıdır. Çünkü o bir şeytandır. Şeytan ise Allahü teâlânın düşmanıdır.
Bir kimse Bişr-i Hâfî hazretlerine gelerek; ‘Ben seni Allah için seviyorum.’ dedi. O da; ‘Sen sözünde sadık ve doğru değilsin. Bazen akşam olunca ahırdaki merkebini hatırlamak beni hatırlamaktan sana daha mühim göründüğü hâlde, nasıl oluyor da Allah için beni sevdiğini iddiâ ediyorsun? ‘ buyurdu.
Bişr-i Hâfî’nin ilme ve irfâna bağlılığı, şöhret ve riyâset (başkanlık) sevdâsıyla değil, sünnet-i seniyyeye uyma arzûsuyla idi. Nitekim ‘Reislik arzûsuyla ilim öğrenen, Allahü teâlâyı kızdıracak bir işle O’na yaklaşmaya çalışıyor demektir. Çünkü ilim sebebiyle reislik istemek gökte ve yerde öfkeyi gerektirir.’ buyururdu.
Hikmete ermenin yolunun Allahü teâlâya isyanı terk etmekte olduğunu söylerdi. O, ibadetin lezzetine erenlerdendi. Bu lezzete ermenin yolunu şöyle bildirirdi: ‘Kendinle arzu ve isteklerin arasına demirden bir perde çekmedikçe, ibadetten lezzet duyamazsın.’
Bir kimse Bişr-i Hâfî’ye gelerek; ‘Gecenin bir saatinde olsun istirâhat etseniz.’ dedi. O da; ‘Allahü teâlâ geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı Resûlullah sallAllahü aleyhi ve sellem, ayakları şişinceye kadar ibadet ettikleri halde ben nasıl uyuyabilirim? Çünkü ben bir tek günahımın bile, Allahü teâlâ tarafından bağışlanmış olduğunu bilmiyorum.’
Talebelerini ellerini açmış dua ederken görünce; ‘Dua, günahları terk etmektir.’ buyururdu. Rızk konusunda insanları haramlardan ve şüphelilerden sakınmaya teşvik ederdi. Özellikle ticaret erbabını helâl ve temiz kazanca yönlendirmeye çalışırdı. Bu husustaki ayet-i kerime ve hâdis-i şerifleri sık sık tekrar eder; ‘Ekmeğini nereden kazandığına iyi bak. Kendini Cehennem’e atma.’ diye nasihat ederdi.
Amellerin kıymetlisinin üç tane olduğunu bildirir: ‘Birincisi mal az olduğunda da cömert olabilmektir. İkincisi, tenhada da verâ sahibi olabilmek yani haramlardan kaçınabilmektir. Üçüncüsü, kendisinden korkulan ve bir şeyler umulan kimsenin huzurunda da hakkı söyleyebilmektir.’ buyururdu.
Dünyaya gönül verenlere; ‘Dünyaya talib olan insanlardan dünyalık istemeye utanmıyor musun? Siz dünyalığı, dünyayı yed-i kudretinde tutan Allahü teâlâdan isteyiniz.’ buyururdu.
‘Yediğin neredendir? ‘ diye soranlara şöyle cevap verirdi: ‘Siz benim nereden yediğimi ne yapacaksınız. Kendinizin ne suretle yediğinize bakınız. Çünkü gülerek yiyenle ağlayarak yiyen bir olmaz. Az yiyen el, çok yiyene denk olmaz. Yediğiniz ekmeğin nereden olduğuna, çoluk çocuğunun oturduğu evin hangi yoldan kazanıldığına dikkat ediniz.’ buyururdu.
Allahü teâlâya olan muhabbeti sebebiyle Allahü teâlânın düşmanlarına düşmanlık ederdi ve; ‘Sevgilini kızdırana muhabbet beslemen sana yakışmaz.’ buyururdu.
Nâfile hacca gideceklerden biri Bişr-i Hâfî’ye vedâ için geldi. Ona; ‘Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı? ‘ deyince; ‘Ne kadar harçlığın var? ‘ diye sordu. ‘İki bin dirhem harçlığım var.’ diye cevap verdi. Bişr-i Hâfî: ‘Hacca gitmekle zühdü mü, yoksa Kâbe’ye olan aşkını mı, yoksa Allah rızâsını mı kastediyorsun? ‘ diye sorunca, adam: ‘Allah rızasını kastediyorum.’ dedi. Bunun üzerine Bişr-i Hâfî; ‘O halde evinde dururken, Allah’ın rızâsını kazandıracak bir şeyi sana söylersem, yapar mısın? ‘ deyince; ‘Evet yaparım.’ karşılığını verdi. Bunun üzerine Bişr-i Hâfî;
‘O halde sen bu iki bin dirhemi, borcunu ödeyemeyen bir fakire, yiyeceği olmayan bir yoksula, nüfusu kalabalık, geçimi dar olan bir âileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye yirmişer dirhem ve hattâ istersen hepsini bunlardan birine ver. Zira Müslümanı sevindirmek, düşkünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nafile olarak yapılan yüz hacdan daha sevaptır. Kalk da dediğim gibi yap. Şayet böyle yapmak istemiyorsan asıl kalbinde olanı bana söyle.’ dedi. Vedâ ya gelen kimse; ‘Doğrusu kalbimde hacca gitmek tarafı kuvvetlidir.’ dedi. Bunun üzerine Bişr gülümseyerek adama döndü ve; ‘Servet, şüpheli şeylerden kazanıldığı takdirde, nefis, kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ve Salih ameller yaptığını göstermek ister. Hâlbuki Allahü teâlâ, yalnız muttakilerin, haramlardan sakınanın amelini kabul eder.’ buyurdu.
Adamın biri elinde bıçak ile bir kadına musallat oldu. Güçlü olduğu için kimse adama engel olamıyordu. Kadın çırpınıp duruyordu. Bu esnada Bişr-i Hâfî rahmetullahi aleyh oradan geçmekte idi. Adama iyice yaklaşıp bir şey söyledi. Adam birden yere düştü. Kadın kurtuldu. Etrafındakiler adamın yanına gittiler ve adamın zor nefes aldığını gördüler. Sana ne oldu diye sorulunca, adam; ‘Bilmiyorum, ihtiyar zat bana; ‘Senin bu yaptığını Allahü teâlâ görüyor.’ deyince, ayaklarımın bağı çözüldü ve gördüğünüz gibi yere düştüm. Bu zat kimdir? ‘ dedi. Bişr-i Hâfî’dir dediler. Bunun üzerine adam; ‘Eyvah ben onu bir daha nasıl göreceğim.’ dedi ve kuvvetli bir sıtma hastalığına yakalanarak kısa bir zaman içinde öldü.
Bişr-i Hâfî, Esved bin Sâlim’i, Ma’rûf-i Kerhî’ye yolladı. Esved bin Sâlim ona; ‘Bişr-i Hâfî, seninle kardeşlik olmak istiyor. Bunu açıkça size söylemekten çekindiği için, beni size gönderdi. Kendisini kardeşliğe kabul etmenizi diliyor, fakat bazı şartları da vardır. Onlar da: Bu kardeşliğin duyulmaması ve karşılıklı ziyaret ve görüşme yapılmamasıdır; zira o, fazla iltifattan hoşlanmaz.’ dedi. Bunun üzerine Ma’rûf-i Kerhî; ‘Fakat ben kardeş olduğum kimseden gece ve gündüz ayrılmak istemem.’ dedi ve Allah için sevginin fazîletini anlatan birçok hadîs-i şerîf okudu. Sonra; ‘Resûl-i ekrem sallAllahü aleyhi ve sellem, hazret-i Ali’yi kendine kardeş yapmakla, onu ilimde kendisine ortak etti. En sevimli kızını ona verdi. Şimdi sen şâhid ol, mademki seni gönderdi. Ben de onu Allah için kardeşliğe kabul ettim. O, beni ziyarete gelmezse de, ben onu ziyarete giderim. Ona söyle sohbetlerde buluşalım. Hâlinden hiçbir şeyi benden saklamasın, her hâlini bana bildirsin.’ dedi. İbn-i Salim, durumu Bişr-i Hafi’ye anlatınca, razı oldu ve memnuniyetle kabul etti.
Bir gün Bişr-i Hafi’nin eşyasını çaldılar. Ağlamaya başladı. ‘Mal için ağlanır mı? ‘ denilince; ‘Mal için değil, hırsızın günah işlediğini, kıyamet gününde bunun azabını çekeceğini düşünüp ağlıyorum.’ dedi.
Adamın biri Bişr-i Hafi’ye gelip; ‘Bana vasiyet et.’ dedi. Bişr-i Hafi ona; ‘Şöhretten sakın, helâl lokma yemeye gayret et.’ dedi.
Büyüklerden bir zât anlatır: Bişr-i Hâfî’nin yanında idim. Hava çok soğuk idi. Gâyet ince giymiş, titriyordu. Yâ Ebâ Nasr bu havada çok kalın giyerler, siz giydiklerinizi çıkardınız dedim. ‘Fakirleri hatırladım. Malım, param yok ki onlara yardım edeyim. İstedim ki, ben de onlar gibi olup, sıkıntılarını çekeyim.’ dedi.
Hasan Hayyât anlatır: Bir gün Bişr-i Hâfî’nin yanında idim. Birkaç kişi gelip, Bişr-i Hâfî’ye selâm verdi. Bişr-i Hafi onlara siz kimsiniz deyince; ‘Biz Şam’dan geliyoruz, hacca gidiyoruz. Duanızı almak için size uğradık.’ dediler. Bişr-i Hafi onlara; ‘Allahü teâlâ sizden razı olsun.’ dedi. Onlar; ‘Bizimle hacca gelmek istemez misin? ‘ diye sorunca; onlara; ‘Üç şartla: Yanımızda bir şey taşımayacağız, hiç kimseden bir şey istemeyeceğiz, eğer birisi bize bir şey verirse kabul etmeyeceğiz.’ dedi. Onlar; ‘Yanımızda bir şey taşımamaya evet! Kimseden bir şey istememeye de evet! Fakat bize verileni kabul etmemeye gelince, buna gücümüz yetmez.’ dediler. Bunun üzerine Bişr-i Hafi; ‘Siz Allahü teâlâya değil, hacıların azığına güvenerek yola çıkmışsınız.’ buyurdu.
Bişr-i Hâfî hazretleri hiç evlenmemişti. Kendisine; ‘Niçin evlenmiyorsun? ‘ diye soranlara; ‘Bana ömrüm kadar bir ömür daha verilseydi, evlenebilirdim. Zira ömrümde ancak Allahü teâlâya kulluk vazîfelerimi yapabiliyorum.’buyurdu. ‘Eğer sen evlenseydin kulluğun tam olurdu.’ deyince de; ‘Kendi hakkımı yerine getirmekten korkuyorum da onun hakkını nasıl yerine getirebilirim.’ buyurdu. ‘Niçin evlenerek Sünnet-i seniyyeye muhalif olmaktan kurtulmuyorsun? ‘ diyenlere de; ‘Ben farzlarla meşgul oluyorum. zira farzları yerine getirmek, sünnetten evlâdır.’ Buyurdu
Bişr-i Hafi hazretlerinin hastalığı sırasında talebelerinden birisi onu ziyarete gitti. Bişr-i Hafi’ye; ‘Bana nasîhat et.’ dedi. Bişr-i Hafi buyurdu ki: ‘Bir karınca vardı. Yazın taneleri toplar, kışın yerdi. Bir gün topladığı taneyi yemek üzere ağzına aldı. Tam bu sırada gelen bir kuş onun ağzındaki taneyi kaptı. Karınca topladığı şeyi yiyemedi ve emeline kavuşamadı. Dünyada insanlar da böyledir. Mal ve servet toplarlar. Onları ya başkaları alıp tüketir veya ölüm kuşu gelip o kimseyi alır da dünyadaki emeline kavuşamaz. Hal böyle olunca, dünyaya gönül vermemeli, âhiret için hazırlanmalıdır.’
Cevap: Bişri Hafiden Sözler
meryemgül1
‘İnsanlar arasında tanınmak isteyen, âhiretin tadını alamaz.’
‘Şöhreti seven kimse, Allah’tan korkmaz.’
Hepsi birbirinden anlamlı güzel sözler
Allah c.c.razı olsun kardeşim
bişri hafi sözleri, bişri hafi hazretleri sözleri, bişri hafi