Marifetin Dereceleri

Marifetin Dereceleri

rems
Marifetin Dereceleri

Selamünaleyküm !
Değerli Hocam,
Marifetin (bilmenin) derecelerinden söz ediyoruz. İmana taalluk eden gaybi varlıklar hakkındaki bilgimizin de farklı dereceleri olduğunu kabul ediyoruz. Sufilerin "müşahede"si, bilmenin en üst derecesi olma iddiasında. Öyle bir bilme ki, bilinen, bilenin (aklında/zihninde değil) benliğinde biliniyor. O derece ki, bilen, bilinenle bir oluyor. Müsahade makamındaki sufi, hakikati, olduğu hal üzere açık-seçik görüyor…
Sorum şu;
Bilmenin bu derecesi, "gayba iman" espirisini ortadan kaldırmaz mı?Bunlar nasıl bağdaşır? Kur’an, muttakiler için, "Onlar gayba imanederler" diyor. Bu derece açık-seçik ve hakikatin en yalın halde görüldüğü bir müsahadede, "gayba iman"dan nasıl söz edilebilir? Böyle bir müsahade le bilinen, bilen için, hala "gayb" hükmünde olur mu? Özetle;
Sunilerin "müsahade"si karşısında, İslam’in "gayba iman" esprisinin durumu nedir?
Ve
Gaybi varlıkları bu derecede müsahade edebilmek, (nasslar muvacehesinde) kul için mümkün müdür? Mesela; "…Öyle nimetler hazırladım ki, hiçbir göz görmedi, hiçbir kulak işitmedi, hiç kimsenin hayaline gelmedi…" hadisi, bu tür gaybi hususların müsahadesinin mümkün olmadığını, müsahadenin dahi,hakikati, olduğu hal üzere göstermediğini kanıtlamaz mı?Bu konuda, beni, zihnimi tatmin edecek derecede aydınlatır iseniz,sevinirim.
Allah’dan, hayırlı hizmetlerinizin devamını niyaz ediyorum.
Ve’s-selam


31/10/2007

Aziz ilim talibi,
Aleyküm selam

Mukaddimeten…
Marifet vadisinde söz tükenmez. Bu denize dalan niceleri boğulduğu için çıkamamışlardır. Kıyıda onun çok derinlere daldığını düşünerek heyecanla bekleyenlere, bazıları, sorumsuzca, onun "ğayb" olduğunu, "ğayba karıştığını", "denizle birleştiğini", "ben denizim" deme hakkını kesbettiğini söyleyerek prim kapma yarışına girmişlerdir. Bunların hepsinde hakikatten bir pay vardır. Fakat asıl söylenmesi gereken onun boğulup öldüğüdür. İşte marifeti "yaşanan" bir şey gibi sundukları halde kendileri marifeti "satılan" bir şey imiş gibi davrananların yaptığı böyle izah edilir.

Evvelen…
Kuran’dan yola çıkılarak yapılan "bilme" tasnifine katılıyorum: İLME’L-YAKİN, AYNE’L-YAKİN, HAKKA’L-YAKİN.
İlme’l-yakin, bir şeyin bilgisine sahip olmak, ona dair bilgiyi kesbetmektir. Ayne’l-yakin, bir şeyi görerek yakine ermektir. Hakka’l-Yakin bir hakikati yaşayarak bilmektir. Fakat bu üçü bilme nesnelerinin tamamı için geçmez. Bazı şeyler vardır ki ne yaparsanız yapın onu ilmelyakin bilirsiniz, asla aynelyakin bilemezsiniz. "Len-terani" sırrı budur. Bazı şeyler vardır ki ilmelyakin de bilemezsiniz, çünkü Allah’tan gayrısının bilgisine kapalıdır. Bu "el-ilmu indAllah" sırrıdır. Bazı şeyler de vardır ki ilmelyakin ve aynelyakin bilirsiniz de hakkalyakin bilemezsiniz, hatta bilmek istemezsiniz. Cehenneme iman imanın konusudur. Ama cehennemi bilmenin hakkalyakini cehenneme girmektir. Bunu yakin isteyen biri ister mi? isterse o marifet ehli sayılır mı? Ezcümle, bu konuda bu üçlü için kopmaz bir hiyerarşi doğru değildir.

Saniyen…
İslam âlimleri bilgiyi ikiye ayırırlar:
1) HUDURİ BİLGİ: Varlığa varoluştan verilmiş/yüklenmiş bilgidir. Fıtrat budur. Her şeye "ma hulika lehi" (yaratılış amacı) tıpkı bir bilgisayarın yazılımı gibi yüklenmiştir. Aslı mahfuz karttadır (levh-i mahfuz). Biz insanlara da ma hulika lehimiz yüklenmiştir. Buna huduri bilgi denir. Bu mevcuttur, VACİD BUNU VİCDANINDA MEVCUT OLARAK BULUR VE BU ONUN İÇİN BİR VECD OLUR. Huduri bilgide bazı insanlara fazladan bir şey yüklenmiş olduğunu iddia etmek hiçbir delili olmayan türrehat cinsinden bir iddia olur. Kerameti kendinden menkul bu tür bir iddiaya farzı muhal evet demiş olsak, bu durumda bunun isbatı gerektir. Kur’an Allah’ın kelamıdır ve baştan sona ayetlerle yani "hakikati muhatabına kabul ettirmek için belgelerle" dolu olduğu halde, muhataplarına deliller sunup onlardan da tezlerini doğrulayacak delil istediği (kul_ hatu burhanekum in kuntum sadikin) böyle bir şeyi savunanların insanlara bir delil getirememiş olmaları manidar değil midir?

2) HUSULİ BİLGİ: Bu öğrenme yeteneği huduri olarak verilen insanın bu yetenekle sonradan kazandığı/edindiği/aldığı/ahz ettiği/kesb ettiği/mevhibe-i ilahiyye olarak elde ettiği bilgidir. Bu manada vahiy de husuli bilgidir fakat onu diğer husuli bilgilerden ayıran, vahyi özne tahsil etmez, vahyin sahibi vahyi seçtiği şahısta hâsıl eder. Ona da Peygamber denir.
Şu halde husuli bilgilerin en yücesi vahiydir. Fakat vahyi alan peygamberin HAKİKATİ MÜŞAHADE konusunda iri iri laflar eden teosofik sufizm müntesiplerinin söylediklerinin zekâtı kadar iddialı söz söylememişlerdir. Aksine Kur’an Şura suresinin 51. ayetinde vahyin üç geliş yolunu açık seçik söyleyerek spekülasyonları önlemiş. Yani husuli bilginin en yücesine sahip bir peygamber bile HAKİKATİ DOLAYSIZ MÜŞAHEDEDEN söz etmesini nefyetmiştir. Şura 51’deki vahyin üç iletiliş biçiminin üçünün de "DOLAYLI" olduğunun beyanının sırrı budur.

Salisen…
Müşahede mümkündür. aslında bu tasaffi etmiş her kalbin tezkiye ve terbiyeti oranında alabileceği görüntülerdir. Fakat bu görüntülerin istikamet verme potansiyeli kadar saptırma potansiyeli de vardır. Zira tıpkı şu havada binlerce verilmiş görüntünün uçuştuğu ve içinde helal görüntülerden harama ve hatta küfür görüntülere varana dek her çeşidi bulunduğu gibi, manevi görüntüler de böyledir. Unutmayalım ki Kur’an şeytanların da vahiy indirdiğini söyler. Peki, bu MÜŞAHADELER NASIL AYRILACAKTIR. İKİNCİSİ, KİŞİNİN KENDİ MÜŞAHADESİ HAKİKAT HUSUSUNDA ONU GÖRENİN DIŞINDAKİLER İÇİN NEDEN, NASIL DELİL OLACAKTIR? KAYDA ALINIP TAHLİL EDİLEMEYEN, BİR ÖLÇÜYE VURULAMAYAN, KAYNAĞI TAHKİK EDİLEMEYEN BU TÜR MÜŞAHADE İDDİALARI VE BU İDDİALARLA ELDE EDİLMİŞ MARİFETLER BAŞKALARI İÇİN NASIL VE NEDEN DELİL OLACAK?

Rabian…
Evet, ğayb müşahade edilemeyendir. Ğaybın katmanları vardır. Allah’a ğayb yoktur. Meleğin müşahede edip insana ğayb olan, peygamberin müşahade edip ümmete ğayb olan hususlar vardır. Miraç esasen budur: peygamberin iman ettiği ğaybdan bir kısmını müşahede etmesidir. Biz o hususlara hala ğayb olarak iman ederiz, ama bizim için ğayba imanın konusu olan bazı hususlar PEYGAMBER İÇİN MÜŞAHEDE EDİLMİŞ İMAN UMDELERİDİR. Fakat teosofik sufizmin öyle müşahade iddiaları var ki, orada ğayb sınırı kalmamaktadır. Haydi, bu iddiaları kabul edelim. Fakat nereye kadar? Neden? Bizi hakikatten koparsalar da mı? Vahiy ve vahyin çizdiği sınırlar ne olacak? Peygambere çizilen ve peygamberin çizdiği sınırlar ne olacak? Bu da bir tür manevi liberalizm olmaz mı? BIRAKINIZ GEÇSİNLER, BIRAKINIZ YAPSINLAR mı diyelim: yani bırakınız söylesinler, bırakınız akıllarına eseni söylesinden. Hiç kimse de isbap istemesin. Zira "rüşvetin" olduğu gibi "müşahedenin" de belgesi olmaz? Öyle mi?

Bu vadiye söylenecek daha çok söz var. Fakat bir ipliğini çekince kırk yaması dökülen marifet ve müşahade iddiaları dün cahil insanların cehaletinden yararlanılarak illüzyon vs ile destekleniyordu. Hiç sordunuz mu kendi kendinize: Geçmiş çağlarda ortalıkta haşhaşisinden cavlakisine kadar elini sallasan ellisine değecek kadar çok müşahede ve marifet ehli varken bu çağlarda neden azalmıştır? Hayır, asla ahir zaman olduğu için değil. Bir, insanlar "neden" sorucusunu eskisinden fazla sordukları için, iki, aklını kullananlar arttığı için. Üç, illüzyonla gerçek eskisi kadar karıştırılmadığı için. Dört, vahiy daha fazla anlaşılmaya başlandığı için.

Son sözü vahiy söylesin: İNNE ŞERRADDEVABBİ İNDALLAHİSSUMMUL BUKMULLEZİNE LA YAKILUN: ALLAHA GÖRE, VARLIKLARIN EN ŞERLİSİ AKLINI KULLANMADIĞI İÇİN HAKİKATE KARŞI KÖR VE SAĞIR DAVRANANLARDIR.


Cevap: Marifetin Dereceleri

Şema
Soruya cevap veren mustafa islamoğlu hocadır. paylaşım için Allah (cc) razı olsun


marifet ehli

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();