Kına Geceleri ve Kadınlarımız
ßaran
Çocukluğumun renkli gecelerinden biri kına geceleriydi. Buna Mudurnu’da kına denilirdi kısaca.
Kına gecesine gelen kadınlar ve genç kızlar , önceden hazırlanan alaylara otururlardı. Tabure gibi iki desteğin üzerine , uzunca bir tahta uzatılırdı.(Daha sonraki yıllarda sandalye konulmaya başlandı.) İçiçe geçmiş dikdörtgenler şekli verilirdi bu oturma yerlerine. İşte bu düzene alay denirdi. Ortada , oyun oynamaya yetecek kadar boşluk bırakılırdı. En ön sıralara bindal(bindallı) ve üçetek giyenler otururlardı. Kız tarafının yakınları bindal, erkek tarafı üçetek giyerdi. Ama kızlar, erkek tarafı da olsalar, kız tarafı da olsalar üçetek giyerlerdi. Bindalı sadece kadınlar giyerdi. Kızlar, başlarına fes takmaz, çatkı ( Üzeri parlak pul ve boncuklarla işlenmiş olan, kırmızı renkte örtü.) örtmezlerdi. Üç etek giyenlere şöyle bir bakıldığında, kimlerin kız, kimlerin evli olduğu belli olurdu. Başında fes ve çatkı olmayanlar kızlardı. Fes ve çatkı, bir evlilik işareti gibiydi.
Bu giysiler giyilince, altın ( Boyuna takılan beşibiryerde, gıremise, güneşli, cumhuriyet altını gibi .) ve bilezik takmak şarttı. Olmayanlar birisinden emanet alır, takarlardı. Bazı kadınların boyunlarındaki altın dizisi taaa göbeklerine kadar gelirdi. Onların bu görüntüsü, bana çok komik gelirdi.
Kadınların oynaması için def çalınırdı. Def çalan kişi, çok güzel mâniler söylerdi. Önce üçetek ve bindal giyenler oynardı; sonra normal giysi giymiş olanlar. Yöresel giysi giymiş olanlardan da kız tarafı kalkardı önce oyuna. Sonra erkek tarafı oynardı. Tüm bunlara dikkat edilmeliydi. İki taraf arasındaki tatsızlıklar, sudan sebeplerle çıkardı düğünlerde. Kız tarafından yöresel giysi giymiş olanların oyunları bittikten sonra erkek tarafı oynardı.
Kadınların bazıları, hatta çoğunluğu oyuna kalkmakta nazlanırlardı. Nazlanmak bile âdet gibiydi. Çok oyun meraklısıymış gibi, Oyuna kalk deyince, hemen kalkılmazdı. Çok oynamak da ayıptı. Kına gecesine gidenler, eğlenmek için değil, bir âdeti yerine getirmek için giderlerdi. Bu, o kadar belli olurdu ki. Kadınları oyuna kaldırmakla görevli bir kadın olurdu. Önce yöresel giysi giymiş hanımları sıra ile oyuna kaldırırdı. Kadınlara oyuna kalkmalarını söyler, eğer kalkmakta nazlanırlarsa, eline aldığı oklava gibi bir çubukla kadınları dürtükleyerek, oyuna kalkmalarını isterdi.
Oyuna kalkan kişi, sıradakiyle(oturma sırasına göre) oynar, daha sonra orada bulunan akrabalarını oyuna kaldırır, nezaket gereği mutlaka bu kişilerle oynardı. Oyun bitince de birbirlerine sarılır, kucaklaşırlardı. Oynadıkları oyunlar, bana sıkıcı gelirdi. Ciddi bir tavırla, öyle çok fazla hareket yapmadan, sakin sakin oynarlardı. Oyun oynamıyorlar da, istemedikleri bir işi yapıyor gibilerdi. Birlikte oynadıkları kişinin ayaklarına bakarlar, aynı figürleri yaparlardı. Oynarken gülümsemezlerdi bile, hatta somurturlardı. Sanki bir görevi yerine getiriyorlardı. Büyük bir ciddiyetle oynarlar, tüm becerilerini ayak figürlerinde gösterirlerdi.
Oyunları bitince, ön sıralarda oturan ve yöresel giysi giymiş hanımlardan para alırlardı. İsteyen, oynayan kişiye parayı uzatırdı; oynayan kişi de bir elini, para verenlerin önünde gezdirirdi. Verilenler hep madeni paraydı. Toplanan paralar, def çalan kadına verilirdi. Defin içine atılırdı. Defçi, defi şöyle bir sallayarak, paraları şıkırdatır, Allah bereket versin, diyerek, memnuniyetini belirtirdi.
Bazı oynayanlara herkes para verirdi de, bazılarına nedense pek veren olmazdı. Kimlere daha çok para verildiğine dikkat ederdim. Ama bu kişilere neden fazla itibar edildiğini anlayamazdım.
Def çalmak, öyle herkese vergi değildi. Def çalanın hem sesi güzel olacak, hem de onlarca mâni bilecekti. Hatta, oyuna kalkan kişilere uygun mâni söylemesi gerekecekti. Oyuna kalkan kişiye yakışan mâni söylemek, mutlaka zor olmalıydı. Meselâ gelin görümce oynarken, genellikle şu mâni söylenirdi:
Bahçelerde börülce
Oynar gelin görümce.
Oynasınlar bakalım
Bir araya gelince.
Eğer oynayanlar iki eltiyse:
Bahçelerde eğrelti
Oynalar iki elti, diye başlayan mani söylenirdi.
Defçinin söylediği bazı maniler çok komikti. Meselâ şöyle:
Heddük hüddük gaynana
Dişleri güdük gaynana
Oğlun şeker getirmiş
Saklı yedik gaynana.
Gaynanayı ne yapmalı?
Gaynar gazana atmalı.
Yandım gelin dedikçe
Altına odun atmalı.
Ay doğar sini gibi
Gayınna dili gibi.
Gaynanam un eliyo
Hakında geli’ gibi.(elinden gelir gibi)
Kadınların ve genç kızların kına gecesi giydikleri yöresel giysiler çok hoşuma giderdi. Keşke biraz daha büyük olsaydım da, ben de bu giysilerden giyseydim. Parlak kumaştan yapılmış üçetekleri giymeye can atıyordum. O zaman ben de oynardım. Belki bana da çok para verirlerdi. Verilen paralar bende kalmayacaktı, def çalan kadına gidecekti ama , olsun.
Kına gecesinde def çalan kadının söylediği mâniler çok güzeldi. Bu kadın , bu kadar çok mâniyi nasıl aklında tutuyordu? Mâninin sözlerini dikkatle dinlerdim. Ezberlemeye çalışırdım. Sonra kız arkadaşlarla oyun oynarken, kına gecelerini canlandırırdık. Birimiz gelin olurduk. Namaz örtüsünün veya tülbentin iki kenarını plise yapar gibi katlayarak toplar, iple bağlardık. Bunu gelinin başına örterdik. Bu gelinlikti. Gelinin yanaklarına gül yaprağı yapıştırırdık, allık yerine. Birimiz de defçi olurdu. Ablamın sesi çok güzeldi. O nedenle oyunlarda, genellikle ablam defçi olurdu, kına gecelerinde öğrendiğimiz mânileri söylerdi. Def yerine tepsi çalardı. Ben bazı mânileri ezbere bilirdim ama, sesim hiç güzel değildi. Ben de, oynardım arkadaşlarla. Ama kına gecesindeki kadınlar gibi hiç nazlanmazdık. Hoplaya, zıplaya, kahkahalarla gülerek oynardık. Nasıl olsa bizi ayıplayacak kimse yoktu. O zamanlardan aklımda kalan mâniler şunlar:
Şu dağın ardı meşe
Meşeyi yere döşe.
Gaynana garısının
Başına ataş düşe.
Hoca ezan okuyor
Sesi beni yakıyor
Benim sevdiğim oğlan
Fakültede okuyor.
Bahçelerde maydanoz
Biz maydanoz yemeyiz
Oğlu güzel olmazsa
Biz gaynana demeyiz.
Bisiklete binersin
Bizim orda inersin
Eğer annen sorarsa
Lâstik patladı dersin.
Bahçelerde gül biter
Kokusu bana yeter
Oku sevdiğim oku
Öğretmen olsan yeter.
Evleri yaptır oğlan
Camları taktır oğlan.
Beni sana vermezler
Sıcaklık yaptır oğlan.
Mektup yazdım kış idi
Kalemim gümüş idi.
Daha çok yazacaktım
Ellerim çok üşüdü.
Oğlunu evlendirecek olan kadınlar, kız beğenmeye gelirlerdi kına gecesine. Özellikle köylerde. Gelinlik çağına gelmiş kızları göz hapsine alırlardı. Komşu köylerden de gelenler olurdu kınaya. Beğenilen kızların kimin kızı veya hangi köyden olduğu, sessizce, pek kimseye farkettirmeden soruşturulurdu. Bu kız beğenme işi, gençlere bırakılmazdı. Büyüklerin münasip gördüğü kızı alırdı delikanlılar. Kızlar da öyle. Annelerinin özellikle babalarının uygun bulduğu gençle evlendirilirlerdi. Evlilik ciddi bir işti. Öyle, gençlere bırakılacak kadar basit değildi(!).
Hele kızlar! Kızlar kendi bildiğine hiç bırakılmazdı. Kızı kendi bildiğine bırakırsan; ya davulcuya giderdi, ya zurnacıya. Büyükler böyle diyorlardı. Düğünlerde davul çalan davulculara kimsenin kız vermediğini sanırdım çocuk aklımla. Ya da kaçan kızların hep davulculara kaçtığını.
Oğlanın alacağı kızı; oğlanın anası , babası seçerdi . Elinden iş gelen, becerikli biri olmalıydı gelin olacak kız. Büyükler kendileri söylüyorlardı böyle olması gerektiğini. Köyde kadınlar konuşurken duyardım sık sık. Örneğin, yetişkin oğlu olan bir kadın; Tarlaya, bağa, bahçeye yetişemiyorum. Pek yalnızız. Oğlanı artık evlendirmeli, derdi. Sanki eve çamaşır makinesi ya da bulaşık makinesi alınacak gibi. Demek ki oğlanı evlendirmekten en öncelikli amaç; eve, işleri yapacak birini getirmekti .
Zavallı gelinler!.. Eve gelecek olan gelin, kayınvalidenin işlerini kolaylaştıracaktı. Böylece eve, yeni bir iş gücü kazandırılacaktı. Bu nedenle elinden iş gelen becerikli kızlar, hemen talip bulabilirlerdi. O nedenle kızlara ev ve elişleri öğretilirdi. El kapısına gidecek, sonra bize lâf getirmesin, denirdi.
Genç kızlar, kına gecesinde birileri tarafından izleniyor olmanın farkında olurlardı. O nedenle dikkatli davranırlar, hanım hanımcık otururlardı. Gelinlik yaşına gelmiş kızlardan başka, yöresel giysi giymiş olanlar da göz hapsinde olurlardı. Herkesin gözü, bu gelinlerin, kadınların kollarında ve boyunlarındaydı. Acaba, kimin daha çok altını vardı? Köyün en varlıklı aileleri, işte bu kına gecelerinde kadınların taktıkları altınlardan belli olurdu. Köy kadınlarının tek lüksü de altın takmaktı. Kendilerini gösterebilecekleri tek yer de kına geceleriydi.
Yeni gelinler hemen belli olurdu. Onların altınları hem çok, hem de yeni olduğu için parlaktı. Onlara hayranlıkla bakardım. Acaba benim de böyle çok altınım, bileziğim olacak mıydı?….. Yöresel giysi giymiş gelinlerin önlerine kayınvalideleri, altlarına bir tabure alır, otururlardı. Arkamdaki bu güzel gelin, benim gelinim, ger gibilerdi. Hele , gelinlerinde çok altın varsa, sanki bununla öğünür bir tavır içinde oldukları belli olurdu. Çünkü altın, varlıklı olmanın ispatıydı. Gelinleri kına gecesine kayınvalideler getirir, kına bitince eve kayınvalidelerin kontrolünde götürülürlerdi.
Yeni evli kadınlar(yani gelinler), öyle kendi başlarına hareket edemezlerdi. Özgür olmadıktan sonra, o altınlar ne işe yarardı ki! Yöresel giysi içinde , boynu ve kolları altınlarla dolu olan bu gelinlerin gönlünden ve aklından geçenleri kimse bilemezdi. Gecede, gerekirse yöresel giysi giyer, gerektiğinde ve gereği kadar oynarlardı. Yani hep kontrollü. Kayınvalidelerinin yanında onlara pek lâf da düşmezdi. Geleneklerin, göreneklerin, âdetlerin, kendilerinde yaşatıldığı bir araç gibilerdi.
Hem eşlerinin, hem de kayınvalidelerinin yönettiği bir kişiydi onlar. Çocuk aklımla, ben bile bunu bilirdim. Etrafımdaki kadınların zaman zaman bir araya geldiklerinde yaptığı sohbetlerden böyle olduğunu anlardım. Kadınlar eşlerinden korkarlardı, ya da çekinirlerdi diyeyim. Onlardan izinsiz pek bir şey yapamazlardı. Bir yere gidebilmeleri için eşlerinden izin almaları gerekirdi.
Kadınların, özellikle yeni evli olan gelinlerin, hayatlarından hiç de memnun olmadıklarını bilirdim. Onların görevi; kayınvalideye, kayınpedere, kocaya hizmet etmekti. Evin tüm işleri onlardan sorulurdu. Tarlada, bağda, bahçede çalışırlardı. Tüm bunların üstüne, bir de çocuk büyütürlerdi. Onlar için dur durak yoktu. Belki de onun için kına gecelerinde gelinleri ağlatıyorlar diye düşünürdüm. Ne gelin olmak, ne de ağlamak istemezdim. Hem ben, annemden, babamdan ayrılmazdım. Ağlayan gelinler için üzülürdüm. Onları ağlattıkları için kızardım. Özgürlüklerinin kısıtlanacağına, evlendikten sonra başlarına geleceklere şimdiden ağladıklarını sanırdım.
O gelin ağlatma mânilerine de ağlamamak mümkün değildi. Hepsi de çok acıklıydı. Dinlerken, gelin çatkının altında sarsılarak ağladıkça, benim de gözlerim dolardı. Her kına gecesinde, ağlayan bir gelinin Ben evlenmekten vazgeçtim, demesini beklerdim. Ama böyle bir şeye hiç tanık olmadım. Demek ki Hem ağlarım, hem giderim, sözü , işte bu çelişkili durumu anlatıyordu. Öylesine etkilenirdim ağlamalarından. Orada bulunan kadınların da çoğu ağlardı gelinle birlikte.
Kına gecesinin sonunda, oyunlar bittikten sonra ağlatırlardı gelini. Önce oyna, sonra ağla. Ne acayip bir durumdu (!). Gelini ağlatan o mânilerden bazıları şunlardı:
Atladı , geçti eşiği
Sofrada kaldı kaşığı.
Kız evlerin yaraşığı
Ah başım, saf yazım!
Evimizin önü kuyu
Kuyudan alırlar suyu
İşte ben gidiyorum
Bilinmez ellerin huyu.
Attınız taşlar gibi
Yaktınız ataşlar gibi
İşte ben gidiyorum
Oturun baykuşlar gibi.
Evimizin süsü kızım
Radyomuzun sesi kızım.
Eller seni hor tutar
Başımın fesi kızım.
Güyümleri susuz koyan kız
Evleri ıssız koyan kız
Gelin olup gidecem deye
Bizi yalınız koyan kız.
İki tahta çaktılar
Arasından baktılar
Onbeşime girmeden
Bana nişan taktılar.
Bu mâniler söylenirken, bir yandan da gelinin ellerine, ayaklarına kına yakılırdı. Kına kabının içinde yanan bir mum dikilirdi. Bu mumu söndürmek, uğursuzluk getirirdi. O nedenle, mum tamamen eriyip bitene kadar söndürülmezdi. Gecenin sonunda bir kenara bırakılır, mum bitene kadar yanardı . Gelinin bir eline genç bir kadın, diğer eline genç bir kız kına yakardı. Herkes , gelinin kınasından birazcık alır, başına sürerdi. Bu kınanın, baş ağrısına iyi geldiğine inanılırdı.
Gelinin ve damadın akrabaları, komşuları geline para, bilezik, altın hediye ederlerdi. Bir kadın, takılan bu hediyeleri ; Falancadan bir çeyrek altın, gibi bağırarak, herkese duyururdu. Gelin oturduğu yerden, başına örtülen çatkının altında ağlar dururdu. Kendisine takılan takılar hiç umurunda değil gibiydi. Bir kadın tarafından da, başı iki elle tutulurdu, gelin sarsıla sarsıla ağlarken. Gelinin kına yakılan elleri ve ayakları, kısa bir süre sonra yıkanırdı…Oyunla başlayan kına gecesi, ağlamakla sona ererdi.
Düşünürdüm kendi kendime: Zavallı gelini ne diye ağlatıyorlardı? Madem ağlayacak kadar kötü bir şeydi gelin olmak, o zaman niye kına gecesi yapıyorlar, niye oynuyorlardı? Ya da kızlar, evlenirken ağlayacaklarına, neden evlenmekten vazgeçmiyorlardı?…….. Ben evlenmeyeceğim işte. Kına gecemde ağlayacağıma, evlenmem , daha iyi. Vazgeçtim altından, bilezikten. Hem babam bana alır belki. Zaten yeşil taşlı küpelerim var. Çerçiciden almıştım geçen sene. Önce altındı ama, şimdi gümüş oldu. Altını gitti, gümüşü kaldı sizin anlayacağınız. Olsun! Köydeki bazı kızların, bu kadarı da yok.
Yörelere Has Kına GeceLeri
Sıraç
Yörelere Has Kına GeceLeri
Kına geceleri ayrı bir önem ve özellik göstermektedir. Evlenecek olan kızın; ailesi, yakınları ve arkadaşları ile kadın kadına geçireceği bu son gece asıl düğün günü olarak da bilinen gelin alma gününden bir gün önceye rastlamaktadır.
Bugün, hüznün yoğun olarak yaşandığı bir gündür. Geleneksel yapının yoğun yaşadığı bölgelerde hala eski önemini korumaktadır. Büyük kentlerde ise artık ya yapılmamakta veya sadece eğlenceden ibaret bir gün olma niteliğini taşımaktadır. Şehir merkezlerinde kına geceleri asıl fonksiyonundan uzaklaşmaya başladı. Daha önceleri kızın evden ayrılışı, son vedalaşması biçimindeyken, günümüzde eğlenceye dönük, nikahla evleniliyorsa düğünün yerini alan bir eğlence durumuna geçti.
Bu geceye el kınası, has kınası, gelini kınaya çekme, kına düğünü kına basma, yaygın olarak da kına gecesi gibi çeşitli adlar verilmektedir.
Kına yakmak eski İslam geleneklerindendir. Geleneksel toplumlarda kınanın eşleri birbirine sevgili yapmak amacı ile yakıldığı söylenmektedir. Kına aynı zamanda koruyucu özelliği ile karşımıza çıkmaktadır. Gelin ve davetlilerin ellerine yakılarak, evliliğin bir anlamda kutlanıp kutsanması sağlanmaktadır.
Kına gecelerinde uygulanan adet ve uygulamalar esasta bir olmakla beraber, ayrıntılarda birtakım özellikler gösterir.
Kınaya davet, bazı yörelerde kuru kına, sakız, şeker dağıtılmak veya ağızdan söylemek suretiyle yapılmaktadır.
Geline yakılacak kına oğlan evi tarafından alınır. Çoğu zaman kız evine gün öncesinde çerezlerle birlikte gönderilir. Kimi zaman da giderken götürülür. Özenle hazırlanan kına tepsisinde çerezler, tatlılar, kına çöreği veya kına helvası bulunur.
Kına gecesi olarak adlandırılan bu günden başka bazı yörelerimizde ana kınası olarak adlandırılan bir gün de vardır. Bugün kızın annesi tarafından alınan kına kadınlar ve kızların toplanmasından sonra kızın başına yakılır. Buna baş bozma, gelin baş kınası da denilmektedir.
Kına gecesi, kız evinde düzenlenir. Çağrılı kadınlar ve genç kızlar önce oğlan evinde toplanırlar. Bunlara kınacı da denmektedir.
Kınacılar gelinceye kadar kız evinin yakınları çeşitli eğlenceler düzenlerler. Oğlan evinin gelmesiyle kız evi mahzunlaşır, eğlenme sırası oğlan evindedir.
Oğlan evinden gelenler kız evinde karşılanarak ağırlanır.
Oyunlar, eğlenceler bir süre devam ettikten sonra sına kınanın yakılmasına gelir.
Bazı yörelerde gelin kıyafetini değiştirir. Başına al duvak örtülerek kına için hazırlanır.
Gümüş veya bakır tas içerisinde başı bütün yani analı babalı, başından ayrılık geçmemiş bir kadın tarafından kına karılır. Kınanın içine bozuk para da konur. Bu hem bereket dileği, hem de kına yakan kişiye baht açıklığı sağlamak amacına yöneliktir.
Edirne ve Kırıkkale’de gerçekleştirilen kına sekiği denilen adet oldukça ilginçtir. Kına gezdirme anlamına gelen bu uygulamada hazırlanan kınaya iki tane mum dikilir. Bunlardan biri kız, diğeri erkek çocuğu simgeler. Amaç gelinin kızı ve oğlu olmasını sağlamaya yöneliktir. Kına tepsisi delikanlıların eline verilir. Gelinin bir koluna kız, diğer koluna yeni gelin girerek, kına tepsisi önde, gelin arkada olmak üzere üç kere meydanda dolaşılır.
Gelin kız hazırlandıktan sonra başına al pullu bir duvak örtülerek genç kızların söylemiş olduğu ilahiler eşliğinde ve içinde mumların yakıldığı kına tepsisi ile ortaya getirilir.
Kıbleye çevrilmiş yastığın çevresinde üç kere dönülerek kimi yörelerimizde üç kere yastığa oturup kaldırılarak oturtulur.
Gelinin kınasını yine başı bütün bir kadın ile bir genç kız yakar. Bu arada kız elini açmaz. Kaynana gelinin elinin ortasına altın veya para koyar. Gelinin ellerine, ayaklarına kına yakılır. Eskişehir’de gelin, iki kat yapılmış yastığın üzerine, kolları başının üzerinde çapraz yapacak şekilde oturur. Yengelerden birisi sağ eline ve sol ayağına, diğeri sol eline ve sağ ayağına olmak üzere kına yakar.
Kına yakan kişinin bir hata yapmaması gerekir. Kınanın yanlış yakılması o kişinin cezalandırılmasını gerektirir. Ceza olarak bir hayvan kesmek zorundadır.
Kına şekilleri de farklılık gösterir.
Sıvama elin bileğe kadar tamamen ve hiç boşluk bırakmadan yakılmasıdır. Yüksük yalnız parmak uçlarına,
Kuş gözü avuç içine tekerlek olarak yakılmasıdır.
İp kınasında da ele ip sarılır, kına öyle yakılır. İp olan yerler kına tutmaz ve değişik şekiller oluşturulur.
Gelinin el ve ayaklarına kına yakıldıktan sonra bağlanır.
Kına yakılırken gelin ve akrabaları ağlar. Gelin ağlamazsa hevesliymiş denilir. Bu arada baş övme, gelin okşama, yakım denilen kına türküleri söylenir.
Adana Tufanbeyli’den bir örnek:
Baba kinin bitti mi?
Kardeş ekmeğin arttı mı?
İşte koyup gidiyorum
El kızı keyfin yetti mi?
Bolu’dan bir örnek
Altın tas içine kına ezilsin
Sabah olsun güzel yüzün yazılsın
Görümceler etrafına dizilsin
Gelinim kınan kutlu olsun
Burada dirliğin tatlı olsun
Muğla’dan bir örnek:
Getirin gelini kına yakalım
Temizce arıca kına yakalım
Gelinin sözünü hep tutalım
A gelin a güzel kınan kutlu olsun
Güveyinin yanında sözün tatlı olsun
Hani bunun kaynanası
Kireç ocağında yanası
Kutlu olsun gelinin kınası
A kız a gelin kınan kutlu olsun
Orda da burada da dilin tatlı olsun
Yalnızlık, çile, gurbet, yeni yaşamın güçlükleri, üzüntü, sitem kına geceleri ile ilgili halk düşüncesinin türkülere yansıyan yönleridir. Bu türkülerle kadınlar açıklayamadıkları duygularını dile getirmektedirler.
Kına yakıldıktan sonra kalan kına orada bulunanlara dağıtılır. Çoğu kez kınanın içine de para konur. Dağıtım sırasında bu para kime çıkarsa darısının ona olacağına inanılır.
Kına yakıldıktan sonra genç kızlar Bilecik ve Edirne’de geline tavan öptürürler. Bu sırada nişanlısının ismini bağırarak söyletirler. Konya’da kız kına yakıldıktan sonra elinin izini ev kapısının üstüne bırakır. Kimi yörelerde herkes gittikten sonra gelinin el ve ayaklarına kına yakılır.
Kına yakıldıktan sonra kadınlar evlerine gider. Kızın yanında genç kızlar kalıp sabaha kadar gelini beklerler.
Kendi aralarında eğlenirler, oğlan evinin göndermiş olduğu çerezleri yerler. Uyumamak gerekir. Uyuyanın yüzünün boyanması, yorgana dikilmesi verilen cezalardandır. Oğlan evinden kalan kişiye eziyet etmek de kızların başlıca eğlencesidir.
Kimi yörelerde kızın yanında kalan kızlar ellerine tencere, tava, kepçe vb. alıp gürültü çıkararak oğlan evine giderler. Oğlan evi bu kişilere tavuk verir. Bu uygulama tavuk çalma olarak adlandırılır.
Sabah kızlar erkenden kalkarak gelinin elindeki kınayı yıkarlar. Elinin ortasına konmuş olan para ya fakir bir çocuğa verilir veya güveye götürülüp bahşiş alınır. Güvey bu parayı cüzdanında taşır.
Çok yaygın olmamakla birlikte güveye de bazı yörelerimizde kına yakılmaktadır. Kız kınası kadar çok eğlenceli olmamakla birlikte bazen aynı gün, bazen de ertesi gün güveye sağdıç tarafından kına yakılmaktadır. Damada yakılan kınaya güvey kınası, büyük kına, darabul gecesi gibi adlar verilir.
Damada yakılacak kına kız evinde hazırlanır. Kızın kınasının bir kısmı tepsiye konarak mumlarla süslenir. Çalgı eşliğinde delikanlılar tarafından oğlan evine götürülür.
Ortaya getirilen damadın avuç içine veya serçe parmağına kına yakılır. Kına yakıldıktan sonra kız evinden gönderilen mendille damadın eli bağlanır. Bu arada da türkü söylenir.
Güveyi baban Bursa’ya vardı mı?
Bursa kınası aldı mı?
Oğlum yakınsın dedi mi?
Güveyi kınan kutlu olsun
Yarin ağzı tatlı olsun
Önünde mumlar yanası
Allah bir oğul veresi
Güvey kınan kutlu olsun
Yarin ile ağzın tatlı olsun
Yanıt: Kına Geceleri ve Kadınlarımız
ßaran
forumduasi.com/diger-soru-ve-cevaplar-kategorilerin-disinda-kalanlari-bu-bolume-acalim/55902-kadin-erkek-karisik-ve-calgili-dugunlere-katilmak-caiz-midir.htmlKadın erkek karışık ve çalgılı düğünlere katılmak caiz midir?
kına gecesi manileri, kına gecesinde söylenen maniler, kına gecesi manileri sözleri