Dünya kaç günde yaratıldı? Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır?
mumsema
Dünya kaç günde yaratıldı?
Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır?
Bir çok ayette göklerin ve yerin 6 günde yaratıldığından söz edilir. Fussilet suresinde ise göğün ve yerin yaratılış ve düzenlenme safhalarından söz edilirken toplam 8 günün ortaya çıktığı öne sürülmekte ve bunun çelişki olduğu düşünülmektedir. Oysa belirtilen yaratma aşamalarının yanlış hesaplanması sonucundan ötürü çelişki var gibi görünmektedir. Eğer ayetteki ifadeler dikkatli okunursa yaratılış kısmının sadece 6 günde olduğu anlaşılacaktır. Şimdi Fussilet Suresindeki ayetleri görelim:
De ki: Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O’na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir. Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: İsteyerek veya istemeyerek gelin. İkisi de: İsteyerek (İtaat ederek) geldik dediler. Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)’ın takdiridir. (41 Fussilet Suresi, 9-12)
Burada 9. ayette yerin yaratılmasının iki günde olduğu bildirilmektedir. 10. ayette ise dağların ve besinlerin takdir edilmesinin 4 günde olduğu söylenmektedir. Yerin ve göğün yaratılış süreci beraber gerçekleşmiştir. Allah göklerin ve yerin birlikte iken onları birbirinden ayırdığını ayette bildirmektedir:
O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık …… (21 Enbiya Suresi, 30)
Yer yaratıldığında gök de diğer yandan aynı zamanda yaratılmaktadır. 11. ayete bakarsanız burada, sonra duman halinde olan göğe yönelindiğinden söz edilir.
Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi bir gök vardır. Daha önceden var edilmiştir. Dolayısı ile bundan sonra bir yaratma söz konusu değildir. 12. ayete bakılırsa burada var olan göğün 7 kat olarak düzenlendiğinden söz edildiği görülecektir. Bu ayette geçen ifade yaratmaktan farklıdır. Yaratmak için haleke ( خلق ) fiili kullanılırken, bu ayette geçen kelime yaratma değil düzenleme anlamina gelen Qadeye ( قضيهن) kelimesidir. Yani burada yaratılmış var edilmiş bir şeyin daha sonradan düzenlenmesi söz konusudur. Bu düzenleme 2 gün sürmüştür. Bu bir yaratılma değil bir düzenlemedir sadece. O yüzden 6 günde yaratmanın dışında bir süreci ifade eder.
Yaratılmanın olduğu kısım 9 ve 10. ayetlerde bildirilen 6 günde tamamlanmıştır. Dolayısıyla yaratmanın 8 gün sürmesi söz konusu değildir.
Yukarıdaki ayetlere göre düşünülürse, ilk iki günde yer yaratılmaya başlanmıştır. Sonraki dört günde yeryüzündeki dağlar oluşmaya başlarken bir yandan da atmosfer oluşmaya başlamıştır. Bu esnada yeryüzünde ilk besinlerin de oluşmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Bu besinleri günümüzdeki bitkiler vs. olarak düşünmemek gerekir. Bu ilk canlılığın yeryüzünde oluşmaya başlanmasıdır. Ayetteki ifadeye dikkat edilirse isteyip arayanlar için besinlerin yaratıldığı söylenmektedir. Yani yeryüzünün ilk yaratılmasından sonra yerde var olan canlı türleri hangisiyse (Örneğin o dönemki atmosfer şartlarına göre bakteriler olabilir.) onların ihtiyacı olan yani ayetteki ifadeyle onların isteyip aradığı besinler de aynı anda var edilmiştir. Bu süreç 4 gün sürmüştür. Bu noktada vurgulanması gereken bir nokta da Arapça’da yevm ( يوم ) (gün) kelimesinin dönem, devir gibi anlamlarının da olduğudur. Yani kastedilen 4 dönemdir. Toplam olarak yerlerin ve göklerin yaratılması bu 6 günde meydana gelmiştir. Burada yaratma süreci bitmiş ve düzenleme süreci başlamıştır. Son iki günde ise daha önceden var olan, yaratılmış olan gökyüzünün günümüzde olduğu gibi 7 kat olarak düzenlenmesidir.
De ki: Siz dünyayı iki günde yaratan Allah’ın tek İlah olduğunu inkâr edip O’na birtakım eşler, ortaklar mı uyduruyorsunuz? Halbuki bütün bunları yapan, Rabbulâlemindir. (Fussilet 9)
O, yerin üstünde yüce dağlar yarattı, orayı bereketli kıldı ve orada arayıp soranlar için gıdalarını, bitkilerini ve ağaçlarını tam dört günde takdir etti, düzenledi. (Fussilet 10)
Derken, iki gün içinde, gökleri yedi kat olarak şekillendirdi ve her bir göğe kendisine ait işi vahyetti. Biz dünya semasını kandillerle, yıldızlarla süsledik, bozulup yıkılmaktan koruduk. İşte bu, azîz ve alîm (üstün kudret sahibi, her şeyi en mükemmel tarzda bilen) Allah’ın takdiridir. (Fussilet 12)
Cenab-ı Hak kâinatı yaratmayı dileyince sonsuz kudretini izhar ederek, ölçüsü belirsiz bir enerji meydana getirdi ve o enerji zamanla yoğunlaşıp gaz halini aldı ve sonra da yoğunlaşıp bugünkü katı durumuna geçti. Yerküre iki jeolojik devirde oluşmuş ve sonra da oradaki kaynaklar belirlenerek, plan uyarınca dört jeolojik devirde oluşup bugünkü duruma gelmiştir. Zira âyetteki yevm kelimesi, başlangıç ve sonu kesin bilinmeyen uzun bir devir anlamina gelmektedir (…) Gökler, yerküre ile birlikte iki uzun devirde yedi tabaka haline getirilmiştir. Çünkü hepsi gaz halinde idi. Yoğunlaşıp katılaşması hep birlikte, iki devirde olmuştur.
Birinci cümle analizine göre mânâ, yeryüzünü iki günde yarattı demek olur. Yeryüzü yaratılırken henüz bildiğimiz "gün" bulunmayacağından "yevm" (gün) mutlak zaman, mânâsına, yani iki nöbette demek olur ki Allah en iyisini bilir. Birisi "Göklerle yer bitişik halde iken, bizim onları birbirinden yarıp ayırdığımızı… görmediler mi?" (Enbiya, 21/30) ifadesi gereğince, yeryüzünün gökten, ayrıldığı gün, birisi de "O yeri uzatıp döşeyendir." (Ra’d, 13/3) buyurulduğu üzere, yeryüzünün "medd" olunduğu, yani yerkürenin kabuğunun kaymak halinde döşenmeye başladığı gündür. İkinci tahlile göre, mânâ yerküreyi iki günde olmak üzere yarattı demek olur. Bu şekilde yerkürenin kaç günde yaratıldığı söylenmiş olmayarak yaratıldıktan sonra iki gün içinde bulunması hali anlatılmış olur ki, bu da bir seneyi ikiye bölen iki gün dönümü nöbetidir. Çünkü yeryüzü bu iki zaman içinde deveran etmek, dönmek üzere yaratılmıştır.
Hem onda üstünden baskılar yaptı; dağlar, yeryüzünün kabuğunu tabanına çiviler gibi kazıklar. Bu "vav", istinafiyedir, fiiline atıf değildir, çünkü fasıl vardır. Ve onda bereketler meydana getirdi. Yeryüzünde hayır ve hayrata elverişli şeyler, sular madenler, doğma ve gelişme kuvvetleriyle bitkiler ve hayvanlar gibi feyz ve bereket kaynaklarını yetiştirdi. Ve onda azıklarını da takdir buyurdu, yani bitkilerin ve hayvanların yaşamak için muhtaç oldukları yağmur ve diğer hasılatı da miktar ve sayılarıyla tayin buyurup yeryüzünde biçimine koydu. Dört gün içinde, yani bütün bunları dört gün içinde yaptı. Yahut dört gün içinde olarak yaptı. Önceki "iki"de içinde dahil olmak üzere, "dört" ki, bunda da gösterdiğimiz şekilde öbürleri gibi iki mânâ vardır. Birisi, madenlerin ve dağların yaratılması nöbeti, biri de bitkilerin ve hayvanların yaratılması nöbeti ki iki önceki ile dört olur. Birisi de hal olmasıdır ki, dört mevsimi göstermiş olur, bu şekilde önceki iki burada dahil olmuş bulunur. Benim aciz anlayışıma göre burada bu mânâ, öbüründen daha ön plânda, ifadenin akışına daha uygundur. Çünkü yeryüzünün bereketleri ve rızıkları her sene bu dört mevsim içinde yetişir. Sayısı ve miktarı ile biçimini bunlar içinde alır, bu sebepten dolayı nin, ve fiillerine bağlanması dahi aynı mânâyı ifade edebilir. Ve bu mânâca şu kayıt da açık olur. Bütün araştıranlar için eşit olmak üzere dört gün, çünkü her yerde rızık isteyenlerin hepsinin rızkı bu dört mevsim içinde yetişir, rızıklar eşit olmazsa da günler eşittir. Dört mevsim hepsi için dörttür. Burada ye müteallık (bağlı) olmaması ve meseleyi soranlar mânâsına olması da düşünülebilir.
Şimdi asıl, göklere geçilerek buyuruluyor ki kısacası onları iki günde sağlam yedi göğe tamamladı. Bu iki günün birisi yeryüzünün de yaratılmasından önceki ilk maddenin yaratılması, birisi de cisimlerin teşekkülü günleridir ki A’raf Sûresi’nde beyan olunduğu üzere altı günden ikisini teşkil eder. Yahut birisi yerin yaratılmasından önce, birisi de yerin yaratılmasından sonradır. Çünkü Ay, Zühre (Venüs) ve Utarid (Merkür) gibi bazı gök cisimlerinin yaratılması, yeryüzünün yaratılmasından sonradır.
Benim acizane fikrime göre, bu iki gün, göklerden hâl-i mukaddere olmak üzere birisinin dünya, birisinin ahiret olması da muhtemeldir. Bunları böyle sağlam yaptı ve tamamladı. Her gökte ona ait emri de vahyetti. Her "sema"nın meleklerine orada cereyan edecek işlerin emrini de telkin buyurdu ki bu da "tamamlama" cümlesindendir. Bütün bunların bu yolda ortaya çıkmasından ve tamamlanmasından yüce Yaratıcının kudretinin delilleri tecelli edip ortaya çıktığı için bu noktada "gıyab"dan (üçüncü tekil şahıs) "tekellüm"e, (birinci şahsa) dönülüyor ki ve dünya göğünü mısbahlar, yani parlak kandillerle donattık, süsledik. "En yakın göğü bir zinetle, yıldızlarla süsledik." (Saffât, 37/6) . Hem de korunmuş kıldık. Şeytanlar yanaşamazlar. İşte o, o azîz ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır… (Araf Suresi, 54)
Kuran ile modern bilim arasındaki uyumun bir örneği, evrenin yaşı konusudur: Kozmologlar evrenin yaşını 16-17 milyar yıl olarak hesaplamışlardır. Kuran’da ise tüm evrenin 6 günde yaratıldığı açıklanmaktadır. İlk bakışta farklı gibi görünen bu zaman dilimleri arasında aslında çok şaşırtıcı bir uyum vardır. Gerçekte, evrenin yaşı ile ilgili elimizde bulunan bu iki rakamın her ikisi de doğrudur. Yani evren, Kuran’da bildirildiği gibi 6 günde yaratılmıştır ve bu süre bizim zamanı algıladığımız şekliyle 16-17 milyar yıla karşılık gelmektedir.
1915 yılında Einstein, zamanın göreceli olduğunu, mekana, seyahat eden kişinin süratine ve o andaki yerçekimi kuvvetine bağlı olarak zamanın akış katsayısının da değiştiğini öne sürmüştür. Kuran’da 7 farklı ayette bildirilen evrenin yaratılış süresinin, zamanın akış katsayısındaki bu farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda bilim adamlarının tahminleri ile büyük bir paralellik içinde olduğu görülür. Kuran’da bildirilen 6 günlük süreyi, 6 devre olarak da düşünebiliriz. Çünkü zamanın göreceliği dikkate alındığında, "gün" sadece bugünkü koşullarıyla, Dünya üzerinde algılanan 24 saatlik bir zaman dilimini ifade etmektedir. Ancak evrenin bir başka yerinde, bir başka zamanda ve koşulda, "gün" çok daha uzun sürelik bir zaman dilimidir. Nitekim bu ayetlerde (Secde Suresi, 4; Yunus Suresi, 3; Hud Suresi, 7; Furkan Suresi, 59; Hadid Suresi, 4; Kaf Suresi, 38; Araf Suresi, 54) geçen 6 gün (sitteti eyyamin) ifadesindeki "eyyamin" kelimesi, "günler" anlamının yanı sıra "çağ, devir, an, müddet" anlamlarına da gelmektedir.
Evrenin ilk dönemlerinde, zaman bugün alışık olduğumuz akış hızından çok çok daha hızlı akmıştır. Bunun nedeni şudur: Big Bang anında evren çok küçük bir noktaya sıkıştırılmıştı. Bu büyük patlama anından bu yana evrenin genişlemesi ve evrenin hacminin gerilmesi, evrenin sınırlarını milyarlarca ışık yılı uzağa taşıdı. Nitekim Big Bang’den bu yana uzayın geriliyor olmasının evren saatinin üzerinde çok önemli sonuçları oldu.
Big Bang anındaki enerji, evrensel saatin zaman akış hızını milyon kere milyon (1012) defa yavaşlatmıştır. Evren yaratıldığında, evrensel zamanın akış katsayısı -bugün algılandığı şekliyle- milyon kere milyon kat kadar daha büyüktü, yani zaman daha hızlı akmaktaydı. Dolayısıyla Dünya’da milyon kere milyon dakikayı yaşadığımız esnada, evrensel saat için yalnızca bir dakika geçmiş olur.
6 günlük zaman dilimi, zamanın göreceliği dikkate alınarak hesaplandığında, 6 milyon kere milyon (trilyon) güne denk gelmektedir. Çünkü evrensel saat, Dünya’daki saatin akış hızından milyon kere milyon daha hızlı akmaktadır. 6 trilyon günün karşılık geldiği yıl sayısı, yaklaşık olarak 16,427 milyardır. Bu rakam günümüzde evrenin tahmin edilen yaş aralığındadır.
6.000.000.000.000 gün / 365,25 = 16.427.104.723 yıl
Diğer yandan yaratılışın 6 gününün her biri -bizim zaman algımızla- birbirlerinden farklı zamanlara karşılık gelmektedir. Bunun sebebi zamanın akış katsayısının evrenin genişlemesiyle ters orantılı olarak azalmasıdır. Big Bang’den itibaren evrenin büyüklüğü her ikiye katlandığında, zamanın akış katsayısı yarıya düşmüştür. Evren büyüdükçe, evrenin ikiye katlanma hızı da gittikçe artan bir şekilde yavaşladı. Bu genişleme oranı, Fiziksel Kozmolojinin Temelleri adlı ders kitaplarında anlatılan, dünyanın her yerinde yaygın olarak bilinen bilimsel bir gerçektir. Yaratılışın her gününü, Dünya zamanıyla hesapladığımızda karşımıza aşağıdaki durum çıkar:
Zamanın başladığı andan itibaren bakıldığında, yaratılışın 1. günü (1. devre) 24 saat sürmüştür. Ancak bu süre, bizim zamanı Dünya’da algıladığımız şekliyle 8 milyar yıla eşittir.
Yaratılışın 2. günü (2. devre) 24 saat sürmüştür. Ancak bu, bizim algılarımızla bir önceki günün yarısı kadar sürmüştür. Yani 4 milyar yıl.
3. gün (3. devre) ise yine bir önceki gün olan 2. günün yarısı kadar sürmüştür. Yani 2 milyar yıl.
4. gün (4. devre) 1 milyar yıl,
5. gün (5. devre) 500 milyon yıl,
ve 6. gün (6. devre) 250 milyon yıl sürmüştür.
Sonuç: Yaratılışın 6 günü, yani 6 devresi, Dünya zamanı türünden toplandığı zaman, 15 milyar 750 milyon yıl bulunur. Bu rakam günümüzdeki tahminlerle büyük bir paralellik içindedir.
Bu sonuç 21. yüzyıl biliminin ortaya koyduğu gerçeklerdir. Bilim, 1400 yıl önce Kuran’da haber verilmiş bir gerçeği bir kere daha tasdik etmektedir. Kuran ve bilim arasındaki bu uyum, Kuran’ın, herşeyi bilen ve yaratan Allah’ın vahyi olduğunun mucizevi kanıtlarından biridir.
Selam ve dua ile…
Dünya kaç günde yaratıldı?
mumsema
Hayalen geçmiş zamana doğru uzanalım. Git gide tâ dünyanın lâv hâlinden yeni yeni uzaklaşmaya başladığı, soğumaya yüz tuttuğu devreye varalım. İçi kızgın ateş, dışı ise yavaş yavaş sakinleşmekte olan bu arz küresinin başında durup, bugün şahit olduğumuz eşyanın isimlerini birer birer sayalım. Sözlükteki bütün isimleri burada sıralayacak değiliz. Sadece konuya ışık tutmaya yetecek birkaç kelimeyi hatırlayalım:
El, ayak, kanat, göz, ince bağırsak, pankreas, pençe, gaga, tırnak, dal, kök, yaprak, çam, söğüt, elma…
Bu kelimelerle evrim safsatasına bir bıçak atalım, sonra bunlara yeni kelimeler ekleyelim. Bu gün dünyamızda hayat süren bitki ve hayvan türlerini sayalım birer birer. Her birinin organlarını tek tek hatırlayalım. Ve soralım kendimize: bütün bunlar sonsuz bir ilim ve hikmetten haber vermiyorlar mı? Bunların bir ateşin soğumasıyla kendi kendine, zamanla evrim geçirerek meydana geldiklerine nasıl inanılabilir?..
Yine mâziye dönüyoruz. Dünya dayanmış döşenmiş. Boş bir saray gibi, misâfirlerini bekliyor. O an kâinatta olmayıp, bugün iç âlemlerimizi kuşatmış olan manevî hâdiseleri bir bir hayalimizden geçirelim: Sevgi, korku, merak, endişe, kin, merhamet, zulüm, kurnazlık, saflık, hırs, umursamazlık, şefkât…
Bütün bunlar, yeryüzündeki canlılara nereden ve nasıl ithal edildiler? Sonsuz denecek kadar çok olan bu farklı karakterler, hangi evrimle vücut buldular?
Yaratılış ister âni olsun, ister milyarlarca sene sürsün. İnsan, ister doğrudan yaratılsın ister dolayısıyla. Şu soruların cevabı nasıl verilecek: Görmeyen kâinattan gören insanları kim çıkarttı? Bilmeyen şu âlemden, bilen meyveleri (insanları) kim süzdü? Hissetmeyen, sevmeyen, korkmayan şu saraya, bu hissiyatla donatılmış misafirleri kim getirdi? Görmemek nasıl evrim geçirdi de görmek oldu? İşitmemek işitmeye, anlamamak anlamaya nasıl inkılâp etti? Can nedir bilmeyen bu kâinat ağacı, canlı meyveleri nereden elde etti?.. Akıllara durgunluk veren bu olayları cahil unsurların uzun süre beklemesiyle izah etmek mümkün mü?
Şimdi bir perde daha gerilere gidelim. Kâinatın şu hazır hâle getirilmek üzere ilk hareket noktasına hayalen uzanalım. O noktadan evvel hiçbir mahlûk mevcut değil. Şu sayacağım kelimeleri hayalimizden sıra sıra geçirelim: Su, taş, hava, yıldız, ay, gezegen, güneş, demir, azot, krom, nikel, dağ, ova, sema, samanyolu, cazibe, radyoaktif dalgalar, elektrik… Ve daha niceleri.
Bu eşyanın yoktan yaratılışı, sonsuz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse nasıl izah edilecektir? Dünkü boş arsada bugün bir köşk görüyorsak hemen soruyoruz: "Bu köşkü kim yaptırdı?’ sorusu değil aklımızdan, hayalimizden dahi geçmiyor ki; arsa evrim geçirdi de köşk oldu diyelim. O halde, yokluk üzerine halk ve inşa edilen bu kâinat için, bu safsata nasıl ileri sürülebiliyor. Yokluk, evrim geçirdi de varlık mı oldu?
Bütün bunlar bir yana, şu sorunun cevabını arayalım: Dünya ile güneş başlangıçta aynı mahiyette iken, dünya okyanuslarla, ormanlarla, hayvanlarla, insanlarla doldu da beriki neyi bekliyor. Niçin evrim geçirmiyor? Çok iyi biliyoruz ki o da tekâmül etse ortada ne güneş kalır, ne dünya. O halde, soruyu şöyle değiştirelim: Güneşin tekâmülüne kim müsaade etmiyor?
Bazıları, Darwin’in yaratıcıya inanan bir evrimci olduğunu iddia ederler. Ben aksini savunacak değilim. Yalnız, şu var ki, bir evrimci yaratıcıya inanıyorsa, savunduğu teori ile bu inanç birlikte düşünüldüğünde, ortaya şöyle garip bir tablo çıkar: "Bu kâinat, bir yaratıcı tarafından güneşi, ayı, yıldızlarıyla; havası, toprağı, yer altı kaynaklarıyla, tam tamına canlıların yaşayabilecekleri şekilde yaratılmış. Sonra, artık o yaratıcı işe karışmamış… Evrimle, isteyen deve olmuş, isteyen tilki, isteyen maymun olmuş, isteyen insan, isteyen elma vermiş, isteyen zeytin.
Evrimi, Darvin’den de önce savunan Lamark şöyle diyor: "Zürafanın atası, geyiğe benzeyen ve boynu uzun olmayan bir tip idi. Ortamda yeterince ot bulamayınca ağaç yapraklarını yemeye mecbur kaldı. Alt yapraklar bittikçe daha yükseklere erişebilmek için çabaladı. Böylece boynu uzadı, nesilden nesile geçtikçe daha fazla arttı ve bugünkü zürafa ortaya çıktı.”
Bu iddiayı ciddiye alanlara soralım: Zürafa boynunu uzattı ki, ağacın yukarı kısmındaki yapraklarını yesin, deniliyor. İyi ama, meyve ağaçları niye meyve verecek şekilde evrim geçirdiler. Meyveleri kendileri mi yiyeceklerdi, yoksa yavruları mı? İnsanın hizmetine verilen at, bu çevikliğini otları yakalamak için mi kazanmış dersiniz? Öküz, yükümüzü taşımak için mi güçlü oldu? Tavuk, elimizden kaçmamak için mi uçamayacak şekilde evrim geçirdi?
Âlemdeki varlıklar için, "mektubat-ı rabbaniye” tâbiri kullanılmakta… Yâni, her varlık bir ilâhî terbiyeden geçmiş, çok mânâlar yüklenmiş, ayrı bir şahsiyet kazanmış ve bir rabbanî mektup olmuş. Bu mektupların mürekkebi: Atomlar. Bir materyaliste göre, mektupları mürekkepler yazmışlardır. Tabiatçıya göre mürekkebin mektup olması tabiîdir. Ve bir evrimciye göre; "Mektuplar mürekkeplerin çok uzun süre beklemesiyle yazılmışlardır!”
Kâinat kitabının mürekkebi atomlardır, dedik. Bu atomlar ilâhî kudret ile var edilmişler ve yüz kadar elementten sonsuz denecek kadar çok yıldız, güneş, gezegen yaratılmış. Bunların tamamina birden kâinat diyoruz ve onun kendi kendine var olmayacağını, yahut bir başka kâinatın evrim geçirmesiyle meydana gelemeyeceğini çok iyi biliyoruz.
Güneş sistemimize bakalım: O da ayrı bir sistemin evrimleşmesiyle ortaya çıkmış değil.
Bugün her türün ayrı bir genetik yapıya sahip olduğu ispat edilmiş durumda. Canlılardaki, terbiye fiili, bu genetik yapı ve bu ilâhî program üzerine cereyan ediyor. O sonsuz ilim ve kudret sahibi, milyarlarca çekirdeği, yumurtayı, nutfeyi harika bir terbiyeden geçiriyor. Âdetâ noktalardan kitapları, damlalardan ummanları çıkarıyor…
Evrim felsefesini dâvâ edinenler bu sonsuz rahmeti ve bu ilâhî terbiyeyi hiç nazara almazlar ve insanlara şöyle seslenirler: "Ne bu âlem düşünülmeye değer, ne de kendi varlığınız! Siz bunları bir tarafa bırakınız! Sadece ve sadece ilk insanın hangi hayvandan evrimleştiğine kafa yorunuz!..”
Hayalen geçmiş zamana doğru uzanalım. Git gide tâ dünyanın lâv hâlinden yeni yeni uzaklaşmaya başladığı, soğumaya yüz tuttuğu devreye varalım. İçi kızgın ateş, dışı ise yavaş yavaş sakinleşmekte olan bu arz küresinin başında durup, bugün şahit olduğumuz eşyanın isimlerini birer birer sayalım. Sözlükteki bütün isimleri burada sıralayacak değiliz. Sadece konuya ışık tutmaya yetecek birkaç kelimeyi hatırlayalım:
El, ayak, kanat, göz, ince bağırsak, pankreas, pençe, gaga, tırnak, dal, kök, yaprak, çam, söğüt, elma…
Bu kelimelerle evrim safsatasına bir bıçak atalım, sonra bunlara yeni kelimeler ekleyelim. Bu gün dünyamızda hayat süren bitki ve hayvan türlerini sayalım birer birer. Her birinin organlarını tek tek hatırlayalım. Ve soralım kendimize: bütün bunlar sonsuz bir ilim ve hikmetten haber vermiyorlar mı? Bunların bir ateşin soğumasıyla kendi kendine, zamanla evrim geçirerek meydana geldiklerine nasıl inanılabilir?..
Yine mâziye dönüyoruz. Dünya dayanmış döşenmiş. Boş bir saray gibi, misâfirlerini bekliyor. O an kâinatta olmayıp, bugün iç âlemlerimizi kuşatmış olan manevî hâdiseleri bir bir hayalimizden geçirelim: Sevgi, korku, merak, endişe, kin, merhamet, zulüm, kurnazlık, saflık, hırs, umursamazlık, şefkât…
Bütün bunlar, yeryüzündeki canlılara nereden ve nasıl ithal edildiler? Sonsuz denecek kadar çok olan bu farklı karakterler, hangi evrimle vücut buldular?
Yaratılış ister âni olsun, ister milyarlarca sene sürsün. İnsan, ister doğrudan yaratılsın ister dolayısıyla. Şu soruların cevabı nasıl verilecek: Görmeyen kâinattan gören insanları kim çıkarttı? Bilmeyen şu âlemden, bilen meyveleri (insanları) kim süzdü? Hissetmeyen, sevmeyen, korkmayan şu saraya, bu hissiyatla donatılmış misafirleri kim getirdi? Görmemek nasıl evrim geçirdi de görmek oldu? İşitmemek işitmeye, anlamamak anlamaya nasıl inkılâp etti? Can nedir bilmeyen bu kâinat ağacı, canlı meyveleri nereden elde etti?.. Akıllara durgunluk veren bu olayları cahil unsurların uzun süre beklemesiyle izah etmek mümkün mü?
Şimdi bir perde daha gerilere gidelim. Kâinatın şu hazır hâle getirilmek üzere ilk hareket noktasına hayalen uzanalım. O noktadan evvel hiçbir mahlûk mevcut değil. Şu sayacağım kelimeleri hayalimizden sıra sıra geçirelim: Su, taş, hava, yıldız, ay, gezegen, güneş, demir, azot, krom, nikel, dağ, ova, sema, samanyolu, cazibe, radyoaktif dalgalar, elektrik… Ve daha niceleri.
Bu eşyanın yoktan yaratılışı, sonsuz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse nasıl izah edilecektir? Dünkü boş arsada bugün bir köşk görüyorsak hemen soruyoruz: "Bu köşkü kim yaptırdı?’ sorusu değil aklımızdan, hayalimizden dahi geçmiyor ki; arsa evrim geçirdi de köşk oldu diyelim. O halde, yokluk üzerine halk ve inşa edilen bu kâinat için, bu safsata nasıl ileri sürülebiliyor. Yokluk, evrim geçirdi de varlık mı oldu?
Bütün bunlar bir yana, şu sorunun cevabını arayalım: Dünya ile güneş başlangıçta aynı mahiyette iken, dünya okyanuslarla, ormanlarla, hayvanlarla, insanlarla doldu da beriki neyi bekliyor. Niçin evrim geçirmiyor? Çok iyi biliyoruz ki o da tekâmül etse ortada ne güneş kalır, ne dünya. O halde, soruyu şöyle değiştirelim: Güneşin tekâmülüne kim müsaade etmiyor?
Bazıları, Darwin’in yaratıcıya inanan bir evrimci olduğunu iddia ederler. Ben aksini savunacak değilim. Yalnız, şu var ki, bir evrimci yaratıcıya inanıyorsa, savunduğu teori ile bu inanç birlikte düşünüldüğünde, ortaya şöyle garip bir tablo çıkar: "Bu kâinat, bir yaratıcı tarafından güneşi, ayı, yıldızlarıyla; havası, toprağı, yer altı kaynaklarıyla, tam tamına canlıların yaşayabilecekleri şekilde yaratılmış. Sonra, artık o yaratıcı işe karışmamış… Evrimle, isteyen deve olmuş, isteyen tilki, isteyen maymun olmuş, isteyen insan, isteyen elma vermiş, isteyen zeytin.
Evrimi, Darvin’den de önce savunan Lamark şöyle diyor: "Zürafanın atası, geyiğe benzeyen ve boynu uzun olmayan bir tip idi. Ortamda yeterince ot bulamayınca ağaç yapraklarını yemeye mecbur kaldı. Alt yapraklar bittikçe daha yükseklere erişebilmek için çabaladı. Böylece boynu uzadı, nesilden nesile geçtikçe daha fazla arttı ve bugünkü zürafa ortaya çıktı.”
Bu iddiayı ciddiye alanlara soralım: Zürafa boynunu uzattı ki, ağacın yukarı kısmındaki yapraklarını yesin, deniliyor. İyi ama, meyve ağaçları niye meyve verecek şekilde evrim geçirdiler. Meyveleri kendileri mi yiyeceklerdi, yoksa yavruları mı? İnsanın hizmetine verilen at, bu çevikliğini otları yakalamak için mi kazanmış dersiniz? Öküz, yükümüzü taşımak için mi güçlü oldu? Tavuk, elimizden kaçmamak için mi uçamayacak şekilde evrim geçirdi?
Âlemdeki varlıklar için, "mektubat-ı rabbaniye” tâbiri kullanılmakta… Yâni, her varlık bir ilâhî terbiyeden geçmiş, çok mânâlar yüklenmiş, ayrı bir şahsiyet kazanmış ve bir rabbanî mektup olmuş. Bu mektupların mürekkebi: Atomlar. Bir materyaliste göre, mektupları mürekkepler yazmışlardır. Tabiatçıya göre mürekkebin mektup olması tabiîdir. Ve bir evrimciye göre; "Mektuplar mürekkeplerin çok uzun süre beklemesiyle yazılmışlardır!”
Kâinat kitabının mürekkebi atomlardır, dedik. Bu atomlar ilâhî kudret ile var edilmişler ve yüz kadar elementten sonsuz denecek kadar çok yıldız, güneş, gezegen yaratılmış. Bunların tamamina birden kâinat diyoruz ve onun kendi kendine var olmayacağını, yahut bir başka kâinatın evrim geçirmesiyle meydana gelemeyeceğini çok iyi biliyoruz.
Güneş sistemimize bakalım: O da ayrı bir sistemin evrimleşmesiyle ortaya çıkmış değil.
Bugün her türün ayrı bir genetik yapıya sahip olduğu ispat edilmiş durumda. Canlılardaki, terbiye fiili, bu genetik yapı ve bu ilâhî program üzerine cereyan ediyor. O sonsuz ilim ve kudret sahibi, milyarlarca çekirdeği, yumurtayı, nutfeyi harika bir terbiyeden geçiriyor. Âdetâ noktalardan kitapları, damlalardan ummanları çıkarıyor…
Evrim felsefesini dâvâ edinenler bu sonsuz rahmeti ve bu ilâhî terbiyeyi hiç nazara almazlar ve insanlara şöyle seslenirler: "Ne bu âlem düşünülmeye değer, ne de kendi varlığınız! Siz bunları bir tarafa bırakınız! Sadece ve sadece ilk insanın hangi hayvandan evrimleştiğine kafa yorunuz!..”
mumsema
SORU 1: Kur’ân’daki sayısal hatâlar: Kur’ân’da bol miktarda sayısal hatâlar da bulunmaktadır. Allah (varsa eğer), basit aritmetik işlemlerde bile hatâ yapamayacağına göre (Ne de olsa kâinatı yarattığına inanılıyor, yani bilgisi her konuda yüksek olmalı…), bu hatâları Kur’ân’ın yazarı olan ve hesap yapma kâbiliyeti olmayan Muhammed’in yaptığı anlaşılmaktadır: Cennet ve dünyayı yaratmak kaç gün aldı?
A’raf/7:54. "Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden, geceyi durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!"
Yunus/10:3. "Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istivâ eden Allah’tır. O’nun izni olmadan hiç kimse şefâatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz!"
Evet, yukarıdaki âyetlerin tümünde, yerin ve göğün altı günde yaratıldığı söyleniyor. Halbuki aşağıdaki âyetlerdeyse yer ve göğün sekiz günde yaratıldığı anlaşılıyor ki, bu âyetlerle yukarıdaki âyetler bir çelişki içindedir.
Fussılet/41:9. "De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir."
Fussılet/41:10. "O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti."
Fussılet/41:12. "Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah’ın takdiridir."
Hesap edelim: 2 gün (yer) + 4 (gıdaların oluşumu)+ 2 (gökler)= 8 gün (6 değil!)
CEVAP 1: Yerin ve göklerin altı günde yaratıldığını bildiren âyetlerden sonra bunlarla çeliştiğini söylediği "Fussılet" sûresinin âyetlerini sıralarken sapla samanı birbirine karıştırıyor sonra da -ilkokul öğrencilerinin bile yapmayacağı birşeyi yaparak- elmalarla armutları topluyor. Evet Allah Teâlâ yeri ve gökleri altı günde yarattığını söylemiştir, ancak bizim bildiğimiz "gün", güneş sistemine, yerin ve göklerin yaratılmış olmasına bağlı bulunduğundan, yaratmanın süresini bildiren "gün" kelimesine aynı mânâyı veremeyiz; bu sürenin miktarını Allah bilmektedir. Bizim buradan çıkaracağımız sonuç, yerin ve göklerin yaratıldığı ve birden değil, belli bir süre içinde var edildiğidir. Yaratmanın süresini bildiren günlerde "Sizin günlerinizden altı günde" ifadesi yoktur.
Fussılet sûresinde geçen günlere gelince:
a) 9. âyette "yerin iki günde yaratıldığı" ifade edilmiştir. Yer ve gökler altı günde, bunlardan yalnızca yer iki günde yaratılmış; bunda bir çelişki yok.
b) 10. âyette yaratmadan değil, gıdaların takdir edilmesinden sözediliyor, ortada bir çelişki yoktur; yer iki günde yaratılmış, dört günde gıdalar takdir edilmiştir; yani yeryüzünde yaşayacak canlıların gıdalarının burada nasıl yetişeceği, elde edileceği, üretileceği kurallara bağlanmıştır.
c) 12. âyette yine yerin ve göğün iki günde yaratıldığı söylenmiyor ki çelişki bulunsun. Burada açıklanan "yedi gök"tür. Yedi göğün de yaratılmasından değil, "yedi olarak hükme bağlanmasından" sözediliyor, yaratma mânâsına gelen "halaka" kelimesi değil, "hükme bağlamak, takdir etmek" mânâsına gelen "kadâ" fiili kullanılıyor. Yani Kur’ân’ın hiçbir yerinde, göklerin ve yerin altı günden daha fazla veya daha az zamanda yaratıldığını söyleyen bir âyet yoktur. Fussılet âyetleri yerin iki günde yaratıldığını açıkladığına göre, geriye kalan dört günde de gökler yaratılmıştır. Göklerin yaratılması dört gündedir, bunun iki günü göklerin yedi gök olarak tasarlanıp düzenlenmesine ayrılmıştır, yaratılmasına değil. Çelişki Kur’ân’da değil, elmalarla armutları toplayanların kafasındadır.
(Prof.Dr.Hayreddin Karaman)
Cevap: Dünya kaç günde yaratıldı?
Kayıtsız Üye
Bugün birçok araştırmaya konu olan noktalardan biri, içinde yaşadığımız evrenin kaç yaşında olduğudur. Bu konuyla ilgili en ilgi uyandıran ve konuya ışık tutan bilgi ise Yüce Allahın 1400 yıl önce indirdiği Kuranda verilmiştir. Günümüzde bilim dünyasında yapılan araştırmaların sonuçlarının Kuranda Rabbimizin altı günde yaratılış ile ilgili verdiği bilgilerle gösterdiği paralellik, Kuran mucizelerinden biri daha teyit etmektedir.
Modern bilim ile Kuran arasındaki uyumun bir örneği, evrenin yaşı konusudur: Kozmologlar evrenin yaşını 16-17 milyar yıl olarak hesaplamışlardır. Kuran’da ise tüm evrenin 6 günde yaratıldığı açıklanmaktadır. İlk bakışta farklı gibi görünen bu zaman dilimleri arasında aslında çok şaşırtıcı bir uyum vardır. Gerçekte, evrenin yaşı ile ilgili elimizde bulunan bu iki rakamın her ikisi de doğrudur. Yani evren, Kuran’da bildirildiği gibi 6 günde yaratılmıştır ve bu süre bizim zamanı algıladığımız şekliyle 16-17 milyar yıla karşılık gelmektedir.
1915 yılında Einstein, zamanın göreceli olduğunu, mekana, seyahat eden kişinin süratine ve o andaki yerçekimi kuvvetine bağlı olarak akış katsayısının da değiştiğini öne sürmüştür. Kuran’da 7 farklı ayette bildirilen evrenin yaratılış süresinin, zamanın akış katsayısındaki bu farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda bilim adamlarının tahminleri ile büyük bir paralellik içinde olduğu görülür. Kuran’da bildirilen 6 günlük süreyi, 6 devre olarak da düşünebiliriz. Çünkü zamanın göreceliği dikkate alındığında, "gün" sadece bugünkü koşullarıyla, Dünya üzerinde algılanan 24 saatlik bir zaman dilimini ifade etmektedir. Ancak evrenin bir başka yerinde, bir başka zamanda ve koşulda, "gün" çok daha uzun sürelik bir zaman dilimidir. Nitekim bu ayetlerde (Secde Suresi, 4; Yunus Suresi, 3; Hud Suresi, 7; Furkan Suresi, 59; Hadid Suresi, 4; Kaf Suresi, 38; Araf Suresi, 54) geçen 6 gün (sitteti eyyamin) ifadesindeki "eyyamin" kelimesi, "günler" anlamının yanı sıra "çağ, devir, an, müddet" anlamlarına da gelmektedir.
Evrenin ilk dönemlerinde, zaman bugün alışık olduğumuz akış hızından çok çok daha hızlı akmıştır. Bunun nedeni şudur: Big Bang anında evren çok küçük bir noktaya sıkıştırılmıştı. Bu büyük patlama anından bu yana evrenin genişlemesi ve evrenin hacminin gerilmesi, evrenin sınırlarını milyarlarca ışık yılı uzağa taşıdı. Nitekim Big Bang’den bu yana uzayın geriliyor olmasının evren saatinin üzerinde çok önemli sonuçları oldu.
Big Bang anındaki enerji evrensel saatin zaman akış hızını milyon kere milyon (1012) defa yavaşlatılmıştır. Evren yaratıldığında, evrensel zamanın akış katsayısı, -bugün algılandığı şekliyle-, milyon kere milyon kat kadar daha büyüktü yani zaman daha hızlı akmaktaydı. Yani biz Dünya’da milyon kere milyon dakikayı yaşadığımız esnada, evrensel saat için yalnızca bir dakika geçmiş olur.
6 günlük zaman dilimi, zamanın göreceliği dikkate alınarak hesaplandığında, 6 milyon kere milyon (trilyon) gelmektedir. Çünkü evrensel saat, Dünya’daki saatin akış hızından milyon kere milyon daha hızlı akmaktadır. 6 trilyon günün karşılık geldiği yıl sayısı, yaklaşık olarak 16,427 milyardır. Bu rakam günümüzde evrenin tahmin edilen yaş aralığındadır.
6.000.000.000.000 gün / 365,25 = 16.427.104.723 milyar
Diğer yandan yaratılışın 6 gününün her biri -bizim zaman algımızla- birbirlerinden farklı zamanlara karşılık gelmektedir. Bunun sebebi zamanın akış katsayısının evrenin genişlemesiyle ters orantılı olarak azalmasıdır. Big Bang’den itibaren evrenin büyüklüğü her ikiye katlandığında, zamanın akış katsayısı yarıya düşmüştür. Evren büyüdükçe, evrenin ikiye katlanma hızı da gittikçe artan bir şekilde yavaşladı. Bu genişleme oranı, Fiziksel Kozmolojinin Temelleri adlı ders kitaplarında anlatılan, dünyanın her yerinde yaygın olarak bilinen bilimsel bir gerçektir. Yaratılışın her gününü, Dünya zamanıyla hesapladığımızda karşımıza aşağıdaki durum çıkar:
Zamanın başladığı andan itibaren bakıldığında, yaratılışın 1. günü (1. devre) 24 saat sürmüştür. Ancak bu süre, bizim zamanı Dünya’da algıladığımız şekliyle 8 milyar yıla eşittir.
Yaratılışın 2. günü (2. devre) 24 saat sürmüştür. Ancak bu, bizim algılarımızla bir önceki günün yarısı kadar sürmüştür. Yani 4 milyar yıl.
3. gün (3. devre) ise yine bir önceki gün olan 2. günün yarısı kadar sürmüştür. Yani 2 milyar yıl.
4. gün (4. devre) 1 milyar yıl,
5. gün (5. devre) 500 milyon yıl,
ve 6. gün (6. devre) 250 milyon yıl sürmüştür.
Sonuç:
Yaratılışın 6 günü, yani 6 devresi, Dünya zamanı türünden toplandığı zaman, 15 milyar 750 milyon yıl bulunur. Bu rakam günümüzdeki tahminlerle büyük bir paralellik içindedir.
Bu sonuç 21. yüzyıl biliminin ortaya koyduğu gerçeklerdir. Bilim, 1400 yıl önce Kuran’da haber verilmiş bir gerçeği bir kere daha tasdik etmektedir. Kuran ve bilim arasındaki bu uyum, Kuran’ın, herşeyi bilen ve yaratan Allah’ın vahyi olduğunun mucizevi kanıtlarından biridir. Yüce Rabbimiz, altı günde yaratılış gerçeğini ayetinde şöyle bildirmiştir:
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan; sonra arşa istiva eden Allah’tır… (Araf Suresi, 54)
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 03. sayı (Eylül 2004) 24. sayfada yayınlanmıştır.
Akif
pekı Allah niye bir anda yaratmamış ki ??
Desert Rose
< pekı Allah niye bir anda yaratmamış ki ?? >
hiç kimseye Sünnetullah’ı Allah’ın kanunlarını sorgulamaya yetkili değildir
bildirilenenlere iman etmenin dışına çıkmamak gereklidir kardeş
Kayıtsız Üye
soru 1) yer ve gök derken hangisi önce yaratılmıştır…. ayetlerden anlaşılacağı üzere dünyamız ilk yaratılmış ve daha sonra 7 gök yaratılarak tamamlanma olmuştur…bu durumda yukarıda gittiğin saçma mantıkla ve yanına bilimide alarak yaptığın düz mantık hesabıyla …. dünyanın yaşının da yaklaşık olarak 16,7 milyar yaşında olması gerekir… ama bugün dünyanın yaşı o referans aldığın bilime göre yaklaşık 4.5 milyar yaşındadır….
soru 2) bana şimdi sen dünya 2 günde yaratıldı diyerek 16,5 milyarı 3 böldüğün zaman yaklaşık 4,5 milyar yıl eder gibi saçma bir cevapla sakın gelme… eğer öyle bir cevapla gelirsen bunun anlamı biz hala 2 günlük yaratma süreci(senin mantıkla yaklaşık 5,5 milyar yıl eder) nin içindeyiz demektir… geriye kalan 4 günlük gıdaların takdir edilmesi sürecini nereye koyacaksın merak ettim…
Kayıtsız Üye
Herşeyden önce evrenin yaşı 16.4 milyar değil 13.5 ila 14 milyar arasındadır. Mucize dediğiniz şeyde evrenin yaşının kuranda yanlış yazması değil evrende bir toplu iğne kadar olan dünyanın 2 günde yine rakamlarla ifade edilemeyecek kadar büyük evreninde 2 günde yaratıldığına inanmanızdır
xxxxxxxxxxxxx
1 gün 2. milyar yıldır evrenin şuan da evrenin 13.5 milyar yani 6.5 gün üstünde yani evren bazında zamana vurursak ikindi namaz aktini geçmiş durumdayız. akşam namazına yaklaşıyoruz.Hz.Adem a.s dünyaya indiğinde okuma yazmayı biliyordu.Yâ Rabbî! Sen beni yaratıp bana rûhundan üflediğinde başımı kaldırdım, arşın sütunları üzerinde Lâ ilâhe illâllâh, Muhammedü’r-Rasûlullâh cümlesinin yazılı olduğunu gördüm.okuma ve yazmayı bilmesedi bu yazıyı okuyamazdı.ilk dil Arapçadır ve ilk yazılı alfabede Arapçadır saygılar
xxxxxxx
çok basit inanıp inanmadığını görek için yaratamaz dersen yanarsın yaratır dersen kurtulursun.Bakış açın geniş tut tek pencereden bakma tüm insanlık bazında düşün 🙂 mesela insanlık tarihi 250 milyon yıldan daha eskidr 1. kanıt afrika kıtasından insanlık yayılmıştır eğer simdiki gibi olsaydı okyanusu geçmek imkansızdır lakin pangeada böyle bir sıkıntı yoktur arada okyanus yok amerikaya geçmek daha kolay olur yüreyerek ve Amerika kıtasına yerleşirler.ve zamanla kıtalar uzaklaşır ve insan farkında olmadan kıtadan o zaklaşır ve imkansız gözüke olay çok basit bir olay gibi olmuş olur 🙂 bide ölülerin yakıldığını var sayarsan o zamana ayit tek bir kanıt dahi bulamazsın :)atalarımızı hep cahil vs sanıyoruz lakin bizden farkları yoktu 🙂
Kayıtsız Üye
insanlık afrikadan yayılmış deniyor. bence arap yarımadasindan yayıldı. hz. adem veya havvanin fosilini bulan var mı? hz. adem ile havva cennette yasak meyveyi yeyip kovulduklarinda yeryüzüne ayrı ayrı indirildiler. yeryüzünde de arafat daginda buluştular. Allah ademe cebrail vasitasiyla kabenin temelini attırdı. Allahın yeryüzündeki evi şu an mekkede olduğuna göre belli ki adem a.s arap yarımadasinda yaşamış belki de ilk doğan çocukta orada olmuştur aksini iddia ederseniz kendi yorumunuz olur. sizin bilim dediğiniz şey aslında Allahın yeryüzünde neyi nasıl ne zaman yaptığı üzerine matematiksel calismanizdir. halbuki Allah için teferruattir. yani Allah ol der olur.
Kayıtsız Üye
Selamünaleyküm.
Kuranda, evren yer ve gökler olarak çoğul yazılır.Ancak bir de tekil yazılan gök yani arapça sema kelimesi vardır.Atmosfer ve güneş sistemi tekil olan gök kelimesiyle tanımlanır.Fussilet suresi-12.ayet tekil olan gök kelimesini yazıyor.Yani atmosferin 7 kat olarak yaratılmasını yazar.
Şema
Dünya kaç günde yaratılmıştır?
Allah’ın Varlığının, Kemâlinin, Kudretinin Ve Hikmetinin Delili:
9- De ki: Siz mi arzı iki günde Yaratan’a nankörlük ediyor ve O’na eşler koşuyorsunuz? o, âlemlerin rabbidir
10-O, yeryüzünde sabit dağlar yeretirdi. Onda bereketler yarattı. Onda arayanlar için eşit şekilde dört günde gıdalar takdir etti Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve arza; "isteyerek veya istemeyerek eelin" dedi."İsteyerek geldik." dediler."
12- Böylece onları iki günde yedi gök yaptı ve her göğe emrini vahyetti. Biz en yakın göğü lâmbalarla ve koruma ile donattık. İşte bu o güçlü olanın ve bilenin takdiridir.
FUSSİLET SÜRESİ
Kayıtsız Üye
Allah’a güçlük yok ondan başka ilah yoktur o tekdir ve samertdir
Kayıtsız Üye
hac 47 süresi kurani bitiriyor.Allahin 1 günü, insanların 1000 gunune denktir diyor.yani insanların zaman birimine gore dunya 6 bin yilda varoldu…oysa dunyamiz 6 bin degil,5.5 MILYAR yasinda.ayrica kuran evrenden bahsetmez..ama merak edenler için yaziyorum evren 15.7 milyar yasinda.
Kayıtsız Üye
1000 gündür demiyor 1000gün gibidir diyor. Bütün dini terimleri bütün bilimi bir kenara koyun. Uzaya yıldızlara gezegenlere bir bakın. O ihtişam sizce kendi kendine olabilirmi. Tesadüf şans milyarlarca yıldır akıp giden düzen için fazla iddiali degilmi. Bunları görmemek için kör olmak gerekir.
Kayıtsız Üye
Göğün dünyadan önce yaratıldığı ayetlerini göz önünde bulundurmazsanız dünyanın yaşı 2 gün değil 4 gün olarak algılamanız normal. Pardon yine normal değil. Çünkü takdir ettik diyor yarattık demiyor. Kurana göre dünyanın yaşı(duman halinden bugünkü halîne kadar) 4 gün değil 2 gündür bu kadar anlaşılmayacak ne var ki.
Siz mi daha zorsunuz yaratılışça, gök mü?
( NÂZİÂT 27. Ayet )
Onu yükseltmiş ve ona düzen ve âhenk vermiştir.
( NÂZİÂT 28. Ayet )
O göğün gecesini karanlık yaptı, ışığını da çıkardı.
( NÂZİÂT 29. Ayet )
Gecesini kararttı, kuşluğunu çıkardı.
( NÂZİÂT 29. Ayet )
Sonra da yeri yayıp deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarlattı/yeri yayıp döşedi.
( NÂZİÂT 30. Ayet )
Bu ayetlere göre; gök dünyadan önce yaratılmış. Bu kesin şimdi bunu cebe koyalım.
√ Gök dünyadan önce vardı.
De ki: "Siz, yerküreyi iki günde yaratana gerçekten nankörlük edip O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? Âlemlerin Rabbi’dir O."
( FUSSİLET 9. Ayet )
Bu ayet, dünyanın 2 günde yaratıldığını bildiriyor. Bu ayetin devamı ise o 2 günü açıklıyor;
O, yeryüzüne, denge ve dayanıklık sağlayan dağları üstünden yerleştirdi. Onda bereketlere vücut verdi. Ve onda, azıklarını dört günde takdir etti. İsteyip duranlar için eşit miktarda olmak üzere…
( FUSSİLET 10. Ayet )
2 günden SONRA demiyor 2 günde dağların, bereketlerin nasıl oluştuğunu anlatmıyor mu ilk cümlelerde? Sonra ise tüm bu bereketlerin yani azıkların 4 günde takdir edildiğini söylüyor. Takdir etti demesi ortada henüz dünyanın olmadığının kanıtıdır. Türkçede mi bilmiyorsunuz takdir etmek demek bir şeyi önceden belirlemek-istemek demek. 4 günde tüm bunları istedik diyor işte bunu anlamamak için 5 yaşında falan olmak gerek. Eğer yarattık deseydi tamam dünyanın yaşı 4 gün olurdu ve ateistler sevinirdi ama yaradan çok ince bir detayla takdir ettik diyerek dünyanın henüz yaratılmadığını belirtmiş. Takdir ettik kelimesi ve göğün dünyadan önce yaratılması ayeti, burada henüz dünyanın yaratılmadığının kanıtıdır. Bazıları demiş ki önce yeryüzü 2 günde yaratılmış sonra 2 günde gıdalar oluşmuş dünyanın yaşı 4 diyorlar halbuki alakası yok kendileriyle çeliştiklerinin farkında değiller çünkü naziat suresinde önce göğün oluştuğunu söylüyor Allah. Fussilet suresinin 10. ayetinin son cümlesi, tüm bu azıkları 4 günde istedik(takdir ettik) demek yani ortada henüz dünya yok. Bir takdir=istek var. Zaten dünya bundan sonraki ayette oluşmaya başlıyor;
Sonra DUMAN hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, İsteyerek veya istemeyerek (emrimize) gelin dedi. İkisi de, İsteyerek geldik dediler.
( FUSSİLET 11. Ayet )
Her şey duman halindeymiş. Buradan sonra geriye kalan 2 günde dünya ve 7 kat gök oluşuyor. Zaten yere ve göğe emrimize gelin diyerek hem dünyanın yaratılışı hem de göğün 7 kat yaratılması anlatılmış.
Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, arza en yakın göğü kandillerle ve bir korumayla donattık. İşler bunlar Azîz ve Alîm olanın takdiridir.
( FUSSİLET 12. Ayet )
O küfre sapanlar görmediler mi ki gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık. Her canlı şeyi sudan oluşturduk. Hâlâ iman etmeyecekler mi?
( ENBİYÂ 30. Ayet )
Kimi müslümanlar bu ayetten hareketle gök ile dünyanın aynı anda yaratıldığını iddia ederek naziat suresini inkar ediyorlar. Burada anlatılmak istenen bigbang dir. Her şey bitişikti zaten başka ne demesini beklerdiniz ki gökle gök bitişikti diyecek hali yoktu ya.
Bilimsel olarak evrenin yaklaşık 13,8 milyar yaşında olduğu kanıtlanmıştır. Dünyanın ise yaklaşık 4,6 milyar yaşında olduğu kanıtlanmıştır.
Bilime göre evren dünyadan TAM 3 KAT yaşlıdır. 4,6×3=13,8 Peki kurana göre evren dünyadan kaç kat yaşlı? Kurana göre önce gök yaratılmıştı(naziat suresi), sonra dünyanın yaratılması 4 günde takdir edilmişti ve son 2 günde dünya yaratılmıştı. Kurana göre dünyanın yaşı 2dir, evrenin yaşı ise 6 dır ve arada tam 3 kat var. Bakın virgülüne kadar aynı çıkıyor bu bir mucizedir kuranın Allah kelamı olduğunun kanıtıdır ve aynı zamanda bir yatıcının varlığına kurandan en büyük delildir.
Selam ve sevgi ile…
dünya kaç günde yaratıldı, Allah dünyayı kaç günde yarattı, dünya nasıl yaratıldı