Müslüman olan insanlar mezhep seçmesi doğru mudur
egemen
Elhamdülilah Müslümanız ve iyiki Müslüman dogmuşuz
MEZHEP NE DEMEKTİR?
Kelime olarak mezhep, takip edilen, gidilen yol demektir. Mecazen de şahsî/ferdî (kişisel) görüş, inanç ve doktrin manalarında kullanılmaktadır.
Din açısından ise müctehidin, dinin ayrıntılarına ilişkin, kendine mahsus kural ve yöntemlerle oluşturduğu inanç ve hukuk sistemini ifade eder. Bir başka deyimle; müctehid sıfatını kazanmış bir İslam aliminin, hüküm bakımından kapalı veya kesin olmayan (zannî) ayet ve hadisleri İslam’ın temel esaslarına aykırı olmayacak şekide yorumlayarak getirdiği çözümler topluluğuna mezhep adı verilir. İslâm tarihinde mezhep kelimesi genel olarak itikadî, fıkhî, siyasî görüşlerin hemen hepsi için kullanılmıştır.
Mezhepler tarihi ile meşgul olan alimler, İslâm mezheplerini Peygamberimizden (s.a.v.) rivayet olunan bir hadise göre tasnif etmişlerdir. Bu hadiste Yahudilerin yetmiş bir, Hıristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldığı, İslâm ümmetinin ise yetmiş üç fırkaya ayrılacağı; cehennemden kurtulacak Müslümanların, Resûlüllah’ı ve ashabının yolunu takip eden fırka başka bir rivayette de, birlik ve beraberlikten ayrılmayan cemaat- olduğu belirtilmektedir.
pekii..!
- Hanefi mezhebi
- Safii mezhebi
- Maliki mezhebi
- Hanbeli mezhebi
- Selefiyye
- Selefiyye II
- Es’ariyye
- Maturudiyye
- Sia
- Hâricilik
- Caferiyye
- Ismailiyye
- Mutezile
- Yezidiyye
- Bektasilik
- Kaderiyye
- Cebriyye
- Mürcie
- Kadiyanilik
- Dürzilik
- Vehabbilik
- Alevilik
- Hurufilik
- Melamiyye
- Müsebbihe
- Bahailik
- Babilik
- Nusayrilik
yukardakiler islamın mezhepleri çeşit çeşit ,müslüman olan insanlar mezhep seçmesi doğrumudur arkadaşlar.
Peygamberimiz (S.A.V.) hayatta iken herhangi bir mezhebe ve müctehide ihtiyaç duyulmuyordu. Çünkü peygamberimiz dogrudan meseleleri ve ilgili hükümleri asil kaynagindan, yani VAHY’den aliyordu. Dünya islerinde Peygamberimizin (S.A.V.) bazen kendi görüsünü ortaya koydugu vakidir. Yani bazi hususlarda kendileri içtihad ederlerdi. Ancak dini konularda buna gerek duyulmaz, Cebrail’in vahiy indirmesi beklenirdi.
Ashab devrinde de içtihada gerek görülmedigi gibi, mezheblere lüzum hissedilmemistir. Ashab’dan biri karsisina çikan bir mesele hakkinda kendinde bir çözüm bulamadiginda, onu arkadaşlarına sorar, dogruyu ögrenip öylece cevap verir veya meseleyi çözerdi. Ancak Ashab-i Kiram fethedilen Islam ülkelerine dagilip her biri gittigi ülkede Islami yayarken ancak kendi bildiklerini ögretebildi. Zamanla Islam Devletinin sinirlari genislemis, ashab azalmis ve yeni yeni meseleler ortaya çikmis, böylece farkli görüsler ortaya çikmaya baslamistir.
Cevap: müslüman olan insanlar mezhep seçmesi doğrumudur arkadaşlar
greenmushroom
< Elhamdülilah Müslümanız ve iyiki Müslüman dogmuşuz
MEZHEP NE DEMEKTİR?
Kelime olarak mezhep, takip edilen, gidilen yol demektir. Mecazen de şahsî/ferdî (kişisel) görüş, inanç ve doktrin manalarında kullanılmaktadır.
Din açısından ise müctehidin, dinin ayrıntılarına ilişkin, kendine mahsus kural ve yöntemlerle oluşturduğu inanç ve hukuk sistemini ifade eder.
Hanefi mezhebi
Safii mezhebi
Maliki mezhebi
Hanbeli mezhebi
Peygamberimiz (S.A.V.) hayatta iken herhangi bir mezhebe ve müctehide ihtiyaç duyulmuyordu. Çünkü peygamberimiz dogrudan meseleleri ve ilgili hükümleri asil kaynagindan, yani VAHY’den aliyordu. Dünya islerinde Peygamberimizin (S.A.V.) bazen kendi görüsünü ortaya koydugu vakidir. Yani bazi hususlarda kendileri içtihad ederlerdi. Ancak dini konularda buna gerek duyulmaz, Cebrail’in vahiy indirmesi beklenirdi.
Ashab devrinde de içtihada gerek görülmedigi gibi, mezheblere lüzum hissedilmemistir. Ashab’dan biri karsisina çikan bir mesele hakkinda kendinde bir çözüm bulamadiginda, onu arkadaşlarına sorar, dogruyu ögrenip öylece cevap verir veya meseleyi çözerdi. Ancak Ashab-i Kiram fethedilen Islam ülkelerine dagilip her biri gittigi ülkede Islami yayarken ancak kendi bildiklerini ögretebildi. Zamanla Islam Devletinin sinirlari genislemis, ashab azalmis ve yeni yeni meseleler ortaya çikmis, böylece farkli görüsler ortaya çikmaya baslamistir. >
Selamünaleyküm
Kardeşim doğru söylüyon yalnız sana bir açıklama getirecem şimdi bütün yazdığın bu mezhepleri araştır, Bunlardan çoğu ya sahabeden nefret eder, ya halifeden, veya hadisleri kabul etmez, ben sana yukarda bahsettiğim dört itikadi mezhebi anlatıyım. Bu mezhepler Yalnızca Ehli beyti (farzi derecede) ,ve dört halifemizi severler ve bütün sahabeler öncelikle peygamber efendimize salat eder ondan sonra ehli beytine ve ashaba, tüm cümlesine anarlar, tabii bunlarla bitmiyor. Bende sana aşağıda bahsettiğim konuda biraz yardımcı olurum inşAllah;
M e z h e p l e r
MEZHEP NE DEMEKTİR?
Kelime olarak mezhep, takip edilen, gidilen yol demektir. Mecazen de şahsî/ferdî (kişisel) görüş, inanç ve doktrin manalarında kullanılmaktadır.
Din açısından ise müctehidin, dinin ayrıntılarına ilişkin, kendine mahsus kural ve yöntemlerle oluşturduğu inanç ve hukuk sistemini ifade eder. Bir başka deyimle; müctehid sıfatını kazanmış bir İslam aliminin, hüküm bakımından kapalı veya kesin olmayan (zannî) ayet ve hadisleri İslam’ın temel esaslarına aykırı olmayacak şekide yorumlayarak getirdiği çözümler topluluğuna mezhep adı verilir. İslâm tarihinde mezhep kelimesi genel olarak itikadî, fıkhî, siyasî görüşlerin hemen hepsi için kullanılmıştır.
Mezhepler tarihi ile meşgul olan alimler, İslâm mezheplerini Peygamberimizden (s.a.v.) rivayet olunan bir hadise göre tasnif etmişlerdir. Bu hadiste Yahudilerin yetmiş bir, Hıristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldığı, İslâm ümmetinin ise yetmiş üç fırkaya ayrılacağı; cehennemden kurtulacak Müslümanların, Resûlüllah’ı ve ashabının yolunu takip eden fırka –başka bir rivayette de, birlik ve beraberlikten ayrılmayan cemaat- olduğu belirtilmektedir.(1)Tirmizî, Sünen, İman, 18; Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 1; İbn Mâce, Sünen, Fiten, 17; Dârimîmî, Sünen, Siyer, 75.
MEZHEPLERİN ÇIKIŞ SEBEPLERİ
İslam dünyasında mezheplerin oluşumunu, ortaya çıkmasını etkileyen pek çok sebep saymak mümkün. Ancak meseleyi uzatmadan şöyle özetleyebiliriz:
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hayatta iken sahabiler arasında herhangi bir ihtilaf söz konusu değildi. Dinden gerek inanç, gerek ibadet ve muamele ve gerekse âdap ve ahlâka dair anlayamadıkları/anlaşamadıkları bir mesele çıkarsa, Resûlüllah‘a (s.a.v.) sorarlar, o da açıklardı. Râşit halîfeler döneminde de bu hususlarda herhangi bir sıkıntı olmamıştı. Sahabe ve tâbiîn devirlerinde ise, akaid ve amele dair bir mesele ortaya çıkarsa, hemen güvenilir alimlere müracaat edilir, cevabı alınır, karışıklık çıkmasına fırsat verilmezdi. Ancak daha sonraki devirlerde, kendilerine güvenilir zatların yavaş yavaş azalmaları sebebiyle, Müslüman halkın sıkıntılarını gören bazı alim ve müctehidler, akaid ve fıkıh alanındaki görüşlerini açıklayıp yaymaya başladılar. Nitekim hicrî birinci asrın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, gerek akaid ve gerekse fıkıh sâhasındaki çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Onların bu görüşlerini dinleyen, okuyup yazan insanlar da, bunlara uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve ictihatları, halkın anlayışında bir mezhep olarak yerleşti. Bununla birlikte hemen ifade etmeliyiz ki, bu büyük alim ve imamlardan hiçbirisi, ‘Ben bir mezhep kuruyorum, bana uyunuz!’ diye, halkı kendi görüşlerine tâbi olmaya çağırmamışlardır. Devlet adamlarının, makam-mevki ve nüfuz sahibi kimselerin davet ya da emirleriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdir.
Bilindiği üzere insanların anlayış-kavrayış ve idrak seviyeleri farklıdır, istek ve ihtiyaçları çeşitlilidir. Dolayısiyle dinin esasına uygun olmak kayıt ve şartıyla fıkhî ihtilafların/farklılıkların da caiz olması bir kenara, ümmet için bir rahmettir, kolaylıktır. Onun içindir ki Peygamber Efendimiz, müctehid ictihadında isabet ederse iki sevap, iyi niyetle Allah rızası için yaptığı bu ictihadında hata ederse bir sevap alacağını söylemiştir.(2)Buhârî, Sahîh, İ‘tisâm, 21; Müslim, Sahîh, Akdiye, 6;
Yanıt: müslüman olan insanlar mezhep seçmesi doğrumudur arkadaşlar
greenmushroom
KAÇ ÇEŞİT MEZHEP VARDIR?
İslâm’da ki türlü mezhep vardır:
1. İtikadi Mezhepler: İmanla-inançla ilgili konulardaki görüşler.
2. Ameli Mezhepler: İbadet ve muamelelerle ilgili konulardaki görüşler.
İTİKADİ MEZHEPLER
İman esaslarını kabul etme konusunda bir çok görüş ve mezhep vardır. Bunlar da iki gruba ayrılır:
a) Hak Mezhepler veya Ehl-i Sünnet Mezhepleri.
b) Batıl Mezhepler veya Ehl-i Bid’at Mezhepleri.
Ehl-i Hak veya Elh-i Sünnet, dinî yorumlarda Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ve sahabenin (r.anhüm) yolunu takip edip onları örnek alan, sahabe arasında ayrım yapmadan onları bütün olarak seven ve kabul eden mezheplerin adıdır.
Ehl-i bit’at ise, yorumlarını daha ziyade kendi görüş ve fikirlerine dayandıran, ashaptan bazılarını sevgide aşırıya kaçan, bazılarına karşı da nefret duyan mezheplerin adıdır.
HAK MEZHEPLER (Ehl-i Sünnet Mezhepleri)
İtikatta Ehl-i Sünnet Mezhepleri ikidir:
1. Eş’arî mezhebi
Mezhebin kurucusu İmam Eş’arî’dir. Basra’da doğmuş, Bağdat’da vefat etmiştir. İmanla ilgili mevzularda ayet ve hadisleri temel almakla birlikle bunların anlaşılmasında akla da yer veren bir mezhep anlayışıdır. Şâfiîler, Malikiler genelde Eş’ari mezhebindendir. Mezhep, Kuzey Afrika, Endonezya ve Hicaz’da yaygındır.
2. Maturîdi mezhebi
Mezhebin kurucusu, İmam Mâtüridî’dir. Kendisi Türkistan’ın Semerkant şehrinin Mâtürid köyündendir. Mâtüridilik, imanla ilgili mevzularda ayet ve hadisleri temel almakla birlikte dinin anlaşılması konusunda aklı temel kabul etmiş bir mezheptir.
Mâtürîdî akaidinin temelini İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin (rh. 80/699 – 150/767) içtihatları-görüşleri, bilhassa onun Fıkhu’l-ekber isimli eseri teşkil eder.
Mâtürîdîler fıkıhta İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin (rh.) yolunu takip etmiştir. Hanefilerin büyük çoğunluğu Mâtüridî mezhebine bağlıdır.
Mezhep, Türkiye, Balkanlar, Orta Asya, Hindistan, Pakistan’da yaygındır.
Çoğunlukla Türkler fıkıhta Hanefi, itikatta ise Mâtüridi mezhebindendir.
İtikatta bu iki hak mezhebe üçüncü olarak "Selefiye”yi ilave edenler olsa da buna gerek yoktur. Çünkü Ehl-i Sünnet‘in tuttuğu, takip ettiği yol zaten selefin yoludur. Kaldı ki sonraları "Selefilik”, selefin yolu ve görüşleri olmaktan çok İbn Teymiye ve Muhammed b. Abdülvahhab‘ın mugalatalarını-düşüncelerini yansıtır hale gelmiştir.
Selefîler, ilk olarak Hicri 4. yüzyılda ortaya çıkmışlardır. Bunlar, amelde Hanbelî mezhebine mensuplardı. Görüşlerinin, Selefiye inancını canlandıran ve bu inanca ters düşen görüşlere karşı mücadele eden İmam Ahmed İbn Hanbel´e (rh.) ait olduğunu söylüyorlardı. Ancak Hanbeli mezhebinden olan bazı zatlar; onların bu görüşlerinin, Ahmed İbn Hanbel´e (rh.) ait olduğu hususundaki sözlerine katılmamışlardır.
Selefiye inancı Hicrî 7. yüzyılda tekrar ortaya çıkmış ve bu de¬fa bu görüş, İbn Teymiyye tarafından ihya edilmeye çalışılmıştır. İbn Teymiyye, Müslümanları yoğun bir şekilde bu görüşü kabul etmeye davet etmiş ve kendine göre, zamanının gerektirdiği bazı düşünceleri (!) de Selefiye görüşüne ilave etmiştir.
Daha sonra Selefiye inancı Hicrî 12. yüzyılda Muhammed b. Abdülvahhab tarafından Arap yarımadasında yeniden ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde de Vehhabîler, Müslümanları bu Ehl-i Sünnet dışı görüşe davet etmekte ve bu görüşleri şiddetle savunmaktadırlar.
Hanbelî mezhebinde olduklarını iddia eden bu insanlar, bazı çok temel mevzularda Ehl-i Sünnet çizgisinden ayrı görüş ve inançlara sahiptirler. Mesela tevhid inancı yani Allah’ın birliği meselesi, şefaat, kabir ziyaretleri… gibi hususlarda işi, Sünnîleri tekfire kadar götürmüşlerdir. Bu akım Hicri 4. yüzyılda ortaya çıkmış ve bu görüşü benimseyenler, görüşlerinin, Ahmed İbn Hanbel´e ait olduğunu söylemişlerdir. Ancak Hanbeli mezhebinden olan bazı zatlar bu görüşlerin, Ahmed İbn Hanbel´e ait olduğu hususunda bunlara katılmamışlardır.
Bâtıl Mezhepler (Ehl-i Bit’at Mezhepleri)
Ehl-i bid‘at mezhepleri de ikiye ayrılır:
a) Küfre düşmeyenler,
b) Küfre düşenler.
Küfre düşen bid‘at mezheplerinin temeli, İslam’ın ana esası olan âyet ve hadislerin görüşlerine uymayan, genellikle kişilerin kendi arzu ve hevesleri doğrultusunda uydurdukları iddialardır ki, bunların sayıları çoktur.
Soru: müslüman olan insanlar mezhep seçmesi doğrumudur arkadaşlar
greenmushroom
AMELDE HAK MEZHEPLER
Fıkıhtaki (ibadet ve amele dair olan konularda) ihtilaflar, akaitteki ihtilaflar gibi insanı bid‘at ve dalâlete götürmez. Nitekim fıkhî meselelerde ictihatların farklılığı ümmet için rahmat sayılmıştır. Böylece zaman ve mekânlara göre Müslümanlara genişlik-rahatlık ve kolaylıklar sağlanmıştır.
Amelde hak olan dört mezhep sırasiyle şunlardır:
1. Hanefî mezhebi
Mezhebin kurucusu İmam-ı A‘zam Ebû Hanîfe‘dir (rh.). Hicri 80 (M. 699) yılında Kufe’de doğmuş, 150’de (M. 767) Bağdat’ta vefat etmiştir. Aslen varlıklı bir aileden gelen İmâm-ı A‘zam hazretleri, ilim öğrenme ve öğretmenin yanında ticaretle de meşgul olmuştur. Ticari hayatı, günlük meseleleri iyi bilmesine, ihtiyaçları yakından tanıyıp problemleri kolay ve isabetli çözmesine yardımcı olmuştur.
İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.) ictihatlarında daima insanların ihtiyaçlarını, dinin inanç ve ameldeki maksadını, temel kriterleri dikkate alarak hareket etmiştir. Mezhebin en önemli özelliği, ayet ve hadislerin hükmü ile aklın yorumu arasında makul bir dengenin oluşudur. Dört ana şer‘î delilin yanında örf ve âdet gibi fer’î delilleri, kamu yararını daima göz önünde bulundurmuş, kişi hak ve hürriyetlerinin korunmasını düstur (ilke) edinmiştir.
Kaynaklarda, İmâm-ı Azam‘ın (rh.) dört bine yakın talebesinin olduğu ifade edilir. Bunlardan kırk tanesi ictihad yapabilecek seviyeye gelmiştir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed (İmameyn) rahımehümAllah en meşhur iki talebesidir. Ebû Hanîfe (rh.), Ehl-i Irak fıkhının temsilcisidir. Mezhep ekseriyetle Türkiye, Balkanlar, Türkistan, Hindistan, Pakistan’da yaygındır.
2. Mâlikî mezhebi
Mezhebin kurucusu İmam Malik‘tir (rh.). Hicri 93 (M. 711) yılında Medine‘de doğmuş, 179 (M. 795) yılında yine Medîne‘de vefat etmiştir. Mezhebin en önemli özelliği, İmam Mâlik‘in Peygamberimizin (s.a.v.) terbiyesinde yetişmiş olması ve ilim merkezi durumunda olan Medine halkının uygulamasına büyük ehemmiyet vermesidir. Ona göre, Medinelilerin ameli, mütevatir sünnet (en kuvvetli sünnet) hükmündedir. Mezheb genellikle Mısır ve Kuzey Afrika’da yaygındır. İmam Mâlik, ehl-i hadis veya ehl-i Hicaz fıkhının temsilcisidir.
3. Şâfiî mezhebi
Mezhebin kurucusu İmam Şâfiî‘dir. Hicri 150 tarihinde (M. 767) Filistin‘in Gazze şehrinde doğmuş, 204’te (M. 819) de Mısır‘da vefat etmiştir (rh.). İmam Mâlik‘ten Hicaz fıkhını, Ebû Hanîfe‘nin talebesi olan İmam Muhammed‘den de Irak fıkhını öğrendi. Mezhebinin en önemli özelliği, âdeta Hanefî ile Mâlikî fıkhının terkibi/sentezi (birleşimi) niteliğinde olmasıdır. Şâfiî mezhebi genellikle Mısır, Suriye, Irak, Horasan’da yaygındır. Ayrıca Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğu bölgelerinde de epeyce mensubu bulunmaktadır.
4. Hanbelî mezhebi
Mezhebin kurucusu İmam Ahmed b. Hanbel‘dir (rh.). Hicri 164’te (M. 780) Bağdat‘da doğmuş, 204’te (855) de yine Bağdat‘ta vefat etmiştir. İmam Ahmed b. Hanbel ibadet ve muamelat konularında iki ayrı usûl benimsedi. İbadetle ilgili hususlarda ayet ve hadislere çok sıkı sarılmakla birlikte, muamelat(3) konularında (günlük hayatın icapları) bir şeyin haram olduğuna dair ayet ve hadislerde açık bir delil yoksa, onun mubah olduğuna hükmederek daha serbest bir anlayış geliştirdi. Mezheb genellikle Hicaz, Filistin, Mısır gibi ülkelerde yaygındır.
Bu dört hak mezhepten başka daha otuza yakın amelde hak mezhebin olduğu bilinmektedir. Ancak bunların bağlıları kalmadığı için kitaplarda sadece isimleri vardır.
greenmushroom
HAK BİR MEZHEBE UYMAK GEREKİR Mİ?
Müctehid olmayan Müslümanlara, müctehidleri taklid eden anlamında mukallid denir. Mukallid durumunda olan her Müslümanın, Hak mezheplerden birine, mutlaka bağlı kalması gerekir. Onun için en emin, en güvenli yol budur.
İmâm-ı Rabbânî (rhmtullah aleyh) buyuruyorlar ki:
"Kitap ve Sünnet’in îcabına göre inanmak (Müslüman olabilmek için) nasıl zarûri ise, müctehid imamların onlardan istinbat ve istihraç ettiği (Kur’an ve hadislerden çıkartıp ortaya koyduğu) hükümlerin gereğince amel etmek de zarûridir. Hâl böyle olunca; helâl-haram, farz-vâcib, sünnet-müstehab gibi hükümleri bilmek de aynı şekilde zarûri olmaktadır.
"Müctehidlere uymak durumunda olan (mukallid) bir kimsenin, Kur’an ve hadisten, müctehidin görüşüne aykırı olarak hükümler çıkartıp alması ve onunla amel etmesi câiz değildir. (Mukallid bir Müslüman için) gereken; kendisinin, tâbi olarak taklid ettiği mezhebinin müctehidi tarafından ihtiyar edilen kavil (seçilip alınan hüküm) ile amel etmeyi tercih etmektir.” (4)
Meselâ, ülkemizde yaşayan Müslümanların çoğunluğu Hanefî mezhebine mensuptur. Bu mezhebe göre namazları cem etme ameli (iki vakti birarada kılmak), sadece hac esnasında tatbik edilir.
O da Arafat’ta cem‘-i takdim yapılarak, öğle vaktinde öğle ile ikindi namazları birleştirilir; önce öğle sonra da ikindi namazı birbiri ardınca kılınır.
Müzdelife’de ise, akşam namazı te’hir edilerek yatsı ile birleştirilir ki, buna da cem‘-i te’hir denir. Bunların dışında –ister hac sırasında, ister haccın hâriçinde– hiçbir zaman ve mekânda, şartlar ne olursa olsun, iki vaktin namazını birleştirmek Hanefî mezhebine göre câiz değildir.
Ashâb-ı kirâmdan Abdullah b. Mes‘ûd, Sa‘d b. Vakkas ve Abdullah b. Ömer (r.anhüm) gibi bazılarından da bu görüş rivâyet edilmiştir.
Hasan-ı Basrî, İbn Sîrîn, İbrahim Nehâî, Esved (rahımehümüllah) gibi bir kısım selef-i sâlihîn de bu görüştedir. Bir rivâyette İmâm Mâlik‘in (rh.) tercihi de bu yöndedir.
Bu durumda, Hanefî mezhebine mensup olan bir Müslüman’ın, yukarıda belirtilen zaman ve mekânların dışında, hiçbir hâl ve şartı bahane edip iki vaktin namazını bir vakitte birleştirerek kılması câiz olmaz. Diğer meseleler de aynen bunun gibidir.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin açıkladığı üzere, mukallid durumundaki Müslümanların, mensubu bulundukları mezhebin görüşlerine göre amel etmeleri şarttır, zarûridir. Şuurlu bir Müslüman, aksi yöndeki iddialara kulak vermez.
Bizim dinimizde, sıradan herkesin kendi kafasına göre âyet ve hadislerden hüküm çıkarma ve keyfine göre amel etme gibi bir saçmalığa yer yoktur.
Hatta, değil İlâhi bir dinde, hiçbir beşerî sistemde bile kanunları her önüne gelenin kendi kafasına göre yorumlaması, ictihad etmesi gibi bir karmaşaya izin verilmez.
Çünkü böyle bir uygulamanın sonucu, toplumda rahatlık ve huzur değil, aksine anarşidir, terördür. Bu da, aklı başında hiçbir fert ve toplumun kabul ve tasvip edebileceği bir durum değildir.
Ayrıca belirtmek gerekirse, dinî meselelerde ihtiyaç yeni ictihadlara değil, tefekküredir; fikir plânında yapılacak çalışmalaradır. Bunlar da hiçbir sûrette kat‘î nasslarda ve hakkında icma‘ bulunan mevzûlarda olmamalıdır. Zira bu noktalarda değil "düşünce üretmek”, hakiki bir müctehidin ictihad etmesi dahi câiz değildir. Meselâ namazın, orucun, zekâtın, haccın farziyeti; onların rükünleri, vakitleri hususunda ictihâda asla yer yoktur. İslâm’ın fıkıh usûlü bunu böyle ortaya koymuştur. Nitekim Mecelle‘de de bu husus, "Mevrid-i nassda ictihâda mesağ yoktur” kâidesiyle belirtilmiştir.
Ama üzülerek ifade edelim ki günümüzde, namazda olduğu gibi, haccın, kurbanın da vakitlerinin değiştirilerek yılın 12 ayına yayılabileceği, yani senenin her mevsiminde yapılabileceği icitihâd(!)ında bulunma cür’etini bile gösteren sözde müctehidlere rastlamak mümkün. Hem de isimlerinin önünde kocaman kocaman ünvanlarıyla… Ve bunu da "bilimsellik!” adına yaptıklarını söylüyorlar ki, Allah‘tan –şayet kabilse, istidatları varsa– hidâyetlerini istemekten başka ne dileyebiliriz!
Peki, günümüzde bir Müslümanın mutlaka bu dört mezhepten birine bağlı kalması şart mıdır?
Bu sorunun cevabı ve bu husustaki daha pek çok meselenin halli için, dilerseniz Prof. Dr. Faruk Beşer Bey’e kulak verelim. O, "Bir Mezhebe Bağlanma” başlığı altındaki yazısında dikkat çekici şu açıklamalarda bulunmaktadır:
"İslâm’ın asıl kaynağı Kur’ân-ı Kerim ve onun açıklayıcısı olan hadîs-i şeriflerdir. İcma, kıyas ve diğer şer’î deliller de aslında Kur’ân’a tabi olduklarından, aslolan yine Kur’an’dır ve bu anlamda Kur’an İslâm’ın tek ve yegâne kaynağıdır. Her müslüman fert için asıl olan da Kur’ân’a göre yaşamaktır.
"İslâm bütün insanlara ve geldiği andan itibaren bütün zamanlar için gönderilmiştir. Bu süre içinde olacak olanlar sürekli ve sonsuzdur. Oysa, Kur’ân-ı Kerim’in ifade ettiği hükümler; bu hükümlerin esası olan ve bizim telaffuz ettiğimiz kelimeler itibariyle, sınırlıdır. Sınırlı olan hükümler sınırsız olayları anlatamayacağına göre, yenilenen olaylara paralel hüküm üreten bir kaynağın bulunması gerekir ki, bu da içtihat’tır. İçtihat, İslâmî hükmü belli olmayan bir olayın hükmünü Kur’ân’a uygun olarak ortaya koyma çabası olduğuna göre, içtihat yapacak şahsın, esas kaynak olan Kur’ân-ı Kerim’i, onun açıklaması olan sünneti ve bu ikisinin onayladığı icmaı yeterince bilmesi gerekir. Ta ki asıl kaynaklarda belirtilen bir hükümden habersizce ve kendi görüşü ile, asıl olana zıt bir hüküm ortaya koymasın ve olaylar arasındaki ilgiyi görerek isabetli hüküm verebilsin…..
"… Allah Rasûlü (s.a.v.) hayatta iken vahiy devam ettiği için, yeni yeni ortaya çıkan meselelerin hükmünü öğrenmek problem değildi. Rasûlüllah’ın vefatından sonra ve ona yetişen arkadaşlarının (sahabe) varolduğu sürede ortaya çıkan meselelerin hükmü, onlara soruldu ve onların müçtehit olanları, ayetler ve hadisler ışığında görüşlerini açıkladılar. Arkasından onları izleyenler (tâbiûn) geldi. Meseleler de çoğaldıkça çoğaldı. Bu meseleleri de tabiûnun müçtehitleri cevaplandırdılar, bunlar hakkındaki görüşlerini, yani mezheplerini açıkladılar ki, işte İmam Ebû Hanife ve İmam Malik bunlardandır ve o dönemde onlar gibi daha yüzlerce müçtehit vardır. Meselesi olan vatandaş, gidip onlardan herhangi birisine sordu ve davranışını ona göre ayarladı. O dönem bu açıdan çok zengin bir dönem oldu ve bu dönemin müçtehitleri on binlerce meselenin hükmünü tesbit etme başarısını gösterdiler.
"Büyük imamlar olan Ebû Hanîfe, Malik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel (Allah onlardan razı olsun) hem birçok meziyetleriyle halk tarafından benimsendikleri, hem de daha çok mesele hallettikleri için onların görüşlerine, yani mezheplerine daha çok başvurulur oldu ve onların görüşleri yazılıp tesbit edilebildi. Diğerlerinin görüşleri ya unutulup gitti veya başkalarının ağzından çok sıhhatli olmayan yollarla ve tek tük aktarılabildi. Dolayısı ile içtihat adına en önemli dönem olan o dönemden bize bütünüyle sağlıklı olarak sadece bu ‘Dört İmam’ın ve arkadaşlarının görüşleri aktarılabildi.
"Onlardan sonra da yüzlerce müçtehit gelmiş olmakla beraber, henüz onlar kadar kapsamlı müçtehitler çıkmadığı kabul edilir. Çünkü onlar işin kaynağına yakın idiler, hadislerin sahih olan ve olmayan yollarını tanıyor, kendilerinden önceki sahabenin ittifak ettikleri noktaları iyi biliyorlardı. Sonradan zorunlu olarak ortaya çıkan bir sürü hadis ilmine ihtiyaçları yoktu. Arapça’nın henüz bozulmadığı bir dönemde yaşıyorlardı ve Kur’an’ı anlamak için çok önemli olan Arapça’yı, bir çaba göstermeksizin iyi biliyorlardı. Ve belki de bütün bunlardan ve daha benzeri meziyetlerden ötürü Allah Rasûlü Efendimiz (s.a.v.), onların da ‘hayırlı asır’da bulunduklarını haber vermişti.. Oysa, daha sonra gelen müçtehitlerin sözünü ettiğim konularda ilave ve fazla bilgiye ihtiyaçları oldu. İşleri arttığından ötürü seviyeleri de öncekilere göre küçük kaldı, içtihat etmelerine rağmen onlar kadar kapsamlı olamadılar. Ve o ‘dört imam’ hep zirvede kalmaya, tabir caizse rekoru ellerinde tutmaya devam ettiler.
"Böyle bir özetten sonra başlıkla ilgili soruya dönelim: Madem ki, esas olan Kur’ân-ı Kerim ve onu açıklayan sünnet-i seniyyedir; öyleyse bir müslümanın ille de ‘dört imam’dan birini taklit etmesi ve ‘Kitab’a ve ‘sünnet’e değil de onun görüşlerine uyması şart mıdır? Hatta bu uygun olur mu?
greenmushroom
"Böyle bir soruya cevap olarak söyleyeceğimiz ilk şey, onlara uymanın Kitap ve Sünnete uymaktan başka bir şey olduğu izlenimini vermenin, yanılgı ya da yanıltmaca olduğudur. Çünkü onlara uymak ve onları taklit etmek, Kitap ve Sünnet karşısında, onların görüşlerini benimsemek demek değil, Kitap ve Sünnete onların yorumu ve anlayışı ile bağlanmak demektir. Tabi olunan/uyulan, yine Kitap ve Sünnettir. Herkesin Kitap ve Sünneti yeterince bilip kavraması zor (imkansız değil) olduğundan, herhangi bir büyük imamı (müçtehit) taklit etmek, pratik anlamda vacip, yani gerekli görülmüştür.
"Ancak bu gerekliliği, dinî anlamda ‘farz’ görme yanılgısına da dikkat çekmek gerekir. Çünkü bir şeyin farz ya da haram olduğuna hüküm verme hakkı, sadece Allah’a ve Onun kendi adına hüküm koyma yetkisi verdiği Rasûlüne aittir….
"Öyleyse [bir müslümanın] Kitabı ve Sünneti yaşamada bir mezhep imamını rehber edinmesi gereklidir ve bunun dört mezhepten biri olması konusunda da âdeta icma vardır. Çünkü belli bir dönemden bize sıhhatli olarak aktarılan içtihatlar onların içtihatlarıdır. Bu, onların özellikle ibadet ve akide ile ilgili herhangi bir meselede bu dört görüş mecmuasının dışında bir görüşün olamayacağında ittifak yani icma etmeleri anlamina gelir ki, fıkıh usûlünde ‘mürekkep icma’ diye tabir edilir. İcma ise genel kabul gören görüşe göre bağlayıcı bir delildir….
"… Şunu da itiraf etmeliyiz ki, herkesi rehbersiz olarak Kitabı ve Sünneti yorumlama hatasına düşüren sebeplerden biri de, hiçbir mezhebin ve mezhep imamının kabul etmediği ‘mezhep taassubu’ olur….
"Mezheplerin kolay taraflarını araştırmak ve ihtiyaç yokken sırf nefsinin arzusuyla işine gelenleri almak… caiz değildir. Çünkü bu dine değil nefse uymaktır. Delilsiz hareket etmektir. Bizi, kabul edilmeyen toplamacılığa/telfike ve ‘mürekkep icma’ ile caiz olmadığında ittifak edilen sonuçlara götürür….
"[Hâsılı], mezhep, Kur’an’da ve Sünnette bulunup açık olmayan ya da hiç bulunmayan konular hakkında görüş demek olduğuna göre, ‘Dört mezhep de nereden çıktı?’ deyip herkesi güya Kur’ân’a ve Sünnete göndermek, aslında dört değil, dörtyüz milyon mezhep kabul etmek demektir. Çünkü her şey Kur’ân’da açıkça bulunsaydı zaten mesele olmazdı. Bu yüzden, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, meselâ Hanefî mezhebine bağlı yaşamak, Kur’ân’ı ve Sünneti bırakıp Ebû Hanîfe’ye uymak değil, belki Kur’ân’ı ve Sünneti onun anlayışı ile kabullenmek, yani Kur’ân’a ve Sünnete Ebû Hanîfe penceresinden bakmak demektir.”(5)
greenmushroom
MEZHEPSİZLİK NEREYE GÖTÜRÜR?
Büyük âlim Muhammed Zâhid el-Kevserî rahmetullâhi aleyh, mezhep tanımama, kabul etmeme tehlikesi ile ilgili olarak, "Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür”(6) başlıklı makalesinde bakınız neler söylüyor:
"Mezhepler sağlam temeller üzerine oturtulmuştur… Peki son zamanlarda liderlik sevdasıyla biri ortaya çakır da müctehidlerin ictihadlarının yerine kendi görüşünü ikâme edip, insanları, mezhepleri bırakmaya çağırır; mezheplerin mensuplarını şaşkınlık içerisinde bırakmaktan ve gösteriş budalalığından öte bir esasa dayanmayan kendi imamlığını (müctehidliğini) mezhepsizlik üzerine oturtmaya çalışırsa eğer, siz kendisini böyle bir vesvese ve kuruntuya kaptıran birine ne dersiniz?..
"Böyle birine, ya deli teşhisi konulmamış fakat tımarhâneye götürülmemekle hata edilmiş bir mecnûn dersiniz; yahut da böyle bir adamın delilerin akıllılarından mı, yoksa akıllıların delilerinden mi olduğunu kestiremezsiniz her halde…
"Bir müddetten beri bazılarından buna benzer nâralar duymaya başladık. Ki bunlar, akıllarınca müctehid imamların ictihadlarını ortadan kaldırmaya yönelik olarak şer‘î sâhalarda ictihâda yelteniyorlar… Bu kuruntularına kulak asmadan önce, bana kalırsa, bunların akıllarından bir zorlarının olup olmadığı hususunda bir tıp doktoruna muâyene ettirilmeleri gerekir. Kendilerinde birazcık akıl bulunduğu tesbit edildiği takdirde, bunların, İslâm ümmetini din ve dünya işlerinde parçalamaya yönelik hedefler peşinde koştukları ve üzerlerine İslâm güneşi doğduğundan beri aralarında devam eden uzunca bir kardeşlik döneminden sonra bu ümmeti birbirleriyle didişmeye ve boğazlaşmaya sevk edecek mel‘unca gâyeler güttükleri ve kesinlikle bu dinin düşmanlarından oldukları ortaya çıkar.
"Basîretli ve akl-ı selim sahibi bir Müslüman bu gibi propagandalara kanmaz. Evet, böyle bir Müslüman, tâbiûn devrinden beri bu dînin usûl ve furûunu Efendimiz’den (s.a.v.) tevârüs ettikleri gibi koruyan müctehid imamların etrafından ayrılmaya çağıran bir nâra işittiğinde, yahut kulağına mezheplerden birine yönelik bir böğürtü çalındığında, mutlaka bu meş‘ûm (uğursuz) sesin çıkış yerini aramalı, bu fitne yuvasını muhakkak keşfetmelidir.
"İslâmî ilimleri hakkıyla okuyan samimi bir Müslüman’dan böyle bir ses duyulmaz. Bu ses, olsa olsa İslâmî ilimleri üstünkörü, başlıklar hâlinde ve kendi emellerine hizmet edecek kadar öğrenip, İslâm âlimleri arasında gizlenmiş sahte bir Müslüman’dan duyulabilir. Akl-ı selim sâhibi bir Müslüman, kendisinde mevcut basîret nûruyla araştırdığında, bu nâranın çıkış yerinde, Müslümanlar’ın dertleriyle sadece gösteriş olsun diye dertlenen birine rastlayacaktır. Öte yandan bu adamın, Müslümanlar’ın dert ve sıkıntılarına aldırış etmeyen bir takım kimselerle sarmaş dolaş olduğunu, ancak fazilet güneşinin batış yerinden (Batı’dan) gelen eskiler hâriç, önüne gelen her eskiye düşman kesilen bir kimse olduğunu görecektir.
"İmam Ebû İshak el-İsferâyinî’nin buyurduğu gibi, ‘Bu işin önü safsata, sonu zındıklıktır…’
"Bu meş‘um dâvet, yalnızca dinsizliğe uzanan bir köprüdür. Böyle bir dâvetin istilâ ettiği diğer ülkeler, küfür bataklığına saplanarak mahv olmuşlardır.
"Mü’min, parmağını bir delikten iki kere ısırttırmaz…
"Akıllı o kimsedir ki, başkasının uğradığı musîbetlerden ders alır.
"Doğruyu Allah söyler (ve söyletir), doğru yolu gösteren de odur.”
DİPNOTLAR
1) Tirmizî, Sünen, İman, 18; Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 1; İbn Mâce, Sünen, Fiten, 17; Dârimîmî, Sünen, Siyer, 75.
2) Buhârî, Sahîh, İ‘tisâm, 21; Müslim, Sahîh, Akdiye, 6;
3) Muamelat: Muameleler, işlemler demektir. Fıkıhta fert ve aile hukuku, aynî haklar, mîras, ticaret, borçlar ve iş hukukuyla ilgili konular.
4) el-Mektûbât, 1, 286.
5) Prof. Dr. Faruk Beşer, Sorular ve Cevaplarla Günlük Hayatımız, Bilge Yayıncılık, İstanbul 2003, s. 15-21
6) Said Ramazan el-Bûtî, Mezhepsizlik İslâm Şerîatını Tehdit Eden En Tehlikeli Bid‘attir.
Eyer birazcık yardımım oldu ise Ne mutlu bana, bende ilk önceleri bu konuda terredüt içindeydim ama sağolsun çevremde bulunan insanlar hep yardımcı oldular Allah hepsinden razı olsun…
Allah’a emanet olun….
egemen
peki aarkadaşım bizim meshebimiz nedir .??
müslüman olarak e doğal olarak bir tane mezhep olması gerekiyor.bence
insan karamsarlığa düşüyor.çok din AŞA insanğolunun kafasını her zaman karıştırmışrtır
günümüzde günlük yaşantılarda insanlar artık nerelisin sorusunun yanına mezhebin nedir? gibi sorularla karşılaşılaşabiliyor.BU şahsan benim üzüldüğüm bir konu, bu ve bunun gibi hassas konuLAR ASLINDA CÖZÜME KAVUŞMASI GEREKTİĞİ KANISINDAYIM.
Allah’a emanet ol
greenmushroom
< peki aarkadaşım bizim meshebimiz nedir .??
müslüman olarak e doğal olarak bir tane mezhep olması gerekiyor.bence
insan karamsarlığa düşüyor.çok din AŞA insanğolunun kafasını her zaman karıştırmışrtır
günümüzde günlük yaşantılarda insanlar artık nerelisin sorusunun yanına mezhebin nedir? gibi sorularla karşılaşılaşabiliyor.BU şahsan benim üzüldüğüm bir konu, bu ve bunun gibi hassas konuLAR ASLINDA CÖZÜME KAVUŞMASI GEREKTİĞİ KANISINDAYIM.
Allah’a emanet ol >
Selamünaleyküm
Bak mesale ben aslında bunu söylemiyecektim ama bu artık mecburi oldu ben ilk önce Elhamdüllillah müslümanım ve ben Alevi cemaatındanım ve iskenderunluyum biliyorsun burda bizim yahudi diye tabir ettiğimiz şeyhler var ve bunlar islm dini dışına çıkmış öğretiler ile insanlara bilgi veriliyor, ve ben bunların hepsini terk ederek islama girdim, ben istnabulda namaza başladığım süreler içereisinde Hanefi mezhebine tabii olmuşum, olmuşum diyom çünkü daha önce bunu bilmiyordum. Ama öğrendim içtihadını, evet aslında islamiyet tek bir ağaçtır bizler onun meyvalarıyız.
SONUÇTA AMEL KURAN VE SÜNNETİ TAKİP EDENLERİ TAKİP ETMEK SENDE ÖYLE YAP
ALLAHA EMANET OL
egemen
< Selamünaleyküm
Bak mesale ben aslında bunu söylemiyecektim ama bu artık mecburi oldu ben ilk önce Elhamdüllillah müslümanım ve ben Alevi cemaatındanım ve iskenderunluyum biliyorsun burda bizim yahudi diye tabir ettiğimiz şeyhler var ve bunlar islm dini dışına çıkmış öğretiler ile insanlara bilgi veriliyor, ve ben bunların hepsini terk ederek islama girdim, ben istnabulda namaza başladığım süreler içereisinde Hanefi mezhebine tabii olmuşum, olmuşum diyom çünkü daha önce bunu bilmiyordum. Ama öğrendim içtihadını, evet aslında islamiyet tek bir ağaçtır bizler onun meyvalarıyız.
SONUÇTA AMEL KURAN VE SÜNNETİ TAKİP EDENLERİ TAKİP ETMEK SENDE ÖYLE YAP
ALLAHA EMANET OL >
aleykümselam .,
bende Allahımın izni Elhamdüllillah müslümanım ne mutlu bize sizde öyle,
bu husus bence önemli belkide dünyadaki müslümanlar bu yüzden aralarında bir soğukluk var .neden derseniz? ırakta şii .. sünni catışması var ama hepsi ben müslümanım diyo.ee ozaman kardeş kardeşe vururmu mezhep ayırımı yapan insanlar var ben bu anlayamıyorum işte bazı ismini vermek istemed,ğim mezhebte oruç tutmaları farklı ve bunun gibi daha bir çok örnek bence birileri ırakta olduğu gibi oyun oynanaıyor ve müslümanlık üzerine eskiden olduğu gibi oyun oynanıyor.
ama ilgiç değilmi sizin değiniz gibi iskenderun bölgesinde yahudi diye tabir ettiğimiz hristiyan gibi gibi gibi uzayıp gidiyoo ama gün gün islamiyete katılanlar çığ gibi büyümektedir..saygılarımla
greenmushroom
< aleykümselam .,
bende Allahımın izni Elhamdüllillah müslümanım ne mutlu bize sizde öyle,
bu husus bence önemli belkide dünyadaki müslümanlar bu yüzden aralarında bir soğukluk var .neden derseniz? ırakta şii .. sünni catışması var ama hepsi ben müslümanım diyo.ee ozaman kardeş kardeşe vururmu mezhep ayırımı yapan insanlar var ben bu anlayamıyorum işte bazı ismini vermek istemed,ğim mezhebte oruç tutmaları farklı ve bunun gibi daha bir çok örnek bence birileri ırakta olduğu gibi oyun oynanaıyor ve müslümanlık üzerine eskiden olduğu gibi oyun oynanıyor.
ama ilgiç değilmi sizin değiniz gibi iskenderun bölgesinde yahudi diye tabir ettiğimiz hristiyan gibi gibi gibi uzayıp gidiyoo ama gün gün islamiyete katılanlar çığ gibi büyümektedir..saygılarımla >
SELAMÜNALEYKÜM
Doğru diyon egemen kardeş benim gittiğim yolda en ufask bir şüphem yok Allah c.c. bizi bu yolda sabit kılsın "…indAllahi dinil islam.."" Din Allah katında islamdır…" diye rabbim ne güzel buyurmuş…
Allah’a emanet ol….
kuseyri
selamun aleyküm
Araştırın doğru olduğuna inandığınız biriyle hareket edin mezheb gidilen yol demek yollar yürünmek içindir üstünde yatılmak için değil ayrım yapanların çoğu yolda yatanlardır.cahil olup caka satanlarda var elbet. bir şeylerin kavgasını verecekler ki varlıklarını gösterebilsinler
yola düşüp yürüyenler ancak etraflarını selamlayarak ilerlerler.yeterki nereye niye yürüdüğünüzü bilinayrım yapmaz mozayiğinizin renkleriyle şenlenirsiniz.ce,ci,cü, olmayın
müslüman olun takva size doğruyu buldurur.allh her şeyi en iyi bilendir
rehnüma01
< peki aarkadaşım bizim meshebimiz nedir .??
müslüman olarak e doğal olarak bir tane mezhep olması gerekiyor.bence
insan karamsarlığa düşüyor.çok din AŞA insanğolunun kafasını her zaman karıştırmışrtır
günümüzde günlük yaşantılarda insanlar artık nerelisin sorusunun yanına mezhebin nedir? gibi sorularla karşılaşılaşabiliyor.BU şahsan benim üzüldüğüm bir konu, bu ve bunun gibi hassas konuLAR ASLINDA CÖZÜME KAVUŞMASI GEREKTİĞİ KANISINDAYIM.
Allah’a emanet ol >
kardeşim ben çok yer gezdim ve görevimiz icabı insanların bir çok sorularına muhatap olduk ve hiç kimsenin ilk tanıştığı kişiye Hangi mezheptensin? diye soru sorduğunu ilk defa senden duyuyorum, bu bir. ikincisi yukarıda yazılanları iyi okumamışsın anlaşılan orada bahsedildiği gibi din dört tane değil sadece dinimizde nasslarındelillerin ehil olan kişilerce ki, onlara müctehid diyoruz, onların yorumları demektir ayrı bir din değil dolayısı ile 4 mezhepten hiçbiri diğerini din harici görmez, göremez. eğer görüyorsa o adam kapkara cahildir vesselam… ayrıca ortada çözüme kavuşmamış hiçbir şeyde yok, sadece yeterince bilgi sahibi olmamak var o kadar.
BiLaL HaTTaB
Rasûlullah (s.a.)’in bütün hadislerini bilgisinde toplamış olmayı iddia etmek, hiçbir kimse için asla mümkün değildir. Örnek olarak, Resûlullah (s.a.)’in işlerini; sünnet, davranış ve hallerini herkesten daha iyi bilen Hulefâ-yı râşidîn’i (ilk dört halifeyi) gözönüne alalım:
Ebu Bekir: Özellikle Hz. Ebu Bekir (r.a.) Resûlullah (s.a.)’den ne seferde, ne de hazarda ayrılırdı. Hemen her vakit beraber bulunur, müslümanların işleriyle meşgul olmak üzere bazı geceleri beraber sabah ederlerdi. Hz. Ömer (r.a.) de böyleydi. Resûlullah (s.a.) çoğu defa şöyle buyurmuşlardır: "Ben, Ebu Bekir ve Ömer… beraber girdik… ben, Ebu Bekir ve Ömer, beraber çıktık…"
Bütün bunlara rağmen Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) "büyük annenin mirası" konusu sorulunca şöyle demiştir: "Allah’ın kitabında sana bir şey yok, Resûlullah (s.a.)’in sünnetinde de sana ait bir şeyin olduğunu bulamıyorum, fakat başkalarına soralım." Durum diğer ashaba sorulmuş, Muğîre b. Şu’be ile Muhammed b. Mesleme gelerek, Resûlullah (s.a.)’in büyük anneye altıda bir hisse verdiğini ifade etmişlerdir. Aynı hadis Imrân b. Husayn tarafından da tebliğ edilmiştir. Halbuki bunların üçü de Ebu Bekir ve diğer halifeler derecesinde değildir. Bununla beraber -bilahare ümmetin tatbikinde ittifak ettiği- mezkûr sünneti bilmek şerefi kendilerine ait olmuştur.
Ömer: Hz. Ömer (r.a.) de istizan (bir ev veya iş yerine girmek için izin isteme) sünnetini, Ebu Musa Eş’arî’nin haber vermesi ve ensarın da aynı konuya şahitlik etmesine kadar bilememiştir. Halbuki Hz. Ömer kendisine bu sünneti haber verenden daha âlimdir. Bu büyük halife, maktûlün eşinin, kocası namına verilecek tazminatta hissesi olduğunu da bilmiyor, bu tazminatın (diyetin) tamamen âkıleye (baba tarafından akraba olanlara) ait olduğu kanaatını taşıyordu. Bir bâdiyede Resûlullah (s.a.)’in vâlisi bulunan Dahhâk b. Süfyan kendisine şöyle yazdı: "Resûlullah (s.a.) Eşyem Dabâbî’nin eşini, zevcinin diyetine vâris kıldı." Bunun üzerine kendi görüşünü terketti ve; "Bunu duymasaydık, başka türlü hükmederdik." dedi.
Osman: Hz. Osman, eşi vefat eden bir hanımın, ölü kocanın evinde iddet bekliyeceğini bilmiyordu. Kendisine Ebu Said Hudrî’nin kızkardeşi Füray’a bt. Mâlik, kendi kocası vefat edince Efendimiz’in verdiği hükmü söyledi. Şöyle buyurmuşlardı: "İddet zamanı doluncaya kadar evinde bekle." Hz. Osman bunu öğrenince gereğine göre hareket etti.
Yine Hz. Osman’a -kendisi için avlanmış olan- bir av hediye edilmiş, o da yemeye niyetlenmişti. Hz. Ali ona, Resûl-i Ekrem (s.a.)’in kendisine hediye edilen bir eti reddettiğini haber verdi.
Ali: Hz. Ali (r.a.) da böyleydi. Şöyle derdi: "Resûlullah (s.a.)’den bir hadis işitince Allah’ın dilediği kadar ondan faydalanırdım. Bir başkası O’ndan (s.a.) bana bir hadis naklederse yemin teklif ederdim. Râvî yemin ederse kabul ve tasdik eylerdim.
Resûlullah (s.a.)’in ashabından yukardakilere benzer olarak nakledilen fetvâ ve davranışlar büyük bir yekûn tutar.
Ashabdan sonrakilere gelince onlarınkini saymak ve zaptetmek bile mümkün değildir, çünkü binleri aşmaktadır.
Bir kimsenin görüş ve sözüne dayanarak Resûlullah (s.a.)’in hadisine muhalefet, hiçbir kimsenin haddi ve hakkı değildir. Nitekim İbn Abbas (r.a.), kendisine bir şey soran kişiye Resûlullah (s.a.)’in hadisiyle cevap vermesi üzerine o adam:
"Ebu Bekir ve Ömer(r.a.) şöyle diyorlar" deyince, şu cevabı vermiştir:
"Üzerinize gökten taş yağmasından korkarım; ben Allah Resûlü şöyle buyurdu diyorum, siz Ebu Bekir ve Ömer’in (r.a.) sözünden bahsediyorsunuz."
Allah Teâlâ: "O dinini size güç kılmamıştır."(Hacc/78.), "Allah sizin için kolaylık olsun ister, güçlük istemez."(Bakara,185) buyuruyor. O İmamlar da, kolaylaştırmak için mücadele etmişlerdir. Ancak mezhepli olmayı başaramayıp, "mezhepçi" olanlar, malesef kolaylık dileyen Rabbimizin aksine, dini yaşanmaz hale getirebilmişlerdir.
Yukarıda anlatılanlarda bir şey de dikkatimi çekti.
< Meselâ, ülkemizde yaşayan Müslümanların çoğunluğu Hanefî mezhebine mensuptur. Bu mezhebe göre namazları cem etme ameli (iki vakti birarada kılmak), sadece hac esnasında tatbik edilir. >
diye bir hüküm verilmiş… Neye göre verilmiş bu hüküm anlamak zor.
Cehâlet ve taassuptan ileri gelen davranışlardan birisi de; bir veya birden fazla müctehidin kavline göre yerine getirme imkânı varken -sırf bir mezhebe bağlanıp kalma yüzünden- Allah Teâlâ’nın farzlarından birini geçirmektir. Bunlardan biri; mutaassıp cahillerin, imam Şafiî ve ilk müctehidlerden bazılarının câiz görmelerine rağmen, yolculuk halinde iki namazı bir vakitte kılmadan kaçınmaları ve başkalarını da menetmeleriyle meydana geliyor. Bu ise farzın büsbütün kaçırılmasına sebep oluyor. Şöyle ki bu kabil kişiler, meselâ öğle vaktinde yola çıkmaya niyet eyleyince, öğle namazını ilk vaktinde kılıyor, ikindiyi de öğle ile beraber kılmadan kaçınıyorlar. Sonra, akşam olmadan -yani ikindinin son vaktinde- konaklarız diye binip yola çıkıyorlar. Halbuki ancak akşam vakti veya güneş batmaya çok yakın -o kadar ki abdest ve namaz için kâfi vakit bulunamıyacak bir zamanda- ancak konaklıyabiliyorlar. Bu takdirde bilhassa abdest ve namaz imkânları veya vakitleri kıt olanlar namazlarını geçiriyorlar. Habuki hareket ederken, İmam Şafiî ile onun gibi, yolculuk halinde iki namazı bir vakitte kılmayı câiz görenlerin mezhebine göre ikindiyi de öğle ile beraber kılabilirlerdi. İşte bunu uymaları câiz ve gerekli olan bir müctehidin mezhebine göre yapmıyorlar da, farzın geçmesine gönülleri razı oluyor. Halbuki anlatıldığı üzere, herhangi şekilde olursa olsun farzı yerine getirmek, bütün durumlarda onu geçirmeye tercih edilir. Bunların yaptığı cehâlet ve taassuptan başka bir şey değildir. Büyük İmam Zahîruddini’l-kebîr Mergînânî’nin, Üstâdı Seyyid Ebu Şucâ’dan nakline göre, Şemsu’l-eimme Halvânî’den şunu soruyorlar: Buharalı bazı tembeller güneş doğmak üzere iken sabah namazını kılıyorlar. Onları bundan menedelim mi?
Halvânî cevap veriyor:
– Menedilmeleri doğru değildir. Çünkü onları menetseniz -anlaşılan odur ki- sabah namazını tamamen terkedecekler. Halbuki böylece kılsalar hadisçilere göre câizdir. Bazılarınca câiz olan bir şekilde de olsa edâ, terketmekten daha hayırlıdır.
Işte Halvânî’nin cevabı budur ve unutulmasın ki bu zât asrında Hanefî mezhebinin üstâdıdır. Serahsî, Fahru’l-İslâm Pezdevî gibi mezhebin büyük âlimleri ve Mâverâunnehr’in ulu kişileri onun tedrîs rahlesinde yetişmişlerdir.
Cahil ve birşeyden anlamaz kişiye İmamı Şafiî’yi taklid ederek -meselâ- ikindiyi öğle ile bir vakitte (öğleyin) kılsa pek âlâ yeterse de, bilâhare ihtiyatlı davranmak isterse ve konakladığı zaman da vakit varsa namazı tekrar kılar, yahut akşamdan sonra kazâ eder. Eğer gönlü rahat etmiyorsa böyle yapabilir. (Kavlu’s-Sedîd Risalesi – Muhammed b. Abdulazim)
Sözü etrafiyle anlayanların bileceği üzre, örf ve âdete göre anlaşılıp tatbik edilecek hususlarda Peygamber (s. a.) sözü uzatmamış, tatbikatı mükelleflerin anlayışına terketmiştir. Bunun başka benzerleri de vardır:
Fakihler birçok hükümleri mükellefin ictihad ve âdetine havale etmişler, bu cihetten meydana gelecek ihtilafları tabiî karşılamışlardır.
Bulutlu bir günde kıble tayini, bütün ümmetin ittifakiyle mükellefin ictihadına terkedilmiştir. İctihadiyle herhangi bir cihete yönelen kimseye bir şey söylenemez. Münazaracıların, bahsin dağılmaması için delillerin mukaddimeleri üzerinde durmayı terketmeleri de bu kabildendir.
Bu meseleyi hakkiyle anlayan bilir ki ictihad şekillerinin birçoğunda gerçek, ihtilafın her iki yönüne de şâmildir, işte genişlik ve serbestlik vardır. Bir şeye takılıp kalmak, kesin olarak muhalif görüşü reddetmek mânasızdır.(Şah Veliyyullah Dehlevî)
Vahdet farzdır. Tefrika haramdır. Kur’an’ımız "Bu ümmetiniz bir tek ümmettir ve ben de sizin (tek) Rabbinizim" der. Vahdet önündeki tek engel, taassuptur, cehalettir, şuursuzluktur. Başka bir mani yoktur vahdet için.
Çok uzattık; noktayı da, bu konuda çokça tekrarladığım, Mustafa İslamoğlu’nun sözü ile koyalım. "Mezhebden İslama açılmak için ne yapmak gerekir?"
sorusu üzerine şu cevabı veriyor:
"Mezhepçilikten vazgeçmek ve mezhepli olmakla kifayet etmek icap eder. Mezhepli olmak caiz, mezhepçi olmak caiz değildir."
Ayrıca; kuseyri kardeşime de, güzel cevabından ötürü şükranlarımı iletiyorum.
vesselam…
ukkaşa
MEZHEPSİZLİK DİNSİZLİGİN KÖPRÜSÜYMÜŞ, İNSANLAR NEFSİNE GÖRE FETVA VERMEYE BAYILIYOR.BİR MEZHEBE BAGLILIGI NE MEZHEP ALİMLERİ İSTEMEMİŞ NEDE SELEF ALİMLERİ ŞAYET BAĞLILIK ŞART OLSAYDI MEZHEP ALİMLERİ DELİLLE BAGLILIĞI ŞART KOYARDI. AKSİNE DELİLE HERZAMAN BAGLANMISLARDIR.
İmam Ebû Hanife radıyAllahu anh der ki: «Hadîs sahih olursa, mezhebim odur»[1]
İmam Ebû Hanife radıyAllahu anh yine der ki: «Nereden aldığımızı bilmeksizin sözümüzü kabullenmek bir kimseye helâl olmaz.»[2]
Yine onun sözlerinden bir kaçı:
«Delilimi bilmeden benim görüşümle fetva verene yazıklar olsun…»
«Bizler insanız. Bugün bir söz söyler, yarın ondan döneriz.»
«Yazık sana ey Yakub! Benden her duyduğunu yazma. Bugün bir görüşte olurum, yarın onu terk ederim. Yarın bir görüş bildiririm, öbür gün onu terk ederim.»
«Allah’ın Kitabına ve Resûl’ün haberine aykırı bir görüş bildirdiysem onu terk edin.»[3]
İmam Mâlik de radıyAllahu anh der ki: «Ben bir insanım. Doğru söyleyebilirim, yanılabilirim de… Görüşüme bakın. Kitap ve Sünnete uyan her şeyi alın, uymayanları da terk edin.»[4]
Yine onun sözü: «Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem hariç, sonrakilerin sözü alınır da, bırakılır da...»[5]
İmam Şâfiî’ye radıyAllahu anh geçelim. Der ki: «Dediğimin aksine nakil ehli katında Allah Resûlü’nden sallAllahu aleyhi ve sellem geldiği sahih olan her meselede hayattayken de, öldükten sonra da ben dönüyorum.»[6]
«Hiç kimse yok ki! Allah Resûlü’nün sallAllahu aleyhi ve sellem sünnetinden bir şeyler kaçırmış olmasın. Ne zaman bir görüş bildirir veya bir usûl ortaya koyarım da onun aksine Allah Resûlü’nden bir söz nakledilir. Benim sözüm; Allah Resûlü’ nün sallAllahu aleyhi ve sellem söylemiş olduğudur.»[7]
«Müslümanlar, kendisine Allah Resûlü’nden bir Sünnet zahir olup da başka birinin sözü için bunu bırakana yaptığının helâl olmadığı noktasında icmâ etmişlerdir.»[8]
«Kitabımda Allah Resûlü’nün sallAllahu aleyhi ve sellem Sünnetine aykırı bir şey bulursanız Allah Resûlü’nün sallAllahu aleyhi ve sellem Sünnetini alın, benim dediğimi bırakın.»[9]
«Hadîs sahih olursa, mezhebimdir.»[10]
«Peygamber’den sallAllahu aleyhi ve sellem dediğimin aksine bir rivayet sahih olduğu halde beni görüş bildirirken görürseniz, bilin ki aklım başımda değildir.»[11]
«Benden duymazsanız da Allah Resûlü’nden sallAllahu aleyhi ve sellem gelen her hadîs benim görüşümdür.»
«Allah Resûlü’nden sallAllahu aleyhi ve sellem dediğimin aksine sahih bir hadîs varsa, onun hadîsi kabul edilmeye daha lâyıktır. Bu durumda beni taklit etmeyin»[12]
«Beni taklid etmeyin. Mâlikî, Şâfiî’yi, Evzâî’yi, Sevrî’yi taklit etmeyin. Aldıkları yerden siz de alın.»[13]
«Cüzzî’nin, Mâlik’in, Ebû Hanife’nin görüşleri neticede birer görüştür. Bence hepsi birdir. Hüccet, ancak nakledilen haberlerdedir.»[49]
«Allah Resûlü’nün sallAllahu aleyhi ve sellem hadîsini reddeden helâk olmanın eşiğindedir.»[14]
İmamların radıyAllahu anhüm bu konudaki sözleri daha pek çoktur. Bu sözler, derin kavrayışlarının birer göstergesidir.
«Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan başka dostlar edinip de uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz.» (A’raf, 7/3)
Muhammed Emin Şenkıtî der ki: «Sonradan gelenlerin, sahabe ve diğer hayırla anılan çağlarda yaşamış olanlara muhalefet ettiği taklit türü, tüm âlimleri bırakıp tek bir şahsa bağnazca tutunmaktır. Bu tür taklit hakkında ne Kur’ân’da, ne de Sünnette bir delil yoktur. Ne sahabeden ne de hayırla anılan çağlarda yaşamış birinden nakledilen bir söz de mevcut değildir. Bu taklit, imamların sözlerine de aykırıdır. Onlardan hiçbiri, tüm âlimleri bırakıp bir şahsın görüşlerine bağlanmayı söz konusu etmemiştir.
Belli bir şahsı taklit, hicretin dördüncü asrında ortaya çıkan bir bid’attir. Aksini iddia eden ilk üç asırda belli birini taklit eden bir kimse göstersin. Gösteremez, çünkü böyle bir şey yoktur.[15]
—————————————–
[1] İbn Abidin, Haşiye, cilt.15, shf. 63.
[2] İbn Abidin, Haşiye.
[3] İbn Abdilberr, İntika.
[4] Fulânî, Îkaz.
[5] İbn Abdilberr, Câmi; Fulânî, İkaz..
[6] Ebû Nuaym, Hilye.
[7] Fulânî, İkaz.
[8] Fulânî, Îkaz, shf. 68.
[9] Nevevî, Mecmu’ul-Feteva
[10] Nevevî, Mecmu’ul-Feteva.
[11] İbn Ebî Hatim, Âdâbı Şâfiî.
[12] İbn Ebî Hatim, Âdâbı Şâfiî. shf. 63..
[13] İbn Kayyum-i’lam.
[14] İbn Abdilberr, Câmi.
[15] İbn Cevzî, Menakıb.
[16] Edvau’l-Beyan, cilt 7, shf. 458.
Kayıtsız Üye
Arkadaşım elhamdurillah hepimiz Müslümanız ama biz şunu yapamıyoruz.1 Allah bize akıl fikir verdi ve herkez kendi yolunu seçebilir 2 herkez kendi cezasını çekecek .kimsenin kimsenin dinine meshebine karisma ya hakkı yok.tabiki ona yardımcı olacaz yanlış yolda ise doğru yolu göstermeye çalışacağız ama zorla değil .bırakın herkez kendi inandığı gibi yaşasın o Allah’la onun arasındaki sorun.sen kendine bak.Allah’in varlığına ve birliğine peygamberlere kitaba imana islama kadere Hayır ve şerrin Allah tarafından gönderildiğine inaniyosan sen zaten Müslümansın .çok doğru yaşamak istiyosan da aç kuranı kerim oku .mezhep işine girersen cikamazsin hangi mezhep doğru bana onu kanıtlayın.hangisi yalan onuda kanıtlayın.arkadaşlar zamanında incildende dünyada bir tane vardı şimdi 4 oldu.hepsi birbirine düşman .islamıda bu şekilde bölmeye çalışıyorlar zaten .etrafınızda bir bakın islam ülkeleri dışında savaşan varmı ve ve bu savaşan ülkeler aynı mezheptenmi .sunuda unutmayin öbür tarafta hangi mezheptensin diye değil dinin ne diye sorucaklar.
saim
Herşeyi bitirdiniz mezheplermi kaldı şimdi mezhebi bizmi seçiyorum çocukken namazı nasıl kılıyosak şimdide o sekıl kılıyoruz
müslümanlar hangi mezheptendir, müslümanlar hangi mezhepten, müslümanların mezhebi nedir