Namaz İnsanı Kılar (Ismet Ozel)

Namaz İnsanı Kılar (Ismet Ozel)

mumsema
Namaz İnsanı Kılar

Âdemoğlunun ne türden bir yaratık olduğuna dair bilgi kendi bedenine yapışık değildir. Oysa diğer yaratıkların bedenleri varlıklarını açıklıyor. Yer yüzeyi üzerine kendi hakkındaki bilgiyi edinecek konumda bırakılmış yegâne yaratık âdemoğludur. Odur bilginin nakline/naklini akledebilen. Onun akledebilme özelliği onda ben insanım deme eğilimi uyandırıyor. İstediği şeyin kendini insan sayma oluşu âdemoğlunu sırattan geçiriyor. Uğradığı sırat sırat-ı müstakim midir? Bunu nereden bilecek? Eğer saymayı biliyorsa âdemoğlu kendini insan sayabilir. Âdemoğlu saymaya bir, iki, üç (veya çok) ilh… diye başlamış ve bu minval üzere saymanın kendini de insan saymaya ulaştıracağı fikrinde sabitleşmişse çoğalttığı sayı kadar yanlışla uğraşacak demektir. Çünkü âdemoğlunun bir’den başlatarak saymaya başlaması mümkün değildir. Doğru saymayı süreç içinde öğrenme çabası kaderinin en kalın çizgisidir.
Bir’in bilgisi âdemoğlunun bedenine yapışık değil. Dünyaya gelen insan yavrusu önce bir’le değil; çok’la, üçten fazlasıyla karşılaşır. Âdemoğlunun bırakıldığı yerde ne eşyanın, ne de kelimelerin tasnifi vardır. Âdemoğlu kovulduğu yerde olduğu gibi, bırakıldığı yerde de tasnif etmeye yeltenmekle muayyen tasnifi öğrenmeye cehd etmek arasında muhayyer bırakılmıştır. Eğer kendisine neyin tenbih edildiğine bakılmaksızın ‘insan olmayı tasnife yeltenmenin sağladığı’ kabulüyle hareket edilecekse meşguliyet sahası kesret olacaktır. Buna mukabil tayin edilmiş tasnifi öğrenme cehdi ancak vahdet sahasındaki meşguliyetle devam edebilecektir. Tembih ancak yerinde bir tembih olduğu takdirde bu ismi alabilir. Çok sayıda olanın derhal hak ve batıl, gece ve gündüz, üst ve alt, kuru ve yaş, sıcak ve soğuk, kadın ve erkek şeklinde ikiye indirgenebildiği ve iki’nin ikiliğinin bir’siz hiçbir anlam taşımadığı kabulüyle hareket edildiği zaman sırat kendiliğinden sırat-ı müstakim haline gelir. Kendiliğinden; çünkü kesret sahasının gitgide taşra durumuna dönüşmesi kaçınılmazdır. Hâlbuki vahdet sahasında meşguliyete devam edilmek isteniyorsa çıkar yol kendilik istikametinde ilerlemekten geçer.
Meşguliyet! Oluş kendine bundan daha güzel bir isim bulamazdı. İnsanın olduruluşu kâinatın olduruluşundan kopuk değil. Oluş olduruluşa gösterilen rızadan başka bir şey değil. Kâinat çekilip çevriliyor, bu çekilip çevrilişe (itiraz değil de) iltihak etmenin adına insan olmak deniyor. Yerküredeki yaratıklar arasında kâinatın çekilip çevrilişine iltihak etme ehliyeti yalnız insanlara verilmiştir. Diğerleri iltihak ederler; ama bu yaptıkları ehliyetlerine dayanmaz. İnsanın itiraza gücü yettiği için ehliyetli bir iltihak gücünü de elinde bulundurur. İnsan saymayı bilmekle elde ettiği gücü kendini kâinat saymaya vardırıyor. Nasıl âlem-i kebir isteyerek kendini çekilip çevrilmeye bırakmışsa âlem-i sagir de kendini çekilip çevrilmeye bırakıyor. Bütün şahadet âlemi bir dönüş yaşıyor. İnsan ehliyetini bu dönüşe katılmakta kullanıyor. Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı vakitleri bir dönüşün menzilleri, burçları, uğrak yerleri. İnsan kıvamını bu menzillerde yoğrularak buluyor. Bu menzillerde yoğrulmamak demek insan olarak kıvamını kaybetmek demektir. İnsana insanlık kıvamını günde beş vakit namaz verir. İnsan namazda ise kendini kılınmaya bırakmış, kendi kılınmaya bırakıldığı rızasına kavuşmuş olur. Teheccüd namazı insan kılınma bilincinin en arıtılmış durumunu yansıtır.
İstek şudur: İnsan kılınayım. İnsan kılınmak isteyen kim? Bu soru sorulduğunda insan kılınma bilincinin doğduğu, doğmasına elverişli olan bir mekânın bulunması gerektiğini anlıyoruz. İnsan kılnma bilinci hangi mekânda doğar? Bu sorunun cevabı aptes almakla verilir. Aptes su ile alınır diyorsak teyemmümün aptesi ne kadar açıkladığını ayrıca fikretmek, ayrıca düşünmek gerektiğini de kabul ediyoruz demektir. Su ile alınan aptes beşeriyete mensubiyet dolayısıyla bedene ilişen iftiharın reddi ve bedenin insaniyete kavuşma talebinin beyanıdır. Daha doğrusu beşeriyetin canlılar âlemine bir tür kör-kütük mensubiyeti dolayısıyla hâsıl olan biçimsizlikten kurtulma eylemidir. Aptes alınmak suretiyle varlığa ilişkin algılanabilir sınırların belirlenmesi çabası gösterilir.
Önce eller yıkanır. Uzuvlar arasında kibre vesile olmaya en çok ellerin müsait oluşu ellerin önce yıkanmasının sebebidir. İnsan yapısı dedikleri hemen her şeyden eller sorumludur. Elden gelen yapılır. El marifetiyle yapılır. Yapmak en çok elin sebep olduğu bir şeydir. Üstelik bedenin uzuvları arasında kendi kendini yıkayabilme yeterliği gösterebilenler ancak ellerdir. Ellerin istiğnasından korkulur. Eller hubris yolunu açar. İnsan insanlığın kuyusunu elleriyle kazar.
Aptes almanın bir sonraki aşamasında ağza su verilir. Ağzın sınırlandırılması pek mühimdir. Kâinatın tahribine kolaylıkla açılabilecek olan ağız ve ağızlardır çünkü. Felaketlerin çabuklaşması, afetlerin şiddetlenmesi ağızla, ağızdan gerçekleşir. Ağızdan ağıza yayılan korku vericidir. Ağız yıkıcılığın, ifsat etmenin bahane bulduğu mekândır. Ağzı olumluluğa ve üstünlüğe uygun kılmak için yapılacak işler mutlaka ağır zahmet ve sıkı intizam gerektirir. Aptes alınırken ağza su verilmesi çekilen zahmete ve hissedilen intizama dair bir yemin gibidir.
Buruna su verilir. Böylelikle burnun dış cephe itibariyle yalıtkan ve beşeri karaktere yuvalanmış bulunan tahakküm fikrini destekleyen özelliği asgariye indirilmiş ve iç çeper yoklanarak burun aracılığıyla ulaşılabilen hassasiyetlere daha geniş alan açılmış olur. Süfliliğin bastırılmasının kolaylaştırılmasına ve ulviliğin genişlemesine fırsat verilmesine işaret eder.
Yüz yıkanır. Aptes alırken yüz yıkama herhangi bir yüz yıkama değildir. Gerek uykudan uyanıp yıkanan yüz gerekse ağladıktan sonra yıkanan yüz fayda veriyorsa bedenin beşerilikte çakılıp kalmasına yardımcı olduğundan fayda yeriyordur. Sırası geldiği için aptes alınırken yüz yıkanır. Diğer yüz yıkamalardan farklı olarak bu sefer beşeri vasıflar yüzünden kazanılmış bir yüz terk edilir. Yüzün çevrilmeye, yüzün kendini çevirmesine değer niteliği ortaya çıkarılmak istenir. Bakılabilir bir yüz olmaya çabalamaktan ziyade bakılmak istenen bir yüze itibar edildiğinin kararına cevaz verilir. Aptes alınırken yıkanan yüz riyadan mutlak manada sakınmayı vadeden yüzdür.
Kollar dirseklere kadar yıkanır. Dirseklere kadar. O eklem yerleri çıkar ilişkileriyle örülü beşer hayatının dalaverelerine bulaşma yatkınlığıyla anılır. Aptes alınırken kolların dirseklere kadar yıkanışı dalaveresiz bir dirsek temasının teminine imkân hazırlar. Beşer toplulukları içinde bulunmakla gelen duyarsızlık sıyrılıp bırakılır. Kollar dirseklere kadar yıkanır. Bir yandan benlik arayışı hızlandırılır; ama bir yandan da bireylik duygusunun bağımsızlık demek olmadığı gösterilmiş olunur. Eller ne kadar işleyişe ve yapışa medar ise kollar da o kadar irtibata medardır. Kolların dirseklere kadar yıkanmasıyla birlikte bütünleşmeye hazırlanmanın desteklenmesinin, bütünleşmenin tasdik edilmesinin işareti verilir.
Başa mesh edilir. Suyun elle başa değdirilmesi boyutlara verilen öneme ilişkindir. Beşer ortamında başa atfedilen manaların hepsi namaz hazırlığına indirgenir. Yaratılmış olana mahsus eylem sınırının yaratılışla tayin edilen boyut ve boyutlara müdahaleye kadar uzanmadığının ifadesine başa mesh etmek suretiyle varılmış olur.
Kulakların arkasına ve boyna mesh edilir. Bu hareketler varolan şeylerin varlığını anlayabilmek için onların süreçlerle bağına dikkat edilmesi gereğini temsil eder. Süreçlerin tabi olduğu nispette sunî olabileceği hesaba katılır ve itibara alınır.
Nihayet ayaklar yıkanır. Ayaklar hem yerden yalıtmayı sağlamak hem de başa mesh edilme vakıasını tamama erdirmek için yıkanır. Namazı eda etmeye hazır olmak için hem yerle (arzla) beşeri amaçlar doğrultusundaki bağlantıyı kesmek, hem de boyutlara verilen önemi tebarüz ettirmek lazımdır.
Sonuç olarak şunu söylemek gereklidir ki her kim aptes almışsa bununla dünyadaki varlığı hangi bakımdan hesaba katılacak olursa olsun o varlığın belli sınırlar içinde kalması gereğini vurgulamış, dünyada işgal edilen yerin anlamca tutarlılığının bir ihtiyaç olduğu görüşünü benimsemiş ve bir cihaz olmanın eşiğine varmıştır. Aptes almak varlık alanının bir uyumsuzluk alanı olmadığının kanıtlanmasıdır. Aptes alan saçmayı geride bırakmış ve giderek saçmayı savmıştır. Artık namaz onu kılacak, çalışan bir cihaz şekline sokacaktır.
Cihaz; ama bir makine mi? Hiç de değil. Eğer şeklini namazın verdiği cihaz bir makine olsaydı aptes almadan da namaza durulabilirdi. Çünkü makine, çalıştıkça üstün nitelik kazanan bir şey değildir. Hâlbuki namaz insanı kılar. Namazın insanı kılması alınan aptes sayesinde olur. Namazı eda edebilmek için aptesli olmak, aptes almış olmak lazımdır; Çünkü namazın neyi insan kıldığı belirlenmiş olmalıdır. Hem tabiî hem de sunî, dolayısıyla da bu ikisinin mezc edilmesiyle ulaşılan beşerî vasıflarını geriletmeyi göze alamamış birinin insan kılınması eşyanın tabiatına aykırıdır.
İftitah tekbiriyle namaza durulur. Namaza durmak meyveye durmak gibidir. Namaza durmanın bir başka söylenişine de namazda olmak denildiğine göre olmanın neden olgunlaşmaya vardığı hayret konusu olmaz.
Namaza duranın yöneldiği aşkın bir mekân vardır. Bu mekânın adı Kâbe’dir. Kâbe kalp şeklindedir. Yeryüzünün hangi bucağında olursa olsun namaza duranlar Kâbe’ye yönelir. Zihninizde canlandırabilirseniz namaz dolayısıyla hangi türden bir topluluğun, ne mahiyette bir topluluğun ortaya çıktığının resmine ulaşabilirsiniz. Yirmi dört saatin her dakikası, her saniyesi namaz vaktidir. Yani namaz kılanlar sebebiyle nefes alıp verdiğimiz her anda hem kalpler Kalbi karşılar, hem Kalp kalpleri karşılar. Kalp kalbe karşıdır. Kalpler kalplere karşıdır.
İftitah tekbirinden sonra ellerini göbeği üzerinde bağlayanlar vardır. Ellerini göğsü üzerine kavuşturanlar vardır. Ellerini yana sarkıtanlar vardır. Hangi biçimde olursa olsun kıyamda duruş yeni bağı kuvvetlendirmek için eski bağın zayıflatıldığının göstergesidir. Erkekler beşerî doğumlarının bedenlerinde kalan izini kapatırlar. Kadınlar doğurdukları veya doğuracakları beşere besin sağlayan uzuvlarını setr ederler. Ellerini hiç bağlamayanlar bütün bedenlerini yeni bağa tahsis ettiklerini belli eden bir duruşla aynı ifadeye katılır. Kıyamdakilerin ellerinin durduğu yer değişik olsa da hepsinin bakışlarının çevrildiği yer aynıdır. Gözlerini namazda olmanın hedefi neyse ondan ayırmazlar. Namazda olmaya kullukla doğan neşeyi kulluktan doğan sorumlulukla birleştirmek denilmesi mümkündür. İki hasletin birleşmesi sebebiyle kıyamda devrilmeyecekmiş gibi ve bilakis devrilecekmiş gibi durulur. Kıyam sırasında Kuran-ı Kerim’in anası olarak anılan Fatiha Suresi okunur. Böylelikle sadece beşere insan olma aşısı ulaşmış olmakla kalmaz, bir de insanlıkta kökleşme yeri sağlanmış olur.
Devrilen, devrilmesine ahdedilen unsuru hakikatin üstünü örtmeyi kendine iş edinen olarak teşhis edebiliriz. Namazı eda edende devirme düşüncesi öyle ağır basar ki kendinde beşer vasfı mahiyetinde duran ne varsa ve ondan ne kadar varsa dik durmasına meydan vermez. İnsanlaşma özlemi beşeriyetin belini büker. Buna rükû denilir. Rükûa varan rahmetli olmakla rahmeti taşımak arasındaki rabıtanın farkına varır. Beşerden insana doğru seyreden baş rükûa varmışken bir bulut gibi yükselip secdeye yağar .
Secde hali Yaratan’ın hediyesi karşısında yaratılanın memnuniyete gark olduğunun ifadesidir. Yaratılmış olanın haşyeti Yaratan’ın elinde olmaktan duyulan emniyete rabt olur. Her şeyin yerli yerinde olduğu anlaşılmıştır. Bu, her şeyi yerine koyanın yanılmazlığı yüzünden böyledir. Secde eden alnını ve burnunu yere değdirir. Secde eden eğer tabiatın bir parçası olduğu için kendinde hangi türden olursa olsun bir muhtariyet bulunduğu vehmine katılmışsa alnını yere koymak, alnını yerle bir etmek suretiyle bu vehmin boşluğunu beyan eder. Secde eden kendine tarihten devralınmış bir muhtariyetin yakıştırılmasından hoşlanıyor idiyse burnunu yere koymak, burnuna darbe indirilmesine ses çıkaramamak suretiyle bütün iddialarını geri alır.
Tehyiât beşerin artık insanlıkta oturmuş halidir. İnsan, Müslüman, mümin tehyiâtta iken sağ ayağının başparmağı kıbleyi gösterir. Tehyiâttaki insanı şahadet âlemiyle mânâ âlemi arasındaki kendi yeri hakkında bir fikir sahibi olmanın mahzunluğu Kaplar. Beşerden biri iken namaz tarafından insan kılınmış olmanın vakarı içindedir. Mahzun ve vakur iki omzundaki meleklere selâm verir.

(ISMET OZEL)


Cevap: Namaz İnsanı Kılar (ISMET OZEL)

MaxiMilyan
bence herkesin bilmesi gereken bir yazı oku seniyaradan rabbinin adıyla


Namazın İç Anlamı

mumsema
Namazın İç Anlamı

kılmak İslam’ın şartlarından ikincisi ve ibadetlerin en önemlisidir. Günde beş vakit olarak her müslüman için farzdır. Beş vakit namaz tek başına ve topluca (cemaatle) kılınabilir. Namaz kılmak için yapılan câmiler İslam mimarisinin en önemli yapılarıdır. Haftada bir cuma namazları topluca camilerde kılınır. Yılda iki defa kılınan Bayram namazları da aynı şekilde toplu olarak kılınır. Cemaatle kılınan namazlar dînin sosyalleşmesinin en belirgin örnekleridir.

Bir hadiste: "Evimizin önünden akan bir nehir olsa, günde beş defa bu nehirde yıkansanız, üzerinizde kirden pastan hiç eser kalır mı? İşte beş vakit namaz böyledir, günahları siler süpürür."1 buyrulmuştur. Yani namaz insanın ruhunu yıkar, kalbini saf ve temiz hale getirir.
Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, yerdeki ve gökteki bütün varlıklar Allah’ı tesbih ederler, (İsra 17/44) yani kendi dilleriyle O’na ibadet halindedirler. İşte namaz onların hepsinin ibadet şekillerini içinde toplamaktadır. Metafizik bir bakışla, dağların dikey, hayvanların yatay vaziyette; bitkiler kökleriyle besinleri aldıkları için onların da başları aşağıda olarak, hal diliyle fiilen Allah’a ibadet ve tâatte bulundukları söylenebilir.2
İnsan namazda kıyamda iken dikey, rükûda yatay bir halde bulunur. Secdede ise başı yerdedir. Bu sonuncu halde iken Allah’a âzamî derecede yaklaşır. Secde vaziyeti insanın Rabbine en yakın olduğu haldir. İnsan Allah karşısında maddî olarak ne kadar eğilir ve küçülürse, mânen o nispette büyür ve yücelir.
Namaza başlama tekbiri sırasında "Allah’ü Ekber" diyerek elini kaldıran insan sanki şunu demek ister: "Ben şu anda bütün dünyevî kaygıları ve maddî düşünceleri, kısacası Hak’tan gayri her şeyi elimin tersiyle arkaya atıyor ve yüce Mevlâ’nın huzuruna çıkıyorum." Bu niyet ve duyguyla ibadete başlayan kişi; namaz sırasında Allah’a tam bir yakınlık içinde olacaktır. Onun için "Namaz mü’minin mîracıdır."3buyrulmuştur. Mîraç sırasında Sevgili Peygamberimiz nasıl ki, Allah yakınlığının son noktasını yaşamışsa, müslüman için de namaz, Allah’la beraber olmanın yoludur.
Kur’an-ı Kerim’de namazın kötülüklere engel olacağı belirtilir (Ankebut 29/45). Namaz kıldığı halde ahlâksız davranışlardan geri kalmayan kimse, büyük ihtimalle zamanla düzelecektir. Bunun örnekleri az değildir.
Namazın özü: a) Allah’ın huzurunda kalbin huşu ile yani saygı ve korku ile dolması, b) Dil ile Allah’ın anılması, c) Bedenle O’na âzamî derecede tâzim ve saygı tavrı sergilenmesinden ibarettir. Bu üç unsur öteki dinlerin ibadetlerinin de özü sayılır. Bu üçü arasında en önemli olan ise birincisidir. Dilsiz kimse ikincisini, kötürüm kimse de üçüncüsünü yerine getiremeyebilir. O halde namazda özün özü kalpteki Allah’a yöneliş, O’na olan sonsuz saygı ve sevgi duygusunu canlı tutuştur.4
Allah’ı seven ve sayan O’nun emirlerine uyup yasaklarından kaçacaktır. Sahibini ahlâksızlık sayılan tutum ve davranışlardan vazgeçirmeyen namaz faydasızdır. Kur’an’da gaflet içinde ibadet edenler için "Yazıklar olsun o namaz kılanlara" "(Mâun Sûresi) buyrulur. Hadiste: "Nice namaz kılanlar vardır ki, kıldıkları namazdan ellerine geçen sadece uykusuzluk ve zahmettir."5 denir. Yunus Emre şöyle der: "Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil."6
Kur’an-ı Kerim’ de namaz "zikir", yani Allah’ı anma, O’nu hatırlama olarak da ifade edilir (Ankebut 29/45). Bir kimsenin namazı, o sırada Allah’ı hatırlaması ölçüsünde değer taşır. Gaflet içinde kılınan namaz şeklen namaz olsa bile, gerçek namaz olmaktan uzaktır. Bununla birlikte namaz sırasında bir an bile Allah’ı hatırlayıp, kendini O’nun huzurunda hissetmek dahi bir başarıdır. İnsan namaz kılarken en azından böyle bir huzur ânını yakalamayı düşünmelidir. Bu büyük bir mutluluktur. Bu ânın başlama tekbiri sırasında yakalanması daha uygun ve kolay olur.
Gerçek namaz mîrac olmaya aday namazdır. Gündelik namazlarımız onun taklidi sayılır. Özlenen o asıl namaza ulaşabilmek için ihlâs ve samimiyetle gayret göstermeye devam etmelidir. Hep aynı noktada çakılıp kalmak, bir gelişme göstermemek hoş değildir. "İki günü biri birine eşit olan ziyandadır."
Namazdaki hareketleri ve taşıdıkları mânâları biraz daha yakından ele alalım. İ. Hakkı Bursevi başlama tekbiri alırken iki elin birden kaldırılmasını şöyle yorumlar: "İşin gerçeği şudur: Sağ el âhiretten, sol el dünyadan ibârettir. Elleri kaldırmak ise, dünya ve âhiret ilgisini elden çıkarıp arka tarafa atmak ve her ikisi sebebiyle de büyüklenmeyi yok etmek anlamını taşır." Aynı müellifimiz, abdesti mâsivâdan ayrılmak, namazı ise Hakk’a kavuşmak olarak değerlendirir (Vudu ki mâsivâdan infisal, salât ki Hakk’a ittisaldir).7
Namazda ilk okunan dua olan "Sübhâneke" kelimesinin anlamı "Allahım seni tesbih ve tenzih ederim, sen en yücesin, sen en büyüksün" demektir. Bu düşünce ve duygularla Allah’a yönelen kul, O’nu içinde duymaya çalışır.
Daha sonra "Fâtiha" suresi okunur. Burada Rab’la bir konuşma söz konusudur. Önce Allah’a hamt edilir. O’nun âlemlerin Rabbi olduğu, her şeyin sahibi ve hâkimi bulunduğu belirtilir. "Yalnız sana kulluk ederiz." denir. Bu, tasavvufta "fark" makamının ifadesidir. Daha sonra "Yalnız senden yardım dileriz." denir. Bu ise "cem" makamının simgesidir.8 Yani bana kulluk etme imkan ve gücünü veren de sensin demektir. O halde: "Ya Rab, ben sana sığınıyorum. "Bizi sırât-ı müstakîme (doğru yola) ilet." diye dua ve niyazda bulunulur.
Bir kudsi hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: "Ben namazdaki Fâtiha suresini kulumla kendi aramda yarı yarıya bölüştürdüm, kulumun istediği onundur." der ve şöyle devam eder: Kul "Elhamdü lillâhi Rabbi’l’âlemîn" dediği zaman, Allah: "Kulum beni senâ etti" der. Kul: "Mâliki yevmiddîn" dediği zaman, "Kulum beni övdü" der. Kul "İyyakena’budu ve iyyakenestain" dediği zaman: Allah: "Bu kulumla benim aramdadır ve kulumun istediği hakkıdır" der. Kul: "İhdine’ssırâta’l-müstakîm sırâtallezine en’amte aleyhim gayri’l-mağdubi aleyhim ve le’ddallîn" dediği zaman Allah: "İşte bu kulumundur ve kulumun istediği hakkıdır" buyurdu."9
"Rükû" eğilmek demektir. Allah’a saygının, Onun büyüklüğünü itiraf etmenin fiilî şeklidir. İnsan aziz (izzet sahibi, değerli) bir varlıktır. Başka fâni varlıklar karşısında eğilmek ona yakışmaz. Allah’ın huzurunda eğilip, kulluğun sâdece O’na âit olması gerektiğini bilenler, başkaları önünde eğilmezler. "Hakîkî hürriyet ubûbiyyettedir."10 Bir tek kapıya, yani yalnızca Allah’a kul olmasını bilenler başka kulluklardan; insana, paraya, mevkiye, şöhrete kul olmaktan yakalarını kurtarmış olurlar.
Rükûda Allah’ın azamet ve yüceliği dile getirilirken, doğrulunca da şükrün O’na mahsus olduğunu belirten sözler söylenir. Bir hadiste Allah’ın bu sözleri işittiği müjdesi verilir.11
Secde hâlinin, namazda insanın Allah’a en yakın vaziyet olduğuna evvelce değindik.12 Namazın sonunda okunan "Ettahiyyâtü" duasıyla ilgili şöyle bir görüş vardır: Bu dua, Miraç’ta Hz. Peygamber’le Yüce Allah arasında geçen bir konuşmanın hâtırasıdır.13 O mutlu anda Resulullah "Her türlü selâmın, duanın, güzelliğin Allah’a yönelik olduğunu" söyler. Allah da: "Ey Peygamber selâm/esenlik, rahmetim ve bereketim sana olsun." diye mukabelede bulunur. Bunun üzerine Hak Resûlü: "Esenlik ve güzellikler aynı zamanda Tanrı’nın iyi kullarının da üzerine olsun." der. Ve şehâdet kelimesiyle duasını bitirir.
Namazın mü’min için mîraç olduğunu söylemiştik. Namazını bu duygularla kılabilen kişi, Tahiyyat duasını okurken, onun anlamını da düşünerek aynı şuur ve aynı düşünceyi kafasında, gönlünde canlandırmaya çalışır.14 Böylece Rabbiyle konuşmasını devam ettirmiş olur. Bir hadiste, namaz sırasında Allah’ın kıble ile bizim aramızda olduğu belirtilir.15 Burada elbette maddî bir keyfiyet söz konusu değildir. Okuduğu sure ve duaların mânâlarını da göz önünde bulunduran kişi, namazda Rabbiyle karşı karşıyaymış, O’nunla konuşuyormuş gibi bir yakınlık duygusu hissetmeye çalışmalıdır.
Bu seviyeyi yakalayamamak namazdan vazgeçmeyi gerektirmez. Gönül ehli şöyle diyor: "Önünde beklediğiniz kapıyı cevap almak için çalınız. Cevap gelmeyince vazgeçen muhtaç değil demektir. Bu durumda ev sahibi ona ilgi göstermez. Bu yüzden namaz terkedilirse mânevî kayıp büyük olur."
Namazda Allah’ın huzurunda bulunduğunun farkında olmayan ve aklı fikri ticaretinde veya başka dünyevi işlerinde takılıp kalan kimse, gerçek anlamda namaz kılmış sayılmaz. Hz. Ali’nin, bacağına saplanan bir okun çıkarılması sırasında, onun vereceği acıyı hissetmemek için namaza durduğu ve o esnada çıkarma ameliyesinin yapıldığı söylenir.16 Gerçekten, zihin daha önemli bir şeyle ciddi şekilde meşgul olursa, fiziksel acılar duyulmaz.
Bu yönden namazın öteki ibadetlerden farklı bir özelliği vardır. Namaz kılan kimse, görünüş olarak da başka hiçbir şeyle meşgul olamaz. Namazı onu diğer işlerden alı kor. Meselâ oruç tutan bu sırada alış veriş yapabilir, Hac ibadetinin yapıldığı günlerde de bu mümkündür. Namaz sırasında ise bu kabil şeyler söz konusu değildir. Yûnus Emre şöyle der: "Bir dona kan bulaşacak yumayınca mismil olmaz / Gönül pası yumayınca namaz edâ olmayısar."17
İsmail Hakkı Bursevî beş vakit namaz için şöyle bir sıralama yapar: Sabah namazı sırr ‘ın payıdır. Çünkü o, gecenin karanlığına yakın bulunması dolayısıyla, öteki namazlara göre "gayb"tır. Nitekim "sır" da sair kuvvelere göre gaybdır.
Öğle namazı rûh ‘un payıdır. Çünkü ora rûhun zuhûru miktarınca tam zâhir oluş vardır. Ruh âlem-i halktandır. Zira her ne kadar bizzat görülmezse de, uzuvlar ve kuvvelerdeki tezahürleri cihetiyle eserleri müşahede edilir.
İkindi namazı kalb ‘in payıdır. Çünkü o orda namazdır, nitekim kalb de uzuvların ve kuvvelerin ortasındadır. Bunun içindir ki "Kalb iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur, o bozulduğu vakit bütün ceset bozulur."18
Akşam namazı, kendisinde nurun batması dolayısıyla nefs’in payıdır. Nefs, "emmâre" mertebesinde karanlık ve siyahtır. "Levvame"de karanlığı hafifler. "Mülheme"ye intikal ettiği zaman aydınlanmaya başlar. Nihayet "mutmainne" olunca onun hali, güneşin doğuşu sırasındaki insan durumuna benzer.
Yatsı namazı, tabiat ‘ın payıdır. Çünkü yatsı, tabiatın vasıflarından olan uyku vaktidir.19
Sufî müfessirimiz, namaz vakitlerini meleklerin kanatlarına benzetir, insanın onlarla mâna âleminde uçtuğunu söyler. Cesedi göklere yükselmeye yetmeyen için mânevî mîrâcı tahsil etmek üzere namaz konulmuştur. Mânevî kanat maddî kanattan daha güçlüdür. Namaz rekâtları, organların hareketine muhtaç bulunmak itibâriyla her ne kadar maddî bir görünüme sahipse de, sahip oldukları hususlar ve onlardan hâsıl olan neticeler manevîdir.
Namazda asıl olan "iki rekât" olarak kılınmasıdır. Bu da Allah’ın Cemâl ve Celâl‘ine işarettir. Daha sonra bu iki rekât üzerine bir veya iki rekât ilâve edilmiştir. Şöyle ki:
Sabah namazı iki rekât olarak farz kılınmıştır. Öyle bir vakitte ki: Bir taraf gecedir, gece Zâtî Celâl mertebesi olan "Lâ taayyün" mertebesine işaret eder; bir tarafı gündüzdür. Gündüz vücûdî ve hakîkî Cemal mertebesi olan "Taayyün" mertebesine işaret eder. Ayrıca sabah namazının birinci rekâtı Celâl mertebesine, ikinci rekâtı Cemâl mertebesine işarettir. İki rekâtın toplamının birliği, kendisinde bu iki mertebenin toplandığı Kemâl-i Zâtîye işarettir.
Akşam namazı sabah namazının aksidir. Çünkü Ahadiyyet-i câmia onda gizli bunda açıktır. Nitekim akşamda birinci rekât Celâl’e, ikincisi Cemâl’e, üçüncüsü ise Kemâl-i câmia işarettir.
Yatsı namazı, dört rekâtıyle "Lâ taayyün"e işarettir. Burada gecenin vücûdu için celâl mertebesinde bilkuvve; zat, isimler, sıfatlar ve fiiller olarak dört taayyün söz konusudur.
Öğle namazı, dört rekâtı ile gündüzün vücûdu için cemâl-i ilâhî mertebesinde bilfiil aynı dört taayyüne işarettir.
İkindi namazı, dört rekâtı ile, bu vakitte başkalaşma (tegayyür) olduğu için bilfiil cemâl-i kevnîye işarettir. Bu tasnifte bir ölçüde namaz vakitlerinin özelliğine de değinildiği görülür.20
Müellifimiz namazın sonundaki selâmlar hakkında şu beyanda bulunur: "Namaz kılan, vuslat ve cem‘in ancak tevhid ile gerçekleşeceğine işaret olmak üzere, namaza tekbirle girer; ayrılık ve fark‘ın ikilikte olacağına işaretten namazdan iki selâmla çıkar. Tevhîde girdiği zaman vuslat âlemine girmiş olur. Buradan namazın maddî şekli ile elde edilen mânevi mîracın değeri anlaşılmış olur. Bunun için Peygamber (as), daimî mîraçta olmasına rağmen "Bizi rahatlat ey Bilâl!"21 buyurmuşlardır."
Serrac’a (ö.378/988) göre namazda kıyam edebi, Allah’ın huzurunda bulunma şuurudur. Kıraat edebi, Kur’an âyetlerini gönül kulağıyla dinliyormuş gibi, yahut da Allah’a okuyormuş gibi bir duyguyla okumaktır. Rükû edebi, Allah’ı yüceltmek, kendisini bir toz zerresi gibi görmek, "SemiAllahü limen hamideh" sözünü Allah’ın işittiğini bilmektir. Secde edebi, Allah’a en yakın olma halini hissetmek ve O’nu aziz bilmektir.22 Hucviri (465/1072) namazın şartlarıyla ilgili olarak şu yorumları getirir: "Zahirde necâsetten, bâtında şehvet ve süfli arzulardan arınmak ve temizlenmektir. Zahirde elbiseyi necasetten temizlemek, bâtında bu elbiseyi helâl yoldan temin etmektir. Zahir kıblesi Kâbe, batın kıblesi Arş, sırrın kıblesi müşahededir. Nefs mücahedesi ile uğraşmak namazdaki kıyam gibidir. Zikr-i dâim namazdaki kıraat gibidir. Namazda huşûun şartı sağında solunda kimin bulunduğunu bilmemektir."23

DİPNOTLAR: 1. Müslim, Mesacid, 283. 2. Bu konuda bk. M. Hamidullah, İslama Giriş, 85; A. Avni Konuk, Fususu’l-Hıkem Terceme ve Şerhi, IV, 337, İstanbul, 1992. 3. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, IV, Yûnus suresi 10. âyetin tefsiri. 4. Bk. Şah Veliyyullah Dehlevî. Huccetullahi’l-Baliğa. I, 286, çev. Mehmet Erdoğan, İz Yayıncılık, İstanbul, 1994; S. Uludağ, age, 82. 5. İbn Mâce, Sıyam, 21. 6. Yunus Emre Divanı (M.Tatçı), 133. 7. İsmail Hakkı Bursevi, Kitâbü’n-Netice II, 62, Hazırlayanlar: Ali Namlı – İmdat Yavaş, Însan Yayınları, İstanbul ,1997. 8. Kuşeyrî, Risâle, çev. Süleyman Uludağ, 155, Dergâh Yayınları, İstanbul 1978. 9. Müslim, Salât, 37; İbn Arabî, Mişkâtü’l-Envâr, çev. Mehmet Demirci (Nurlar Hazînesi), 98-100, İz Yayıncılık, 2. baskı, İstanbul, 1994. 10. Bk. Kuşeyrî, Risale terc. "Hürriyet" bahsi, s.316. 11. Müslim, Salât, 62; Nurlar Hazinesi, 98, 12. Müslim, Salât, 215. 13. Bk. Ahmet Naim, Tecrîd-i Sarih terc, II, 876. Tahiyyat duasının bu mânâda yorumu için bk. Halûk Nurbaki, Tek Nur, 144, İstanbul 1989. 14. Bk. Sühreverdi, Avârifü’l-Maârif, çev. H.Kâmil Yılmaz – İrfan Gündüz (Tasavvufun Esasları) s. 393, Erkam Yayınları, İstanbul 1989. 15. Buhari, Salât, 33; Tecrid-i Sarih terc. II, 353. 16. Benzeri bir olay için bk. Hucviri, age, 441. 17. Yunus Emre Divanı (M.Tatçı), 56. Beytin yorumu için bk. Mehmet Demirci, Yunus Emre’de İlâhî Aşk ve İnsan Sevgisi, 127, 2. baskı, Kubbealtı neşriyatı, İstanbul, 1997. 18. Buhari, İman, 39; Müslim, Müsakat, 20. 19. İ.H.Bursevî, Ecvibe-i Hakkıyye, vr. 49/a-b, Süleymaniye K. Es’ad Efendi no. 152/2. 20. Bursevi, Ecvibe, vr. 53/a 21. Ebu Davud, Edeb, 86; Ahmed b. Hanbel, V, 371. 22. Ebu Nasr Serrac et-Tûsî, el-Luma, çev. H. Kâmil Yılmaz (İslam Tasavvufu), 160, Altınoluk Yayını, İstanbul, 1996. 23. Hucviri, Keşfü’l-Mahcub terc; (Hakikat Bilgisi) 436.
Kaynak: Altınoluk Dergisi Prof. Dr. Mehmet DemirciNamaz


Soru: Namaz İnsanı Kılar (ISMET OZEL)

Zahid
NAMAZ ARINABİLMEK Ve AYAKTA KALABİLMEK İçİN RABBİMİZİN BİZE LüTFU ALLAH RAZI OLSUN!


mumsema
< NAMAZ ARINABİLMEK Ve AYAKTA KALABİLMEK İÇİN RABBİMİZİN BİZE LÜTFU ALLAH RAZI OLSUN! >
Amin. Allah cc cümlemizden razı olsun


rana
ilk yaziyi okudum diyerin yarin ins. 🙂

harikaydi Allah c.c. razı olsun
< Namazda huşûun şartı sağında solunda kimin bulunduğunu bilmemektir
>

🙁 ben hala sagimda ve solumda kimin oldugunu biliyorum, Rabbim cümlemize husu için namaz kilmayi nasip etsin.. eminim ayri bir tatdir


Sedanur
Tehyiât beşerin "artık” insanlıkta oturmuş halidir. İnsan, Müslüman, mümin tehyiâtta iken sağ ayağının başparmağı kıbleyi gösterir. Tehyiâttaki insanı şahadet âlemiyle mânâ âlemi arasındaki kendi yeri hakkında bir fikir sahibi olmanın mahzunluğu Kaplar. Beşerden biri iken namaz tarafından insan kılınmış olmanın vakarı içindedir. Mahzun ve vakur iki omzundaki meleklere selâm verir.

Allah cc razı olsun hocam…


fatih atmaca
namaz insanı rabbine ulaştırıyorsa, işte o namaz miracdır.


DZALBAY
< Tehyiât beşerin "artık” insanlıkta oturmuş halidir. İnsan, Müslüman, mümin tehyiâtta iken sağ ayağının başparmağı kıbleyi gösterir. Tehyiâttaki >
Affedin ama,bu tehyiat nedir?Bildiğimiz tahiyyat (saygı) değil mi? Eğer o ise, anlam bozuluyor gibi,daha doğrusu anlam çıkaramıyor insan…

Selam ve dua…


namaz insanı kılar, namaz insani kilar, namaz insanı kılat

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();