Yaşamayan Mezhepler
BiLaL HaTTaB
I- el-HASENU’L-BASRÎ MEZHEBİ
el-Hasen b. Yesâr (v. 110/728); Medîne’de, Hz. Ömer’in hilâfetinin son yıllarında doğdu, annesi, Ummu-Seleme’nin (Hz. Peygamber’in eşinin) hizmetinde idi, birgün çocuk ağladığı için Ummu-Seleme ona göğsünü emdirmiş ve oyalamıştı, Hz. Alî’nin himayesinde çocukluğunu geçirdi, yüz yirmi kadar sahâbeden hadîs öğrendi, büyük bir âlim, fakih, zâhid oldu, Muâviye zamanında Horasan vâlisi olan er-Rabî b. Ziyâd’a bir müddet hususi kâtiplik yaptıktan sonra Basra’ya yerleşti, özü ve sözü doğru olduğu için herkesin itimat ve saygısını kazandı, yöneticilerin huzuruna çıkar, zulümlerini yüzlerine vurur ve onları adâlete dâvet ederdi; meşhur zâlim Haccac karşısında dahi bu vazifeyi yerine getirmiş, fakat Haccac ona dokunamamıştır. Aynı zamanda müfessir ve sûfî olan el-Hasen, özellikle fıkıhta İmamdır. Kadı Iyâd, onu müstakil ve müdevven (esasları yazıya geçirilmiş) mezheb imamlarından biri olarak kaydetmiştir. İbn Kayyim de onun fetvâlarının toplandığını ve yedi defter tuttuğunu ifade etmiştir. [Hacevî, age., C. I, s. 299; Şirâzî, Tabakât, s. 87; Zirikli, A’lâm, C. II, s. 242]
———————————————————————–
II- EVZÂÎ MEZHEBİ:
A- EVZÂÎ:
Ebû-Amr Abdurrahman b. Muhammed (v. 157/774); Dimaşk’ta doğdu. Atâ b. Ebî-Rabah ve Zührî gibi muhaddislerden hadîs öğrendi, kendisinden de birçok hadîs bilgini rivayette bulundu. Hayatının sonuna doğru Beyrut’a geldi ve burada vefat etti. Aman vermiş olmalarına rağmen Seffah’ın amcası Abdullah’ın Şam’daki Emevîleri katletmesi üzerine gösterdiği celâdet meşhurdur. [Zehebî, Tezkira, s. 178]
B- MEZHEBİ:
Evzâî ehl-i hadîs sınıfına dahildir, kıyası sevmez ve sünnete -Kur’an dışında- hiçbir şeyi tercih etmez.
Suriye halkı 220 yıl kadar bir müddet onun mezhebini tatbik etmişler sonra yerini Şâfiî mezhebi almıştır.
Endülüs’te de Hişâm b. Abdurrahman zamanına kadar (788-796) Evzâî mezhebi yaşamış, sonra yerini mâlikî mezhebine terketmiştir.
Evzâî mezhebi müstakil olarak tedvîn edilmemiştir. Taberî’nin İhtilâfu’l-fukahâ’sı, Şâfiî’nin el-Umm’u, İbn Kudâme’nin el-Muğnî’si ve bazı hilâf kitaplarında onun ictihadlarına da yer verilmiştir.
———————————————————————–
III- SEVRÎ MEZHEBİ:
Ebû-Abdillah Süfyân b. Saîd es-Sevrî (v. 161/778):
Kûfelidir, büyük ve müstakil bir müctehiddir, ancak mezhebi uzun müddet yaşamamıştır. İctihadları hilâf kitaplarında, Ahkâmu’l-Kur’an, Sünen şerhlerinde zikredilmektedir. Kadılık vazifesini kabul etmediği için halîfenin gadabına uğramış ve kalan ömrünü gizlenerek geçirmiştir. Kûfe’de konularına göre sıralanmış ilk hadis kitabını o yazmıştır. Hadisçiler okuluna mensuptur. [İbn Ferhûn, s. 13; Sezgin, III, 247]
———————————————————————–
IV- EL-LEYS B. SA’D MEZHEBİ
Ebu’l-Hâris el-Leys b. Sa’d (v. 175/791); Mısırlıdır, İmam Mâlik kendisinden çok istifâde etmiştir, hattâ "Âlimlerden hoşnut olduğum birisi bana haber verdi" dedikçe onu kastetmektedir. Fazîletli ve hayır sever bir zât olduğu söylenmiştir. Yıllık geliri binlerce altın olduğu halde -çok dağıttığı için- zekât ile mükellef olmamıştır.
İmam Mâlik ile yazışmaları ve münâzaraları olmuş, onun "Medînelilerin tatbikatlarına karşı bazı hadîsleri terketmesini" tenkîd etmiştir. [İbn Kayyim, İ’lâmu’l-muvakkı’în’de bu mektuplardan birini nakletmiştir, C. III, s. 72 vd]
İmam Şâfiî’nin şehâdetine göre el-Leys, Mâlik’ten daha güçlü bir fakihtir. Fakat tâbileri onun mezhebini yaşatamamışlardır [İbn Hallikân, Vefeyâtu’l-a’yân, Beyrut, 1972, C. IV, s. 127]
———————————————————————–
V- TABERÎ MEZHEBİ:
Ebû-Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (v. 310/922) Taberistan’ın Âmül şehrinde doğdu. İlmî seyahatleri esnâsında Ahmed b. Hanbel’den hadîs almak için Bağdad’a geldi; Mısır’a, Rey’e ve Suriye’ye gitti. Şâfiî fıkhını er-Râbî’den, Mâlik ve Iraklıların fıkhını başkalarından öğrendi ve sonunda müstakil müctehid derecesine vasıl oldu. Aynı zamanda büyük bir müfessir ve tarihçidir. Mezhebi kendisinden sonra da bazı talebe ve tâbileri tarafından temsîl edilmiş sonra tâbii kalmamıştır.[el-Hudârî,s. 271]
Tarih ve tefsîrinden başka bize kadar gelen kitapları vardır:
İhtilâfu’l-fukahâ, Şerhu’s-sünne (yazma), Beşârâtu’l-Mustafâ (17 cilt; yedi cildi Necef, gerisi Tahran’da, yazma).
İhtilâfu’l-fukahâ mevzulu eserine -fakih değil, hadîsçidir diye- Ahmed b. Hanbel’i almadığı için hanbeliler, aleyhine kıyam etmişler ve Bağdad’da vefat ettiği zaman gece evine defnedilmek mecbûriyeti hâsıl olmuştur.
devam edecek inşAllah…
Cevap: Yaşamayan Mezhepler
BiLaL HaTTaB
VI- ZÂHİRİYYE MEZHEBİ:
A- İMAMI:
Ebû-Süleyman Dâvud b Alî (v 270/883); aslı İsfehan’a bağlı Kazan’dan olup Kûfe’de doğmuştur. Babası hanefî’dir. Kendisi Bağdad’da okumuştur. Üstadları arasında Ebû-Sevr, Süleyman b Harb, Amr b Merzûk, el-Ka’nebî, Müsedded, İshak b Râhaveyh gibi fıkıh ve hadîs bilginleri vardır.
Son üstâdı Nisâbur’da idi. Dâvûd onunla temas ettikten sonra şâfiîlerin ehl-i hadîs kolunu iltizâm etti, mutaassıp bir şâfiî oldu, hattâ Şâfiî’nin menâkıbını yazan ilk âlim Dâvûd olmuştur. İmam Şâfiî’nin sünnet karşısında re’y ve istihsana hücumlarının tesiri altında daha da ileri giderek Kitap ve Sünnet’in zâhirine dayanan mezhebini ortaya koydu.
İtikadla ilgili hususî görüş ve anlayışları da muhtevî bulunmakla beraber bilhassa fıkıh mezhebleri arasında bahis mevzûu olan zâhiriyye mezhebi, dayandığı temel fikre göre isimlendirilmiş tek mezhebdir. Diğer fıkıh mezhebleri, kurucusu veya imâmı sayılan kimselerin isim ve lakaplarıyla anılırken (hanefî, şâfiî, mâlikî vb) nasların hakîki ve mecâzî lugat (zâhir) mânalarını esas alan Dâvud b Ali b Halef ile Ali b Saîd b Hazm (v 456/1046) ve tâbilerinin mezhebleri bu isimle anılmaktadır.
Zâhirî düşünce metodunu, İslâm’ın birinci asrında hâricîlerde ve ikinci asrında mûtezilede görülen lafızcı tutuma dayandıranlar olmuştur [J Schacht, An Introduction to Islamic Law, trc, M Dağ, A Şener, İslâm Hukukuna Giriş, Ankara 1977, s 74; M Ebu Zehra, İbn Hazm, Kahire: s126] Ancak zâhiriyye mezhebinin havâric ve mûtezileden farklı husûsiyetleri gözönüne alınırsa doğuşunda şu iki âmile öncelik vermek gerekir:
1- Sahâbe devrinden itibâren, hadiscilerin öncüsü sayılan bazı zevâtın kıyas ve re’ye karşı tutumları [Mulahhasu İbtâli’l-kıyâs ve’r-ra’y ve’l-istihsân ve’t-taklîd ve’t-ta’lîl, nşr, Sa’îd el-Afgânî, Dimaşk 1960, s6, 55-68; İbn Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1347, I, 60]
2- Abbâsîlerin re’y ve kıyas taraftarlarını desteklemeleri, bu cümleden olarak Raşîd’in, Ebû-Yûsuf’u kadı’l-kudâtlığa getirmesi ve bunun da kadıları re’yci ve kıyascılar arasından tayin etmesi. Bu gelişmeler re’ycilere karşı hadiscileri tahrik etmiş ve bu sırada Bağdad’da zâhirîlerin imâmı Dâvud zuhûr ederek karşı ucu teşkil eden mezhebini yaymaya başlamıştır
Zâhiriyye mezhebini doğuda önce Dâvud, ondan sonra da oğlu Muhammed yaymaya çalışmışlardır (İbn Haldun, Mukaddime, Beyrut 1870, s 390) İbn Nedîm el-Fihrist’te Dâvud ve oğlu Muhammed’in eserlerinin zengin bir listesini vermiş (Kahire 1348, s 303-305) ise de bunlardan hiçbiri günümüze kadar gelememiştir. Buna göre mezhebin birinci imâmı Dâvud’un fikirlerini kendi eserlerinden öğrenmek mümkün olamıyacaktır. Bazı kitapların isimleriyle bu kitaplardan, daha sonraki fıkıh bilginlerinin yaptıkları nakiller ona ulaşabilecek iki yol olarak kalıyor. Buna mukâbil mezhebin ikinci imâmı İbn Hazm’ın, dinler ve Mezhebler tarihine (al-Fasl), fıkhın fürû ve usûlüne (el-Muhallâ, el-İhkâm) ait eserleri günümüze kadar ulaşabilmiş çok zengin ve sağlam bilgi kaynaklarıdır. Bunlara dayanarak mezhebin îtikâd, fıkıh usûlü (İslâm hukuku metodolojisi) ve fürûa (amelî ve hukukî hükümlere) taalluk eden esaslarını şöylece hulasâ etmek mümkündür:
İtikad: Umumî olarak taklîdi reddeden, dinî bilgi ve hüküm kaynağı olarak yalnızca Kitab ve Sünnet naslarının lafzî mânalarını kabul eden İbn Hazm itikâdî meselelerde, meşhur üç sünnî mezhebden (eş’ariyye, mâtürîdiyye, selefiyye) hiçbirine bağlı kalmamış, ancak daha ziyâde -sonraları İbn Teymiyye tarafından da teslim edilen- selefiyyeye yakın bir yol takib etmiştir (Ebu Zehra, s 221) Allah’ın varlık ve birliğini, peygamberlik ve mûcizelerin peygamberliğe delâletini, Kur’ân’ın, Hz Peygamber’in doğruluğuna ve kendi muhtevâsıyla Sünnet’in doğruluğuna delâletini akıl ile isbat yoluna gitmiş, bu neticeyi elde ettikten sonra da bütün itikâdî mevzûlarda nasların lafzî mânalarını yegâne delil kabul etmiştir. Allah alîm, semî, kadîr, basîr ve hakîmdir; bütün bunlar Allah’ın isimleridir; bunlara sıfat diyen mûtezile, eş’ariyye ve benzerleriyle sıfatı zâtdan gayrı veya sıfat ile zâtı aynı şey telakkî edenler yanlış yoldadırlar (İbn Hazm, al-Fasl, el-Edebiyye, 1317-21, II, 120 vd) Çünkü Kitâb ve Sünnet’te bu telakkîlerin delili yoktur. Naslarda geçen ve Allah’a izâfe edilen "vech, yed, ayn, kadem, istivâ" gibi kelimeleri ne selef gibi tevil ve tefsirsiz kabul etmeli, ne kelâmcılar gibi tevil etmeli ve ne de haşviyye-müşebbihe gibi benzetme yoluna gitmelidir. Bu kelimeler mecâzî mânalarıyla alınır ve bunlardan maksat "Allah’ın zâtı’dır, "istiva" da intihâ (bir yere kadar ulaşmak, son işi olmak) mânalarında kullanılmıştır (el-Fasl, 125, 166, 167) Bilâhare Gazzâlî de bir eserinde aynı telâkkîyi benimseyecektir (İlcâmu’l-Avâmm, Mısır 1309 s 3 vd) Kur’ân’ın yaratılmış olup olmaması (halk al-Kur’an) meselesinde Dâvud ile İbn Hazm farklı düşünmüşlerdir. Dâvud’un, insanların ellerine alıp okudukları, ezberledikleri Kur’ân için "yaratılmıştır" dediği nakledilmiştir [İbn es-Sübkî, Tabakâtu’ş-Şâfi’iyye, Mısır 1964; II, 286; Târihu Bağdâd, VIII, 370] İbn Hazm ise kesin olarak Kur’ân’ın Allah’ın ilmi olduğunu ve "yaratılmamış" bulunduğunu ifâde etmiştir (el-Muhallâ, I, 32)
Fıkıh Usûlü: Kitâb (Kur’ân) ve Sünnet naslarının zâhiriyle hükmedilir, zâhirden maksat kelimelerin lûğat mânalarıdır, meşhur olan mecâzî mânalar da zâhirdir, zâhiri bırakıp tevile ve kıyâsa gitmek bâtıldır ve haramdır. Zâhir mânanın kastedilmediği ancak bir başka zâhir âyet veya hadis ile anlaşılabilir [İbn Hazm, el-İhkâm, nşr, A Şakir, Kahire ts, 272, 291, 413; Ebû Zehra, İbn Hazm, s 295] Bütün şer’î delillerin aslı Kur’ân’dır. Sünnet de Kur’ân gibi Allah’ın vahyidir; lâfız ve nakil bakımlarından aralarında farklılıklar bulunmakla beraber, dinî kaynak olmaları bakımından ikisi arasında fark yoktur. Üçüncü delil (kaynak) de icmâ’dır; "Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve Peygamber’e itaat edin ve sizden buyruk sahibi olanlara da.." (Nisâ: 4/59) âyeti bu üç delilin temelidir; anlaşmazlık halinde bu iki kaynağa başvurmayı emreden aynı âyet, re’y, kıyas vb yolları kapamaktadır (el-İhkâm, s 85, 88 vd; el-Muhallâ, I, 56) Kavlî sünnet kesin hüküm ifâde eder; fiilî sünnet teşvik, takrîrî sünnet ise serbestliğe delâlet eder (al-İhkâm, s 422 vd; al-Muhallâ, I, 65; Ebû-Zehra, ayn esr, s 299) Bir iki râvînin rivâyetiyle gelen hadis (haberu’l-vâhid) hem bilgi, hem de amel bakımından delil ve kaynaktır (el-İhkâm, s 106 vd) Âyetler ve hadislerin kendi aralarında nesih cereyan ettiği gibi, âyetin sünneti, sünnetin âyeti neshetmesi de câizdir (ayn esr, s 477 vd) Mâna ve şumûlü umumî olan sözler (amm) ile hususî olan sözler (hass) birbirine tesir ettirilmeden aynen uygulanır. Umumî hükümden istisnâ ancak nas ile anlaşılır (ayn esr, s 362 vd) İbn Hazm diğer bazı zâhirîlerden ayrılarak müştereki (eşsesli kelimeleri) de âmm içinde mütâlaa etmiştir (ayn esr, s 363) Naslardaki emirler fevren vücûba (derhal ve kesin fiil talebine) nehiyler ise fevren hurmete (derhal ve kesin terk talebine) delâlet eder; aksini ifâde eden bir has bulunmadıkça bunları başka mânalara çekmek câiz değildir (ayn esr, s 264, 294) İcma’ üçüncü kaynaktır ve mûteber olan yâlnız sahâbe icma’ıdır. İcma’ mutlaka bir nassa dayanacaktır (ayn esr, s 494 vd; el-Muhallâ, I, 54) Kıyas ve re’y ictihâdını dar sınırlar içinde kullanan ve bu sebeple istishâb delilinin sâhasını genişleten Ahmed ve Şâfiî’ye (Ebû-Zehra, ayn esr, s 273) nisbetle zâhirîler istishâbı daha da geniş bir sâhada uygulamış ve bunu hususî bir mânada kullandıkları "delil" mefhumu içinde mütâlaa etmişlerdir. Değişen ve yürüyen hayatın her gün yenileri eklenen çeşitli ihtiyaçlarını yalnız nasların zâhiriyle karşılamakta güçlüğe düşmeleri sebebiyle zarûrî olarak başvurdukları delili, zâhirîler şöyle açıklamışlardır: Delil nas ve icma’dan alınmıştır ve icmâdan alınan dört kısma ayrılır:
1- İstishâb, 2- Söylenenin asgarisini almak, 3- Herhangi bir görüşün terki üzerine meydana gelen icma’ 4- Müslümanların hükümlerinin (kaynak ve değer bakımlarından) eşit olduğu hakkındaki icma’. Nasdan alınan delil de yedi kısma ayrılır:
1- "Her sarhoşluk veren şey harmdır ve her hamr haramdır" cümlelerinden çıkan (her sarhoşluk veren şey haramdır) neticesinde olduğu gibi istidlâl şekli, 2- Her bulunduğu yerde kendisine bağlı bulunan hüküm de vâcib olan bir sıfata merbut şart ile istidlâl, 3- "Filan cömerttir" denilince cimri olmadığının anlaşılması gibi, lafızdan başka mânalar çıkarma yoluyla istidlâl, 4- İhtimallerin kısmen veya tamamen ortadan kalkması neticesinde geride kalanların sübûtuna istidlâl, 5- Sıralamaya bakılarak yapılan istidlâl: Ebû Bekir Ömer’den üstündür, Ömer Osman’dan üstündür" ifâdesinden kesin olarak "Ebû Bekir Osman’dan üstündür" neticesi çıkar, 6- "Her insan canlıdır" cümlesinden "Canlıların bir nev’inin de insan olduğu" neticesine varma şeklindeki istidlâl, 7- Telâzüm mefhumuna dayanan istidlâl: "Ahmet yazıyor" denildiği zaman onun diri, yazı için gerekli uzuvlara ve malzemeye sahip olduğu anlaşılır. Bütün bunlar nassın içindedir, ondan başka bir şey değildir [İbn Hazm, el-İhkâm, s 676, 677; H Karaman, İslâm Hukukunda İctihâd, Ankara 1975, s 115-117] Dinin vahye, kıyas ve re’yin ise akla dayandığını, akla dayanan ve üzerinde birleşme mümkün olmayan, ihtilâf kaynağı re’y ve kıyasın dinî bir delil olduğuna dair Kitâb ve Sünnet’de delil bulunmadığını ileri süren zâhirîler "kıyası, istihsânı, mesâlilh-i mürseleyi ve sedd-i zerîayı" şiddetle reddediyor, taraftarların re’y ve kıyas lehine ileri sürdükleri naklî delilleri cerhediyorlar (el-İhkâm, s 759, 765, 851, 977; Mulahhasu-İbtâli’l-Kıyas, s 47 vd; el-Muhallâ, I, 56 vd) Her mükellef dini bizzat Kitâb ve Sünnet’den öğrenecek, hükmü bu iki kaynaktan alacaktır; sağ veya ölü herhangi bir kimseyi taklîd etmek; deliline değil anlayış ve ictihâdına tâbi olmak câiz değildir; bilmeyenler bilenlere re’ylerini değil, meseleyle ilgili nasları soracaklardır (Mulahhasu-İbtâli’l-Kıyas, s 52-54; el-İhkâm, s 793-836; el-Muhallâ, I, 66 vd)
Fürû’dan (amelî ve hukukî hükümlerden) örnekler: Zâhirîlerin usûl ve metodoloji sâhasında önemli tesirler vücûda getiren ve akisler yapan görüşleri tabiî olarak, kaynağını teşkil ettikleri fürûa da tesir etmiş, dört mezhebe uymayan bir çok farklı hükümler getirmiştir. İbn Hazm’ınkinin yanında Dâvud’un da görüşlerini muhtevî bulunan el-Muhallâ’dan bazı örnekler:
Evlenmeye gücü yeten her erkeğin ya evlenmesi veya odalık (cariye) edinmesi, eğer gücü yetmiyorsa sık sık oruç tutması farzdır (IX, 440) Bazı sıhhî ârızalar, geçimsizlik, kayıplık ve benzeri sebeplerle hâkimin evlileri ayırması (tafrîk) câiz değildir; hâkim ancak çiftin evlilik hayatı yaşamalarını haram kılan süt kardeşliği, hısımlık gibi sebeplerle karı, kocayı ayırabilir (IX, 134) Hükümleri, bağlı bulundukları illet ve sebebe göre teşmil etmeyi (ta’lîl, kıyas) ve sedd-i zerîa prensibini reddeden zâhirîlere göre kişinin sağlıklı ve ölümcül hasta iken yaptığı tasarruflar arasında fark yoktur (IX, 348) İlgili nasların âmir hükümleri gereğince kişilerin bir miktar mal vasiyetinde bulunmaları ve hısım akraba arasında, miras mânîleri veya hacb sebebiyle vâris olamayanlar varsa, hassaten onlara mal vasiyet etmeleri farzdır; etmemiş olurlarsa devlet bunu cebrî olarak icrâ eder (IX, 313-316) Hac, zekât, keffâret kabîlinden -Allah hakkı sayılan- borcu bulunan ölünün terikesinden herşeyden önce bu borçlarının karşılığı çıkarılır, sonra sıra kul borçlarına, kefene… gelir (IX, 338, 352) Ana bulunmadığı takdirde nine (cedde) ana gibi vâris olur (X, 272) Miras taksîmi sırasında hazır bulunan, fakat vâris olamayan yakınlara, gönüllerini alacak miktarda mal vermek mecbûridir (IX, 310) Alım-satım akdinde iki namuslu şahit bulundurmak ve satış vâdeli ise yazılı vesikaya bağlamak -imkân dahilinde ise- farz ve şarttır (VIII, 334) Ziraata mahsus arâzînin kiraya verilmesi caiz değildir; arâzî sahibi bizzat ekmediği halde istifade etmek istiyorsa ortakçıya verecektir (VIII, 211-214)
Bu sonuncu örnekte İbn Hazm, dört mezhebden başka, zâhiriyye mezhebinin birinci imamı Dâvûd’a da muhâlefet etmiştir. Ribâ ancak hadiste sayılan altı madde (altın, gümüş, buğday, arpa, hurma, tuz) arasında gerçekleşir; diğer maddeler bunlara kıyas edilemez (VIII, 467 vd)
İbn es-Sübkî Tabakat’ında, Dâvûd’un hal tercemesini verirken bir fasıl açarak zâhirîlerin farklı görüşlerinin sünnî fıkıh açısından değerini, fukaha nezdinde mûteber olup olmadığını münâkaşa etmiş, bu mevzûdaki müsbet ve menfî görüşleri naklettikten sonra "icmâa aykırı olmayan" farklı görüşlerinin nazar-ı itibara alınması gerektiği neticesine varmıştır. Ebû-Mansûr el-Bağdadi ile İbn al-Salah da kayıtsız şartsız, zâhiriyye mezhebinin mûteber bir fıkıh sayılacağı görüşündedirler (Kahire, 1964, II, 289-291)
Zâhiriyye mezhebi Dâvûd, oğlu Muhammed ve diğer talebe ve tâbileri tarafından Doğu’da yayılmış, dördüncü asırda İran’da zâhirîler hâkimiyet kurmuşlardır. Sultan Alauddevle zâhirî olduğu için, önemli memuriyetler ve kazâ selahiyeti zâhirîlerin eline geçmiştir. al-Makdisî (v 507/1113) kendi zamanında dördüncü mezheb olarak, hanbelîlerin yerine zâhirîleri zikretmiştir. (Ebu-Zehra, ayn esr, s 267) İbn Farhûn (v 799/1397), yaşadığı çağda, İran, Kuzey Afrika ve Endülüs’te yayılmış bulunan zâhiriyye mezhebinin zayıflamış olmakla beraber hâlâ devam etmekte olduğunu kaydetmiştir (al-Dîbâcu’l-Muzehheb, Mısır 1351, s 13) İbn Haldun ise kendi zamanında (v 808/1405) artık bu mezhebin tâbileri bulunmadığını, tatbikattan kalkıp kitaplara intikal ettiğini zikrediyor (ayn esr, s 390) Doğu’da, hanbelî mezhebinin güçlü âlimi İbn Ebî-Ya’lâ (v 458/1066) zâhiriyye mezhebine zamanla yerine hanbelî mezhebini geçirecek olan hücumlarını yaparken Batı’daki muâsırı İbn Hazm, Endülüs ve çevresinde, her güçlüğe göğüs gererek mezhebi yayıyor, müdâfaa ediyor, muhâliflerine sert hücumlarda bulunuyor ve mezhebini ölümsüzleştiren eserlerini kaleme alıyordu. İbn Hazm’in zâhirîliğine müessir hocası Mes’ud b Süleyman’a (v 426/1035) kadar Bakıyy b Mahled (v 276), İbn Vaddâh (v 386), Kasim b Asbağ (v 340), Münzir b Sa’îd (v 355) gibi hadîsçiler Endülüs’e sünneti ve tek mezhebe bağlılık konusunda müsâmahayı sokarak muhiti zâhirî görüşe hazırlamışlardı (Ebû-Zehra, ayn esr, s 268/273)
İbn Hazm’ın hayatı içinde ve ölümünden sonra mezhebi, herhangi bir yerde, bir cemaatin mezhebi olmamış, bu mânada tatbik sâhası bulamamıştır. Ancak günümüze kadar mezhebin şahıslar ve müesseseler üzerindeki tesiri ve bazı büyük âlimler tarafından temsili de inkâr edilemez. Bu cümleden olarak İbn Hazm’in talebelerinden tarih ve hadîs bilgini al-Humaydî, hocasının ölümünden sonra Doğu’ya geçerek onun fikirlerini yaymış, bunun talebesi Muhammed b Tâhir el-Makdisî de aynı yolu devam ettirmiştir.
Endülüs’ten Horasan’a kadar ilim alış-verişi yaparak seyahat eden ve 633’te Kahire’de ölen Ebu’l-Hattâb b Dihye, büyük mutasavvıf Muyhiddin b. Arabî zâhirî idiler. Kuzey Afrika’da Muvahhidlerin kurucusu olan İbn Tûmert (v 534/1130) küçük farklarla zâhiriyye mezhebini temsil etmiştir. Muvahhidî hükümdarı Ebû-Ya’kub Yûsüf (558-580/1163-1184) aynı görüşleri icra safhasına koyarak mâlikî mezhebinin kitaplarını yaktırmış, zâhirî görüşü tatbik ve temsil edebilecek bir nesil yetiştirmek üzere tedbirler almıştır. [Ebû Zehra, s 518 vd Schacht, s 74; Ali Hasen Abdulkadir, Nazrah ‘Ammeh fî Târihi’l-Fıkhı’l-İslâmî, Kahire 1965 s 299 vd; Ahmed Emin, Zuhru’l-İslâm, Kahire 1959, III, 53-68; A. Metz, Die Renaissance des İslams, trc Ebu Rîdah, el-Hadâratü’l-İslâmiyye, Beyrut 1967, I, 330; İ A "İbn Hazm", "Dâvud" ve "Zâhiriyye" maddeleri]
Mısır (mad 76-79) ve Suriye (mad 257) ahvâl-i şahsiyye kanunlarının miras sâhasında, dede yetimi konusuna, zâhiriyye mezhebinin -fürû örnekleri arasında zikredilen- cebrî vasıyet müessesesini kanunlaştırarak çare bulmuş olmaları, ikinci meşrutiyet devrinin çok yönlü kişilerinden Hüseyin Kâzım Kadri’nin (v 1934), Şeyh Muhsin-i Fânî ez-Zâhirî imzasiyle kaleme aldığı, 260 sayfalık, "Yirminci Asırda İslâmiyet" isimli kitabında, zâhirıyye görüşlerini benimseyerek temsil etmesi, mezhebin günümüze kadar uzanan tesir ve hayatiyetini isbat etmektedir
devam edecek inşAllah…
Yanıt: Yaşamayan Mezhepler
BiLaL HaTTaB
VII- SÜFYAN b. UYEYNE MEZHEBİ:
Süfyân b. Uyeyne b. Meynûn (v. 198/814); Kûfe’de doğdu, sonradan Mekke’ye yerleşti, buranın İmamı olarak şöhret buldu ve burada vefat etti. Çoğu İmam Mâlik’in de üstadları arasında bulunan yetmiş kadar tâbiûndan hadîs öğrenmiştir. Kendisinden hadîs ve fıkıh okuyanlar arasında İbnu’l-Mubârek, Sevrî, Evzâ’î, Şâfi’î, Ahmed b. Hanbel, İbn Ma’în gibi zevat vardır. Şâfiî onun için şöyle demiştir: "Eğer Mâlik ile Süfyân olmasalardı Hicaz ilmi kaybolup giderdi." [Hacevî, C. I, s. 393; Zirikli, C. III, s. 159]
———————————————————————–
VIII- İBN RAHÛYE MEZHEBİ:
İshak b. İbrâhîm (v. 238/853); Merv şehrinden, zamanında Horasan’ın mutlak âlimi ve imamı olarak tanınmıştır, ilim yolunda seyahatler etmiş, zamanının belli başlı âlimlerinden ders almış, kendisinden Ahmed b. Hanbel, -İbn Mâce hariç- meşhur altı hadîs kitabının yazarları hadîs rivayet etmişlerdir. Ahmed b. Hanbel onun için: "İshâk’ın bir benzerini bilmiyorum, bize göre o, müslümanların imamlarından biridir, o mü’minlerin emîri sana bir hadîs rivayet ederse ona sarıl, gerisine bakma." İbn Hacer de onun için: "Fıkıh ve hadîste mü’minlerin emîri (imamı)dır, Şâfiî ile bazı meselelerin münâkaşasını yapmıştır." diyor, Nisâbur’a yerleşmiş ve orada vefat etmiştir. [Hacevî, c. II, s. 16; Zirikli, C. I, s. 284]
———————————————————————–
IX- EBÛ-SEVR MEZHEBİ:
Ebû-Sevr İbrâhîm b. Hâlid (v. 240/854); Bağdatlı, hadîste ve fıkıhta imam, kendisinden Müslim, Ebû-Dâvûd gibi muhaddisler hadîs almışlardır. Önceleri re’y metodu ile ictihad ederken, Şâfiî’nin Bağdâd’a gelmesinden sonra ondan istifade etmiş ve hadîs metoduna yönelmiştir. İmam Mâlik ile Şâfi’î’nin ihtilâf ettikleri meselelere tahsis ettiği bir eserinde daha çok Şâfi’î’nin ictihadını tercih etmiş, bu arada kendi görüşlerine de yer vermiştir. İbnu’s-Sübkî onu şâfiî müctehidlerinden sayıyorsa da doğrusu müstakil müctehid olduğudur; Şâfi’î’den istifade etmiş olması, onu taklit etmesini gerektirmemiştir. Kadı Iyad vb. onu müstakil mezheb İmamlarından saymışlar, mezhebinin üçüncü asırdan sonra devam etmediğini kaydetmişlerdir. [Hacevî, S. II, s. 18; Zirikli, C. I, s. 30]
———————————————————————–
X- İbn EYYUB el-ABBÂDÂNÎ MEZHEBİ:
Ebû-Bekr Ahmed b. Süleyman (v. 347/958); Dimaşk’ta doğdu, yetiştikten sonra oraya kadı oldu, Bağdad ve Sâmerrâ’ya gittikten sonra tekrar Dimaşk’a dönmüş ve orada vefat etmiştir. Suriye’de Evzâî mezhebini okutanların sonuncusudur.
———————————————————————–
IX- İbn EBÎ-LEYLÂ MEZHEBİ:
Muhammed b. Abdurrahmân (v. 148/765); Kûfeli, müstakil müctehid, Emevî ve Abbâsîler zamanında otuz üç yıl Kûfe kadılığı yaptı, hadîste zayıf olduğu söylenmiştir, fakat fıkıhta imam olduğu kesindir. İctihadında re’y metodu hâkimdir. Mezhebi uzun boylu yaşamış, genel ihtilâf kitaplarında zikredilmiştir.
———————————————————————–
XII- YÛNUS el-EYLÎ MEZHEBİ:
Ebû-Yezîd (v. 159/775); Zührî’nin talebesi ve râvîsi olmuştur, kendisinden el-Leys, Evzâî, İbnu’l-Mubârek, İbn Vehb gibi muhaddisler hadîs almışlardır, kendisi fıkıhtan ziyade hadîs sâhasında tanınmıştır, muhtemelen Mısır’da vefat etmiştir.
———————————————————————–
XIII- İBN YESAR MEZHEBİ:
Muâviye b. Ubeydullah b. Yesâr (v. 170/786); soyu Taberistan’dan, Halîfe Mehdî’nin önce kâtibi, sonra veziri olmuştur, hadîs ve edebiyatta da söz sahibidir. Harâc konusunda eseri vardır.
———————————————————————–
XIV- YAHYA b. ÂDEM MEZHEBİ:
Yâhya b. Âdem b. Süleyman (v. 203/818); Kûfe’de okudu, Süfyân es-Sevrî ve Şerîk’ten ders aldı, fıkıh, hadîs ve kırâat ilimlerinde ilerledi, Vâsıt’ta vefat etti. el-Harâc konusundaki kitabı ilim ve ictihadını göstermektedir.
———————————————————————–
XV- ŞURAYH MEZHEBİ:
Ebu’l-Hâris Şurayh b. Yûnus, aslı Merv’den, fakih, müfessir ve muhaddistir, Bağdad’da yaşamıştır, Müslim ve Ebû-Hâtim er-Râzî kendisinden ders almışlardır, 230/849’da vefat eden Şurayh’ın Kazâ konusunda bir eseri mevcuttur.
———————————————————————–
XVI- NEBÎL MEZHEBİ:
Ebû-Bekr Ahmed b. Amr (v. 287/900); önceleri Basra’da oturmuş, sonra Isfahan’a geçmiş, burada 269-282 yılları arasında kadılık vazifesinde bulunmuştur; zâhirî metodla ictihad eden İmam Nebîl’in fıkıh yanında hadîs ilminde de ileri bir seviyede olduğu tesbit edilmiştir. Birçok kitap yazmış, fakat bunların çoğu, Basra’da, Zenc ihtilâlinde yanmıştır.
———————————————————————–
XVII- AHMED b. KÂMİL MEZHEBİ:
Ebû-Bekr Ahmed b. Kâmil (v. 350/961); Bağdadlı, önce İbn Cerîr el-Taberî’ye tâbi iken sonradan kendine mahsus bir mezheb sahibi olmuştur, bir müddet Kûfe’de kadılık etmiş olan İbn Kâmil, tefsir ve tarih konularında da önemli bir seviyeyi temsil etmiştir.
Nehrevan’da 390/1000 yılında vefat eden el-Mu’âfâ b. Zekeriyya da zâhiriyye mezhebi yolunda mutlak müctehid olarak zikredilmiştir.
Prof. Dr. Hayreddin Karaman – "İslam Hukuk Tarihi" adlı eserden…
Soru: Yaşamayan Mezhepler
BiLaL HaTTaB
amin, ecmain inşAllah…
Kelimelerin yerlerini değiştirseniz yorumlarınızda en azından.. 🙂
vesselam…
Ziyad Şafi
Allah razı olsun. ne kadar güzel faideli bilgiler. burada yazılanlardan istifade edip çok efis bir kitap yazmak bile olur. Allah hayır versin. Allah bereket versin .
BiLaL HaTTaB
Amin kardeşim. Duaların için teşekkürler; Rabbim razı olsun…
vesselam…
Müzehhibe
Allah razı olsun..Yukarıda bahsettiğiniz mezheplerden bazısı yaşamakta halen.Zahiriyye mesela…Taberi’de Zahiri zaten bir, iki meselede itilafta oldukları için ayrı bir mezhep gibi görünüyor.
evzai mezhebi, yaşamayan mezhepler, Evzai