Allah, insanı Rahman suretinde yarattı. hadis-i şerifi nasıl anlaşılmalıdır?
Gülehasret
Allah, insanı Rahman suretinde yarattı. hadis-i şerifi nasıl anlaşılmalıdır?
Maddeden münezzeh olan Allah suretten de münezzehtir. Nitekim, Hadis-i Şerifte, Allah insanı kendi suretinde yarattı. denilmemiştir. Burada esas olan Allah’ın rahmetine dikkatleri çekmek ve İlâhî rahmetin en fazla insanda tecelli ettiğini ders vermektir. İnsan denince hemen bedeni hatırlamak da bizi yanıltıcı sonuçlara götürebilir. İnsanda esas olan ruhtur. Beden o ruhun yardımcısı, elbisesi hanesi gibidir. Öyle ise bu hadis-i şerifi okurken ruhumuza nazar edecek, akıldan, hayale, hafızadan his dünyasına kadar uzanan çok geniş rahmet tecellilerini okuyacak ve bizi bu şekilde yaratan Rahman’ımıza şükredeceğiz.
Yokluk karanlığından kurtulan her varlık büyük bir rahmete kavuşmuş demektir. Bu mânâsıyla rahmet, canlı-cansız bütün mahlûkatta tecelli ediyor. Semanın yıldızlarından denizin balıklarına, ışınlardan meleklere, yarı canlı bir bitkiden insanoğluna kadar her varlıkta rahmet hâkim; hepsi az veya çok, cüzî veya küllî bir rahmete mazhar olmuşlardır.
Resulullah Efendimiz (asm.), insanın eriştiği bu en ileri rahmet tecellisini bir hâdis-i şeriflerinde şöyle ifade buyurur: Şüphe yok ki, Allah, insanı rahman suretinde yarattı. Bu hâdis-i şerifin yanlış değerlendirilmemesi için bazı noktaların göz önüne alınması gerekmektedir. Hâdis-i şerifte, Allah ve Rahman isimleri ve bir de yaratma fiili geçiyor.
Cenâbı Hak, cisimden ve suretten münezzeh. Ama gel gör ki, insan bu hadisi okurken nefis ve şeytan onun hayalini ifsat eder ve sanki hâdis-i şerif, Allah, insanı kendi suretine benzer bir şekilde yarattı. şeklindeymiş gibi yanlış bir anlayışa götürür. Hadiste geçen Rahman ismine bilhassa dikkat etmek ve bu hak kelâmı, Allah’ın rahmetinin bütün varlık âlemi içinde en fazla insanda tecelli ettiği şeklinde anlamak gerekir.
Suret, madde için ve maddî varlıklar içindir. İnsanın maddî olan bedeni ruhun hizmetçisidir. O halde insan denilince öncelikle ruh anlaşılmalıdır. İnsan ruhu, Cenabı Hakk’ın maddeden ve suretten münezzeh olduğunun en güzel bir göstergesidir. Hâl böyle iken, insan nasıl olur da bu hâdis-i şerifte geçen suret kelimesine gerçek dışı bir yorum getirebilir?
Hadiste geçen çok önemli bir kelime de yarattı ifadesi. İnsanın bedeni mahlûk olduğu gibi, ruhu da ve o ruhun bütün sıfatları da mahlûktur. Cenabı Hakk’ın sıfatlarına iman etme hususunda bize büyük bir rehber olmak üzere ruhumuzda ilim, irade, kudret gibi sıfatlar yaratılmıştır. Mahlûk olan bu sıfatlar ilâhî sıfatlara elbette hiçbir cihetle benzemezler. Sadece onlardan haber verirler.
Bu sıfatların hiçbiri için suret düşünülemeyeceği gibi, bunların tümü için de yine bir suret, bir şekil hayal etmek mümkün değildir. Bu hâdis-i şerif değerlendirilirken, kâtip yazıya, usta esere benzemediği halde, Hâlık’ın mahlûkuna hiç mi hiç benzemeyeceği nazara alınmalıdır. Ancak böylece batıl hayallerden ve aldatıcı vehimlerden kurtulmak mümkün olur.
Risale-i Nur külliyatında bu noktada çok önemli ipuçları ve çok değerli irşat levhaları mevcut. Lem’alar’da , Bir kısım ehl-i aşk, insanın simâ-yı mânevisine bir suret-i rahman nazarıyla bakmışlar. denilerek, nazarlar insanın ruh, kalp, akıl, hissiyat âlemine çevrilir ve mesele değerlendirilirken bedenin maddî suretinden uzak kalınmasına işaret edilir. Şualar’da, kâinat ağacının meyvesi olan canlılar âleminde, Sıfat-ı seb’aca mânevî bir simâ-i rahmanî ve temerküz-ü esmaî tezahür ettiği kaydedilir.
Bu ifadeden sadece insanın değil, diğer canlıların da, Allah’ın sıfatlarını göstermeleri ve ilâhî isimlere âyine olmaları cihetiyle bir simâ-i rahmanî taşıdıkları anlaşılıyor. Ancak, bu mânânın en ileri derecesi insanda görülüyor. Demek ki, insana ibretle bakıldığında Allah’ın bütün sıfatları ve isimleri onda okunabilir. Bütün bu tecellilerin insana, sadece ve sadece ilâhî bir rahmet olduğunu düşündüğümüzde, onda rahmaniyet hakikatini seyreder gibi oluruz. Her varlıkta ilâhî isim ve sıfatlar seyredilebilir ama bu noktada en açık, en berrak delâlet insanda görülür. İlâhî sıfatlara ve isimlere delil olma, onları gösterme, onlara âyna olma hususunda insandan daha ileri bir varlık yaratılmış değil.
Siyah denilince beyazı hatırlamamız gibi, suret kelimesi de bize sireti ve hakikati hatırlatır. Her suret, bir hakikatten haber verir. Bir kelimedeki harflerin şekilleri surettir. Bu suretler bir mânâya delâlet ederler. Meselâ ilim bir mânâdır, bir üstünlük ve fazilettir. İlim kelimesi ise bize bu mânâyı hatırlatan bir suretten ibaret. Yoksa bu kelimenin harflerinde ilim aramak elbette doğru değildir.
İnsanın mânevî siması da bize rahman mânâsını ders veren bir suret ve bir kelime gibi. Kalbimiz, aklımız, hafızamız, hayalimiz ve top yekûn his dünyamız hep rahmetten haber verir ve Rahman’ı hatırlatırlar.
Bu tecelli, ruhumuzun hânesi olan cismimize de aksetmiş bulunuyor. Dilimizden dişimize, saçımızdan tırnağımıza, ciğerimizden böbreğimize kadar her neyimiz varsa, hepsi rahmanın birer hediyesi. Bunların her biri bir kelime, bir suret. Ve hepsinde o rahman’ın lütuf ve keremi okunur. Sonuç : Suret-i rahman; Allah’ın rahmetinin en parlak aynası ve en güzel tecellisi diye özetlenebilir.
Alaaddin Başar (Prof.Dr.)
"Allah, insanı Rahman suretinde yarattı.” hadis-i şerifi nasıl anlaşılmalıdır?
Hesna
Maddeden münezzeh olan Allah suretten de münezzehtir. Nitekim, Hadis-i Şerifte, "Allah insanı kendi suretinde yarattı.” denilmemiştir. Burada esas olan Allah’ın rahmetine dikkatleri çekmek ve İlâhî rahmetin en fazla insanda tecelli ettiğini ders vermektir. İnsan denince hemen bedeni hatırlamak da bizi yanıltıcı sonuçlara götürebilir. İnsanda esas olan ruhtur.
Beden o ruhun yardımcısı, elbisesi, hanesi gibidir. Öyle ise bu hadis-i şerifi okurken ruhumuza nazar edecek, akıldan, hayale, hafızadan his dünyasına kadar uzanan çok geniş rahmet tecellilerini okuyacak ve bizi bu şekilde yaratan Rahman’ımıza şükredeceğiz.
Yokluk karanlığından kurtulan her varlık büyük bir rahmete kavuşmuş demektir. Bu mânâsıyla rahmet, canlı-cansız bütün mahlûkatta tecelli ediyor. Semanın yıldızlarından denizin balıklarına, ışınlardan meleklere, yarı canlı bir bitkiden insanoğluna kadar her varlıkta rahmet hâkim; hepsi az veya çok, cüzî veya küllî bir rahmete mazhar olmuşlardır.
Resulullah Efendimiz (asm.), insanın eriştiği bu en ileri rahmet tecellisini bir hâdis-i şeriflerinde şöyle ifade buyurur: "Şüphe yok ki, Allah, insanı rahman suretinde yarattı.” Bu hâdis-i şerifin yanlış değerlendirilmemesi için bazı noktaların göz önüne alınması gerekmektedir. Hâdis-i şerifte, Allah ve Rahman isimleri ve bir de yaratma fiili geçiyor.
Cenâbı Hak, cisimden ve suretten münezzeh. Ama gel gör ki, insan bu hadisi okurken nefis ve şeytan onun hayalini ifsat eder ve sanki hâdis-i şerif, "Allah, insanı kendi suretine benzer bir şekilde yarattı.” şeklindeymiş gibi yanlış bir anlayışa götürür. Hadiste geçen Rahman ismine bilhassa dikkat etmek ve bu hak kelâmı, "Allah’ın rahmetinin bütün varlık âlemi içinde en fazla insanda tecelli ettiği” şeklinde anlamak gerekir.
Suret, madde için ve maddî varlıklar içindir. İnsanın maddî olan bedeni ruhun hizmetçisidir. O halde insan denilince öncelikle ruh anlaşılmalıdır. İnsan ruhu, Cenabı Hakk’ın maddeden ve suretten münezzeh olduğunun en güzel bir göstergesidir. Hâl böyle iken, insan nasıl olur da bu hâdis-i şerifte geçen "suret” kelimesine gerçek dışı bir yorum getirebilir?
Hadiste geçen çok önemli bir kelime de "yarattı” ifadesi. İnsanın bedeni mahlûk olduğu gibi, ruhu da ve o ruhun bütün sıfatları da mahlûktur.
Cenabı Hakk’ın sıfatlarına iman etme hususunda bize büyük bir rehber olmak üzere ruhumuzda ilim, irade, kudret gibi sıfatlar yaratılmıştır. Mahlûk olan bu sıfatlar ilâhî sıfatlara elbette hiçbir cihetle benzemezler. Sadece onlardan haber verirler.
Bu sıfatların hiçbiri için suret düşünülemeyeceği gibi, bunların tümü için de yine bir suret, bir şekil hayal etmek mümkün değildir. Bu hâdis-i şerif değerlendirilirken, kâtip yazıya, usta esere benzemediği halde, Hâlık’ın mahlûkuna hiç mi hiç benzemeyeceği nazara alınmalıdır. Ancak böylece batıl hayallerden ve aldatıcı vehimlerden kurtulmak mümkün olur.
Risale-i Nur külliyatında bu noktada çok önemli ipuçları ve çok değerli irşat levhaları mevcut. Lem’alar‘da , "Bir kısım ehl-i aşk, insanın simâ-yı mânevisine bir suret-i rahman nazarıyla bakmışlar.” denilerek, nazarlar insanın ruh, kalp, akıl, hissiyat âlemine çevrilir ve mesele değerlendirilirken bedenin maddî suretinden uzak kalınmasına işaret edilir. Şualar’da, kâinat ağacının meyvesi olan canlılar âleminde, "Sıfat-ı seb’aca mânevî bir simâ-i rahmanî ve temerküz-ü esmaî” tezahür ettiği kaydedilir.
Bu ifadeden sadece insanın değil, diğer canlıların da, Allah’ın sıfatlarını göstermeleri ve ilâhî isimlere âyine olmaları cihetiyle bir simâ-i rahmanî taşıdıkları anlaşılıyor. Ancak, bu mânânın en ileri derecesi insanda görülüyor. Demek ki, insana ibretle bakıldığında Allah’ın bütün sıfatları ve isimleri onda okunabilir. Bütün bu tecellilerin insana, sadece ve sadece ilâhî bir rahmet olduğunu düşündüğümüzde, onda rahmaniyet hakikatini seyreder gibi oluruz. Her varlıkta ilâhî isim ve sıfatlar seyredilebilir ama bu noktada en açık, en berrak delâlet insanda görülür. İlâhî sıfatlara ve isimlere delil olma, onları gösterme, onlara âyna olma hususunda insandan daha ileri bir varlık yaratılmış değil.
Siyah denilince beyazı hatırlamamız gibi, suret kelimesi de bize sireti ve hakikati hatırlatır. Her suret, bir hakikatten haber verir. Bir kelimedeki harflerin şekilleri surettir. Bu suretler bir mânâya delâlet ederler. Meselâ ilim bir mânâdır, bir üstünlük ve fazilettir. İlim kelimesi ise bize bu mânâyı hatırlatan bir suretten ibaret. Yoksa bu kelimenin harflerinde ilim aramak elbette doğru değildir.
İnsanın mânevî siması da bize rahman mânâsını ders veren bir suret ve bir kelime gibi. Kalbimiz, aklımız, hafızamız, hayalimiz ve top yekûn his dünyamız hep rahmetten haber verir ve Rahman’ı hatırlatırlar. Bu tecelli, ruhumuzun hânesi olan cismimize de aksetmiş bulunuyor. Dilimizden dişimize, saçımızdan tırnağımıza, ciğerimizden böbreğimize kadar her neyimiz varsa, hepsi rahmanın birer hediyesi. Bunların her biri bir kelime, bir suret. Ve hepsinde o rahman’ın lütuf ve keremi okunur. Sonuç : Suret-i rahman; Allah’ın rahmetinin en parlak aynası ve en güzel tecellisi diye özetlenebilir.
sorularla risale-i nur
Yanıt: "Allah, insanı Rahman suretinde yarattı.” hadis-i şerifi nasıl anlaşılmalıdır?
BiLaL HaTTaB
< "Allah, insanı Rahman suretinde yarattı.” hadis-i şerifi >
Bir söz, sadece "hadis-i şerif" denilerek Rasulullah’a(sas) yontulamaz. En azından bir kaynak alabilir miyiz kardeşim bu hadisin(!) geçtiği ?
Saygılar…
vesselam…
Soru: "Allah, insanı Rahman suretinde yarattı.” hadis-i şerifi nasıl anlaşılmalıdır?
Hesna
selamun aleyküm
alıntıladığım yerde kaynak yoktu ama,diğer konuda Alaaddin Başar (Prof.Dr.) mış yazarı
gul
Allah razı olsun.
BiLaL HaTTaB
< selamun aleyküm
alıntıladığım yerde kaynak yoktu ama,diğer konuda Alaaddin Başar (Prof.Dr.) mış yazarı >
ve aleykumselam ve rahmetullah…
Bence, "bu sözü nasıl anlamalıyız?"dan önce, bunun hadis olup olmadığını anlamalıyız.
Hadis diye sunulan bu ifadeye hiçbir kaynakta rastlamadım.(Rastlayan varsa, belirtirse sevinirim.) "Vahdet-i Vücûd" mezhebini savunanların dillerinden düşürmedikleri bir sözdür bu. Onlar için de; isnadı/ravileri sika’ymış değilmiş, muteber kaynaklarda geçiyormuş geçmiyormuş önemli olmadığı için, onlar da aktarırken hep, sonuna "hadis-i şerif" yazmakla yetinirler. Bu, ilim ve ilim ehliyle alay etmektir, saygısızlıktır. Bundan da öte, Rasulullah’ın(sas) dilinden çıktığı sabit olmamış bir sözü, birkaç kendini bilmez yüzünden ona atfetmektir ki, bu da bir cinayettir. Cinayete ortak olmamak istiyorsanız; ya kaynağını bulup bizleri de hatamızdan döndürmelisiniz, ya da Allah’tan af ve mağfiret dilemelisiniz.
"Men kezebe…" ile başlayan, Rasulullah’ın(sas) ürpertici uyarısını hatırlatmak istiyorum sadece…
Yine de, emeğinizden ötürü teşekkürler kardeşim. Saygılar..
vesselam…
Hesna
cevabım nereye kayboldu anlamadım ama!
neyse
mübarek;teşekkürlük bir durum yok
aksine yanlışı bana/bize gösterdiğin için ALLAH senden razı olsun inşAllah
konunun gündeme gelmesinde vardır bir hayır diyorum
gerekli araştırmayı yapacağım
saygı benden/hayırla
BiLaL HaTTaB
Allah rızası ile müşerref eylesin cümlemizi… Araştırmalarınızda bizleri de aydınlatmanız, bizleri memnun edecektir.
vesselam…
BiLaL HaTTaB
üveysi kardeşim.. Ben de google’de dolanırken, sizin paylaştığınız yazıya denk geldim ve okudum sizin paylaşımınızdan biraz önce. Bu sözü, Sahih-i Müslim’den iki bab’ta delillendirmiş. İlki "birr" babı; ki bendeki Müslim’in Sahih’inde "Birr" babı yok. "İyilik, sıla ve adabı" diye bir bab var ki, burada da bu söze rastlamadım. İkinci olarak "cennet" babında geçtiğini söylemiş. Bu bab’daki tüm rivayetleri de tek tek inceledim ve böyle bir rivayet görmedim. En benzer rivayet şu:
(İsnad’ın öncesini yazmıyorum) Bize Cerîr, Umâra’dan, o da Ebû Zûr’a’dan, o da Ebû Hüreyre’den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (SallAllahü Aleyhi ve Sellem) ;
"Şüphesiz cennete ilk girecek zümre Bedir gecesindeki ay suretinde, onlardan sonra girecekler gökyüzünde en parlak yıldızın ziyası suretinde olacaklar. Büyük, küçük abdest bozmayacaklar, burun atmayacaklar ve tükürmeyeceklerdir. Tarakları altın, terleri misk, buhurdanlıkları ad ağacı, zevceleri büyük gözlü hurilerdir. Ahlâkları, babaları Âdem suretinde altmış arşın semâya yükselmiş bir adamın ahlâkı olacaktır." buyurdular. [Müslim, Cennet, 15]
Buradaki benzerliğin de ne denli bir benzerlik olduğunu sizlerin anlayışına bırakıyorum. Saygılar…
vesselam…
BiLaL HaTTaB
Özür diliyorum hepinizden. Tekrar gözden geçirdim ve Müslim’de rastladım. Aynen aktarıyorum:
"Allah (Azze ve Celle) Âdem’i kendi suretinde yarattı. Onun uzunluğu altmış arşındır. Âdem’i yaratınca (ona) : Git de şu cemaata selâm ver, buyurdu. Bunlar meleklerden bir cemaat olup, oturuyorlardı. Sana ne cevap vereceklerini dinle, çünkü bu senin ve zürriyetin için selâm olacaktır, dedi. Âdem de giderek : Selâm size, dedi. Melekler : Selâm sana, Allah’ın rahmeti de sana, dediler. Ve ona Allah’ın rahmeti sözünü ziyade ettiler, imdi cennete her giren kimse Âdem’in suretinde ve uzunluğu altmış arşın olacaktır. Ama Âdem’den sonra halk tâ şimdiye kadar eksilmekte devam etmiştir." buyurdular.
Ancak; bundan maksat, bizlere sunulduğu gibi; "Allah Adem’i kendi suretinden yarattı" değil; Hz. Adem’in kendi suretinden yaratıldığıdır. Bu hadîsdeki zamirin Hz. Âdem’e ait olduğu hususunda zahirdir. Hadisden murad; Allah Teâlâ, Âdem (as)’i yaşayıp vefat ettiği sureti üzerine yaratmıştır. O zürriyeti gibi şekil değiştirmemiştir. Yeryüzündeki sureti ne ise cennetteki sureti de odur, demektir.
vesselam…
üveysi
ALLAH CC Sizden razı olsun…
Rabbim sizi Rasûlünün nûruyla bulustursun insAllah…
selam ve dua ile…
BiLaL HaTTaB
Rabbim sizlerden de razı olsun… Güzel duanız için ayrıca, fazlası ile mükafatlandırsın sizleri…
vesselam…
BiLaL HaTTaB
Son olarak şuraya da değineyim istiyorum:
< Bir hadiste ise, "Muhakkak ki Allah, insanı Rahmân ismini tamamıyla gösterir bir sûrette yaratmıştır”1 >
< Dipnotlar: 1- Buhârî, İstizân: 1. Bâb >
Kaynak olarak verilen Sahih-i Buharî’deki gerçek ifade ile, yukarıdaki ifade arasındaki uçurumu siz görün:
…….Bize Abdurrazzâk, Ma’mer ibn Râşid’den; o da Hemmâm ibn Münebbih’ten; o da Ebû Hureyre(R)’den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Allah, Âdem’i yarattı. Boyunun uzunluğu altmış zira’ idi. (Yaratılması tamamlandıktan)sonra Allah, Âdem’e:
— Haydi, meleklerden şunların yanlarına git de onlara selâm ver! Ve onların senin selâmını nasıl karşıladıklarını iyi dinle, işit. Çünkü bu, hem senin, hem de senden sonra zürriyetinin selâmlaşmasıdır, buyurdu.
Bunun üzerine Âdem, meleklere:
— Es-selâmu aleykum(Selâm üzerinize olsun), dedi. Onlar da:
— es-Selâmu aleyke ve rahmetu’llâhi( = Esenlik ve Allah’ın rahmeti üzerine olsun), diye karşıladılar.
Ve selâmlarına "Ve rahmetulllâhi" kısmını ziyâde ettiler (ki, bu selamlaşmanın ilk meşrû’iyyeti ve bu sözle söylenişidir).
Âdem, beşerin büyük atası olduğu için, cennete her giren kişi Âdem ‘in bu güzel suretinde girecektir. Âdem’in (sonra gelen) torunları, onun güzelliğinden ve uzunluğundan eksilmeye devam eder. Nihayet (bu eksiliş) şimdi (bu ümmette) sona erdi"
Ayrıca, İmam Buharî, bu hadisi şu sözlerle şerh etmiştir:
"Alâ sûretihî”deki zamîr, Âdem’e döndüğüne göre: Allah, Âdem’i rahim tavırlarına tâbi’ olmaksızın şu görülen hey’etinde yarattı, demek olur.
vesselam…