Kuranın hamili olan kişiye şu özellikler gerekir, yakışır.

Kur’an’ın hamili olan kişiye şu özellikler gerekir, yakışır.

Hoca
Kur’an’ın hamili olan kişiye şu özellikler gerekir, yakışır. İnsanlar uykudayken gecesinin kadr u kıymetini bilir. İnsanlar yeme içme peşinde koşarlarken o gündüzünün kıymetini de bilir. İnsanlar coşkun, neşeli iken dertli olabilmenin, hüzünlü olabilmenin kıymetini bilir. İnsanlar gülüp oynarlarken, sanki kahkahaları basarlarken, ağlamanın, ağlayabilmenin kadr u kıymetini bilir. İnsanlar hata peşinde koşarken, hata üstüne hata işlerlerken susmanın, susabilmenin kadr u kıymetini bilir.

(A. İbni Hanbel, Kitabu’z Zühd cilt 1/ 890 Nolu hadis)

Kur’an’ın hamiline gereken şu ki diye başlıyor sözlerine İbni Mes’ud efendimiz. Hamili’l Kur’an bir tabirdir. Önce bu kelimeyi Türkçe’ye nasıl nakledeceğimi düşünüyorum. Meselâ aynı kökten dilimize nakledilmiş hamal kelimesini bilirsiniz. Yani bir başkasının yükünü ta-şıyan anlamına bir kelime. Taşıdığı o yükle, taşımasının dışında bir il-gisi yoktur onun aslında. Yüklenir sırtına ve yükleyenin amacı doğrultusunda belirlenen hedefe doğru götürür, hamallık yapar. O zaman Kur’an’ın hamalı mı desek diye düşündüm. Kur’an’ın hamalı. Yani bu manada yük kendisinin olmayacak, Kur’an kendisinin olmayacak, yüklenecek Kur’an’ı, Kur’an’ın sahibinin dediği doğrultuda gidecek. Öyle mi ki?

İkinci bir kelime geldi aklıma yine aynı kökten. Hamile. O da kendi yükünü kendisi taşıyan insan demektir. Karnında kendi çocuğunu taşıyan kadın. O da taşıma süresi ve miktarına müdahale edemese de, yük kendisinindir. Yani yük sahiplendiği, benimdir dediği, benimsediği yükünü taşımaya devam eder.

Şimdi acaba Kur’an’ın hamili denilince, Kur’an’ın hamalı gibi mi, Kur’an’ın hamilesi gibi mi, yoksa nasıl anlasak? Yani Bu Kur’an kendimizin yükü mü olacak, yoksa başkasının yükü gibi mi olacak? Nasıl yükleneceğiz, nasıl taşıyacağız ki diye düşünüyoruz. Ama bitmedi, belki bununla ilgili başka kelimeler de aklımıza gelecek. Mesela bir hastalığı kendisinde, kendi üzerinde taşıyan ama hastalığı icra e-den, ortaya koyan mikropları taşıdığı halde kendisi hastalanmayan in-sanlardan söz edilir tıp dünyasında. Portör, yani taşıyıcı denir onlara. Onda varmış o mikrop, birisi onunla ilgi kurarsa ona nakleder ama kendisine zararı olmazmış. Yoksa Kur’an taşıyıcılarının bir de böyle özelliği mi var dersiniz? O taşır efendim, birinden almıştır birine götürür, kendisiyle ilgisi yoktur onun. Siz bunları kendi dünyanızda kendinize göre ayarlayın, yerleştirin.


Cevap: Kur’an’ın hamili olan kişiye şu özellikler gerekir, yakışır.

merve
< "Kur’an’ın hamili olan kişiye şu özellikler gerekir, yakışır. İnsanlar uykudayken gecesinin kadr u kıymetini bilir. İnsanlar yeme içme peşinde koşarlarken o gündüzünün kıymetini de bilir. İnsanlar coşkun, neşeli iken dertli olabilmenin, hüzünlü olabilmenin kıymetini bilir. İnsanlar gülüp oynarlarken, sanki kahkahaları basarlarken, ağlamanın, ağlayabilmenin kadr u kıymetini bilir. İnsanlar hata peşinde koşarken, hata üstüne hata işlerlerken susmanın, susabilmenin kadr u kıymetini bilir. >

Nerde hocam bizlerde bu özelliklerden biri bulunsa yeter nasiplenenlerde oluruz inş.Allah razı olsun hocam


Yanıt: Kur’an’ın hamili olan kişiye şu özellikler gerekir, yakışır.

Hoca
< Nerde hocam bizlerde bu özelliklerden biri bulunsa yeter nasiplenenlerde oluruz inş.Allah razı olsun hocam >

Kur’an’ın hamiline, Kur’an benimdir, Kur’an benim yükümdür diyen kişiye, ben Kur’an’la yükümlüyüm diyen kişiye, benim yükümlülüğümü Kur’an belirler diyen kişiye gereken şu ki. Kur’an bana aittir, ben onu sorumluluğum kabul ediyorum, benim görevimi, sorumluluğumu, yapacaklarımı, yapmayacaklarımı, günümü ve gecemi, zaman ve mekanımı, tüm hayat programımı Kur’an ayarlar, benim Kur’an’ım ayarlar şeklinde bir imanın sahibi olan her insana gereken şu ki. Hamil-i Kur’an olan kişiye gereken şunlardır diye söze başlıyor İbni Mes’ud efendimiz.

Ne dersiniz? Acaba siz de hamil-i Kur’an mısınız? Kitabınızla aranız nasıl? Yoksa çoktandır görüşmüyor muydunuz? Aylardır hatırını sormuyor muydunuz? Tabi program gereği böyle değil mi? Anneniz ölünce okuyacaktınız. Ramazanda okuyacak, bayramda elinize alacaktınız. Program gereği henüz zamanı gelmedi değil mi? Yok, burada anlatılan öyle bir kitap değil. Burada anlatılan hayata hakim bir Kur’an’dır. Tüm hayat kendisiyle yaşanılıp kendisiyle ölünecek bir Kur’an’dır. İşte şu anda böyle bir Kur’an merkezli düşünerek böyle bir Kur’an’ı olan iyi bir müslümanın hangi özelliklere sahip olduğunu öğreneceğiz İbni Mes’ud efendimizden.

1: Bu kişinin birinci özelliği şuymuş: Bilmesi, irfan sahibi olması gerekirmiş. Marifet sahibi olması gerekirmiş. Meseleyi anlayıp kavraması gerekirmiş. Yani işin idrakinde olması gerekirmiş. Peki neyi bi-lecekmiş o kişi? Gecesini, gecesinin kadr u kıymetini bilecek, gecesinin değerini bilecek, hem ki insanlar uykudalarken. Yani gafiller, Kur’-an ve sünnetle beraber olmaktan gafil olan insanlar uykuda, kendilerini ölüme terk etmişlerken bu insan gecenin kıymetini bilirmiş.

Yani yatsıdan sonradan başlayıp sabahın ilk ışık belirtileri ortaya çıkana kadar geçen zaman dilimine gece diyoruz. İşte bu geceyi en azından üçe bölün. Ama ikiye bölenler elbette daha da kârlı olacaklardır. Son üçte birini özellikle uyanık geçirmeye çalışın. Seher vakti dediğimiz daha bir bereketli zamandır o zaman. İşleyen saat aynı saat, idrak edilen zaman aynı zamandır ama bereketi daha bir farklıdır. Çünkü o zaman kitabımızın başka bir âyetinin beyanıyla farklı anlama imkânı buluyor insan. Ben bu konuyu daha önceki sûrelerde uzun uzun anlattığım için burada tekrara gerek görmüyorum.

2: Hamil-i Kur’an’ın ikinci özelliği; insanlar yeme içme peşinde koşarlarken o gündüzünün kıymetini de bilir. Yani onun ağzını hep yeme ve içmede kullanma özelliği yoktur. Hemen hemen bir şeyler atıştırması gerekmiyordur. Ağzı, midesi böyle arada bir buruşturulup kağıtların içine atıldığı bir çöp sepeti değildir. Bir şeyler atıştırıp durması gerektiğine inanmaz o müslüman. Neden meşgul etsin ki kendisini hep yeme ve içmeyle? O ağzını başka şeylerde kullanmasını bilmektedir.

Ama bakın şu insanlara ki akşama kadar yemek konuşanlar, sabaha kadar onunla meşgul olanlar, gecesini buna ayıranlar, gündüzünü bununla bitirenler. Allah eğer onlara hamil-i Kur’an olmalarını nasip ederse bu insanların bundan ancak o zaman kurtulabileceklerini biliyoruz. Öyle olunca, o tür bir hayatı tenkit yerine bu tür bir hayatı teşvik etmemiz gerektiğine inanıyorum.

3: Kur’an hamilinin üçüncü özelliği; insanlar coşkun, kendilerinden geçmiş, ne yaptıklarını bilmez bir pozisyonda yaşarlarken, bu kişi dertli olabilmenin, hayatla ilgili olabilmenin, insanlarla beraber o-lup onları hayra, hakka davet etmenin derdini, hüznünü taşır. Bunun kadr u kıymetini bilir. Yani sıkıntılı, üzüntülü, bedbin, bedbaht, karamsar, ümitsiz değil. Elbette müslüman bu anlamda asla ümitsiz olmaz ama, bir şeylerin derdini, sancısını çeker olabilmek farklı bir durumdur. Meselâ oğlunun ve kızının daha bir müslüman olmalarının derdini taşımak, buna kafa yormak, düşünmek. Komşularımı acaba Kur’an’la nasıl tanıştırırımın derdini çekmek. Acaba bu insanların hidayeti için ne yapabilirim? Acaba süratle cehenneme, ateşe doğru giden bu insanların cehennem yollarını kapatıp cennet yollarını açma konusunda benim katkım ne olabilir? Ben bu konuda ne yapabilirim diye dert taşımak. Ama beri tarafta sanki cennet muştusu almış gibi birileri coşkun, hangır şangır ne yaptıklarını bilmez, dertsiz ve sıkıntısız yaşarlarken. Yani insanlar endişesizken endişelidir o kişi. İnsanların dirilişinin plan ve projesini sürekli kafasında canlı tutar. İşte Kur’an’ın hamili böyle yaparmış.

4: Dördüncü özelliği; insanlar gülüp oynarlarken, sanki kahkahaları basarlarken, bu Kur’an’ın sahibi olan müslüman ağlamanın, ağlayabilmenin kadr u kıymetini bilir. Ağlamak, ağlayabilmek onun için bir nimettir. Tabii kahkahalı gülmenin yasaklığı adına söylüyorum. Yani kişiye kendini, kendi hayatını, konumunu, çevresini unutturan bir gülüş yasaktır. Değilse elbette bazen güler müslüman. Gülünecek bir bölüm de olur müslümanın hayatında. Ama ağlamanın kadr u kıymetini bilebilmelidir müslüman. Halbuki bizler ağlamayı önce çocukluk dünyasında biliriz. Haydi bir de kadınlar ağlar. Aa! Erkek adam ağlar mı diye de bir yaftaya sarılırız. Halbuki çocukta gördüğümüz o ağlama mantığını bir müslüman olarak biz kendimizde görsek ne güzel olmaz mı? Bence buna çok ihtiyacımız var. Gerçi niceleri ne kadar dolu, salıversen durduramayacak kadar ağlayacaktır bugün. Bir dokunsan bin ah çekecek nice insanlar var piyasada da ağlayamıyorlar. Galiba ağlatan yok diye herhalde.

Dönün şimdi çocukların dünyasına ve onların neden ağladıklarını bir düşünün. Benim anladığım çocuklar ağlamayla üç boyutlu bir konuşmayı gündemde tutuyorlar. Birincisi; ağlamak istek bildiriyor. Acıktım, susadım ya da altımı kirlettim diye ağlamıyor mu çocuklar? İsteklerini böylece beyan etmiyorlar mı? İkincisi; ağlamakla özlemlerini bildirirler çocuklar. Annesinden iki saat ayrı kalan bir yavru, annesini görür görmez kimin kucağında olursa olsun başlamıyor mu ağlamaya? Özledim diye ağlıyor değil mi? Vah yavrularını bırakıp başka yerlere giden anneler, unutmayın ki o yavrularınız sizden çok fazla yanıyor. Ağlamalarının üçüncü boyutu da korku ve suç bildirmesidir. Suçu vardır, bakıverin başlar ağlamaya suçluluğunu beyan manasına.

Peki şimdi bizler de aynı şeyleri Allah karşısında o çocuk mantığıyla ortaya koysak nasıl olur? İsteklerimizi ağlayarak bildirsek Rab-bimize. Gözyaşlarıyla yalvarıp yakarsak. Öyle olunca Rabbimizin bize karşı tavrı farklı olacaksa niye yapmayalım bunu? Peki ya özlemimizi ağlayarak beyan etmeyelim mi Allah’a? Ya Rabbi, ayrı kaldım senden. Seni bırakıp başkalarına gitmişim. Sana soracaklarımı ben başkalarına sormuşum. Senin mesajına karşı eyvAllahsız yaşamış, başka yerlerden mesaj aramaya kalkışmışım. Eyvah ben senden, senin kitabından çok uzak kalmışım ya Rabbi diye ağlamayalım mı? Yine suçlarımızı, korkularımızı ağlayarak Rabbimize beyan etmeyelim mi? Affet ya Rabbi diye ağlamayalım mı?

Resûl-i Ekrem Efendimiz Kenzul Ummal isimli hadis kitabında 43357 numaralı hadislerinde ağlama konusunda şu özel bilgiyi verir bize:

Kıyamet gününde bütün gözler ağlayacak. Ancak şu özellikleri taşıyan gözler ağlamayacaktır. Allah haşyetinden ağlayan göz. Sinek başı kadar yaş döken göz. Ama her ağlayanın ağlamasına da kanmayacağız. Hani Yakup aleyhisselâmın çocukları da ağlamışlardı. Kardeşleri Yusuf’u kuyuya atıp akşamleyin gözlerinden yaş yerine kan dökerek gelmişlerdi. Öyle değil ama günahların affı için elbette ağlayacağız. Ya yanlış yaparsam, ya Rabbimi darıltırsam endişesiyle ağlayacağız. İşte böyle bir göz kıyamet günü ağlamayacaktır. İkinci göz de Allah için açık olan gözdür. Seherlerde uyanık olan göz. Veya gündüz ve gece Allah’ın bak dediğine bakan göz. Üçüncüsü Allah için kapalı olan göz. Haramlardan sakınan göz. Ama bunu sadece kadın için erkekten, erkek için de kadından sakınan göz şeklinde anlamayın. Çünkü Allah’ın haramlarına bakmayan göz demek, o gözle haramları işlemeyen göz demektir. Meselâ Allah’ın istemediği bir hayatın plan ve programı üzerinde düşünmeyen göz anlamına gelmez mi? Demek ki Allah için hem açık olmaymış göz, hem de kapalı olmalıymış. Dördüncü göz de Allah yolunda çıkarılan gözdür. Gözünü Allah yolunda bir kavgada kaybeden kişinin gözü de yarın ağlamayacaktır.

5: Hamil-i Kur’an’ın beşinci özelliği; insanlar hata peşinde koşarken, hata üstüne hata işlerlerken susmanın, susabilmenin kadr u kıymetini bilen kişidir o. Susabilmek… Ama Allah korusun da bugün sanki Kur’an’la beraber olduğunu iddia edenler, sanki Kur’an’ın hamili görünenler, yani biraz daha fazla bilenler, biraz daha fazla okuyanlar susmayı unutuyorlar, susmayı beceremiyorlar. Bu sözü tabii önce kendime söyledim. Ama çevremdekiler de buna zemin hazırlıyorlar diye dert yanasım geliyor. Evime misafir geliyor, ben konuşuyorum, misafirliğe gidiyorum, ben konuşuyorum. Hep beni konuşturuyorlar. Peki ben ne zaman dinleyeceğim? Yani ben de bazen dinlemeye muhtaç değil miyim? Susmayı bilelim. Ama elbette konuşma makamında susmak değildir bu. Burayı yanlış anlamayalım. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu konuyu anlatan bir hadislerinde buyurur ki; "Allah’a ve âhiret gününe iman eden kişi hayır söylesin, değilse sussun.” Bu hadisi hep şöyle tercüme ettiler değil mi: Allah’a ve âhiret gününe inanan kişi ya hayır söylesin, yahut da sussun. Bu hadisi böyle anlayınca elbette başımıza büyük belalar açıyor. Söz gümüşse sükut altındır diyor adamlar ve bir hak söz söyleme makamında susmayı tercih ediyorlar. Allah korusun bu durumdaki kişiye dilsiz şeytandır diyor peygamberimiz. Çünkü biz susarsak, hak bilenler susarsa şeytan ve dostları hep konuşur ama Allah ve dostları gündemden düşer.

Hayır öyle değil, Allah’ın Resûlü hayır söyleyin diyor önce. Evvel emirde hayır söyleyin, hayır biliyorsanız söyleyin ama hayır yoksa, ya da senden önce birileri hayır söylemeye başlamışlarsa işte o zaman da sen susmak zorundasın. Öyleyse susmanın kadr u kıymetini bilelim. Ben bu kadar biliyorum. Ben haddimi biliyorum diyebilmenin kadr u kıymetini bilelim inşAllah. Zaten Kur’an’la beraber olan kişiye elbette Kur’an neyi ne kadar bildiğini öğretecektir. O da haddini bilecek ve durması gereken yerde duracaktır.

6: "İnsanlar aldanırlarken, ne yayıp ne ettiklerini bilmezlerken, aldanma peşinde koşarlarken o kimse huşu sahibi olmanın, yani Allah’a gönülden bağlanabilme, O’nu memnun etme ruh halinde olabilmenin kıymetini bilir.

7: Yine hamili’l Kur’an olan kişide bulunması gereken yedinci özellik; onun ağlayan biri olması gerekir. 8: Dertli, endişeli, mahzun olması gerekir. 9: Halim olan, acele etmeyen, beklentisi olmayan, kendisine düşeni yaparken başkalarını ne yapayım, ben bu yaptıklarımı Allah için yapıyorum diyen birisi olması gerekir. 10: Bir de seki-nen, oturaklı, kendinden emin, sakin ve en doğruda olduğunun bilincinde olan bir kimse olması gerekirmiş.

Evet ağlayan bir kişidir o. Az evvel ağlamakla ilgili bir şeyler demeye çalıştım. Kur’an’la beraberlik ağlamayı gerektirecektir. Çünkü Kur’an’ın ilk okuyucusu Allah Resûlü öyle yapıyordu. Bir rivayette ge-ce namazında Mâide sûresinin son bölümünü okurken, İsa aleyhis-selâmın kavmiyle ilgili bölümü okurken ağlamaya başlıyordu. Ya Rab-bi, eğer bu insanlara sen azap edeceksen, bunlar senin kulların. Onlar sana benden daha yakındır. Ama eğer rahmet eder, merhamet edersen sen aziz ve hakimsin. Sen mutlak galip yenilmez, her yaptığı yerinde yanılmazsın. Senin yaptığına kim karşı gelebilir? Sen nasıl istersen öylece yapansın âyetini okudukça kendinden geçercesine ağlar, ağladıkça okurdu. Öyleyse ehl-i Kur’an’ın böyle okudukça ağlaması gerekir.

Mahzunen olmalıdır ehl-i Kur’an. Yani sıkıntılı, ama karşısındakine sıkıntı veren değil, daha iyi müslüman olma sıkıntısı taşıyandır. Hem kendi planında, hem de başkaları planında. Yani ben iyi bir müslüman olabilmem için hem dini kendi şahsımda uygulayıcı, hem de başkaları planında duyurucu olmalıyım. İşte insanlara bu dini duyurma adına dertli olacağım. Ama dertli olurken de şunu unutmayacağım: Rasûlullah Efendimizin karşısında dört baba vardı. Birisi Be-kirin babası ki o, hiç beklemeden iman etti Ebu Bekir. Birisi Süfyan’ın babasıydı ki o, tam yirmi sene bekledi Mekke’nin fetih günü ancak müslüman oldu Ebu Süfyan. Üçüncüsü Talib’in babasıydı ki o, Ebu Talip biliyordu, yakından tanıyordu, sahipleniyor, korumaya çalışıyordu, ama evet kabul ettim diyemedi ve öylece ölüp gitti. Bir de cehaletin babası olan Ebu Cehil vardı ki o da biliyordu da düşmanlık yaparak geberip gitti.

İşte ben bu kitapla insanların tanıştırılmasını derdini çekeceğim, en büyük iş olarak, en büyük dert olarak bunu yaşayacağım ama bileceğim ki benim kendilerine din duyurduklarım bu dörtten biri olurmuş, o benim problemim değildir. Çünkü Kur’an’ın hamili olan müslü-man halim olmalıdır. Aceleci olmayan, karşıdakinin üç günde, beş günde değişmesini beklemeyen kimsedir o. Karşıdakinden acele bir şeyler bekleme, beklediğini bulamayınca da hemen geriye dönme onun şiarı değildir. Ölünceye kadar zaten onun görevi devam edecektir. Efendim çok uğraştım ama adam olmadı diyenleri bir hatırlayın. Çok gitmiş de artık adam olmazmış, bırakıvermiş. Peki ne kadar çok gitti? Peki Nuh aleyhisselâmın 950 yılı kadar gitti mi? Efendim zaten bizin 950 yıl ömrümüz yok ki diyenlere bir ömür gittin mi diye soralım. Yani bütün peygamberler bir ömür boyu gitmediler mi insanlara? Biz neden üç gün beş günle acele ediyoruz?

Ayrıca Kur’an’ın müslümanı sekînen olmalıdır. Yani sakin, en doğruda, en hakta olduğundan emin bir kişi. Yani sağdan soldan esen rüzgarlarla düşüncelerini, inancını yeniden şekillendiren değil. Çünkü o yaptığını Allah dedi diye yapan, Allah dediyse tamam deneceğini bi-len birisidir. Dahasını niye arasın, en doğrudadır o çünkü. Onun için oturaklı bir hayat programı vardır. Acabalarla dolu değildir hayatı. Çünkü Kur’an kaynaklıdır aldığı kararlar. Ne yapacaksa Kur’-an rehberliğinde yapacaktır.


Soru: Kur’an’ın hamili olan kişiye şu özellikler gerekir, yakışır.

Hoca
Ama Kur’an’ın hamili olan müslüman şu özellikleri de taşımamalıdır:

1: Cafiyen kaba ve zalim olmamalıdır. Cefakâr olmalıdır. 2: Gafil, ilgisiz olmamalıdır. 3: Gülüp oynayan bir kişi olmamalıdır. 4: Bir de sert ve haşin olmamalıdır.

Evet, bugün sanki sadece hadis okuduk. Olsun, konu anlaşılmış olur inşAllah. Demek ki Kur’an’ın hamilinin bu özellikleri varmış. Şimdi herkes, hepimiz düşünelim. Acaba bu özellikler bizde var mı, yok mu? Yani bizler Kur’an hamili miyiz, değil miyiz? Bu bir.

Bir de acaba bugün Kur’an’ı yüklenme, Kur’an’ı muhafaza etme, Kur’an’ı anlama ve yaşama konusunda Müslümanların Yahudilerden bir farkı var mı? Maalesef bugün kitaplarıyla diyalogları konusunda Müslümanların Yahudilerden bir farklarının olduğunu söylemek mümkün değildir. Müslümanlar da bugün inandıkları, sorumluluğunu yüklendikleri kitaplarından habersiz bir hayat yaşamaktadırlar. Hafızlarımız bile mânâyı, muhtevayı tanımadan ezberliyorlar. Âyetlerin manâlarını, muhtevalarını hayata yansıtabilme, hayata aksettirebilme özelliğinden çok uzaklar.

İslâm’da ilim, Allah’ın rızasını kazanmak için öğrenilir. Bu da öncelikle ilmi öğrenenin öğrendiklerini kendisinin ihlâsla amel etmesi sâyesinde olur. Peygamberimiz, şöyle dualar ederdi:

"Allah’ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır."

"Faydasız ilimden Allah’a sığınırım!"

"Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, kabul edilme-yen duadan, korkmayan kalpten ve doymayan nefisten Sa-na sığınırım."

Hadis-i şerifte geçen faydasız ilimden şunlar anlaşılır: Bilinip onunla amel edilmeyen ilim, bilinip başkasına öğretilmeyen ilim, sahi-binin durum ve davranışlarını düzeltmeyen ilim, sahibinin huyunu te-mizlemeyen ilim, bilinmesine ihtiyaç duyulmayan ilim, dinin tasvip et-mediği caiz görmediği (sihir bilgisi gibi) ilim ve benzerleri.

Hz. Peygamberimize "ilim nedir?" diye sorulunca, "amelin kıla-vuzudur" buyurdu. Âlim, âmil olmadığı (öğrendiklerini hayatına uy-gulamadığı) zaman onun ilmi vebal olabilir. "Ümmetimin helâki (fâsık) âlimlerden ve cahil âbidlerden olacaktır." Fahreddin Râzi’ye göre; il-miyle amel etmeyen ve ilminden yararlanmayan kimselerin hali; sırtın-da su kapları olduğu halde çölde susuzluktan ölen devenin durumu gibidir. Amelsizlik bir fitnedir. "Fi’lü’l-ulemâ, delîlü’l-cühelâ" (Âlimlerin yaptıkları, câhillerin delilidir –örnek ve gerekçesidir-) sözünde belirtil-diği gibi; ilim adamları halkın örneğidirler. Âlim ilmiyle amel etmedi-ğinde cahil de öğrenmekten kaçınır. Amelsiz ilim de yağmursuz bulut gibidir.

Bir şeyin ilmini yapmak, ondan istifade etmek içindir. Allah bu dini, insanlar "ona göre yaşasınlar" diye gönderdi; sözünü ve lafını et-sinler diye değil. Müslümanlık, yalnız bilgi işi değil, iman ve sâlih amel işidir. İlim de, imana ve sâlih amele götürdüğü nispette faydalı ve fazi-letli. Bilgisi, kendisini hakikate ulaştırmayan kimse, mutlak surette bil-ginin hamalıdır. Yolcuyu gitmesi gereken yere (gerçek kurtuluş lima-nına) götürmeyen gemi, çok güzel de olsa basit bir süsten başka bir işe yaramaz, buna gemi de denmez. İnsan için marifet ve hüner, yön belirleyen pusulayı cepte taşımak değil; şu çalkantılı dünya gemisinde asıl hedefe gidecek yönü belirlemek ve o yola koyulmaktır. O yüzden, ilim; satırlardaki değil, sadırlardaki (göğüslerdeki) dir denilir. Senin hayatını düzenlemeyen, seni Hakk’a iletmeyen, üzerinde eseri görül-meyen ve İslâm için olmayan ilimde hayır yoktur. Bilginin papağan gibi hâfızı ve hamalı olmak boşuna yorulmaktır.

Sahabe-i Kiram efendilerimizin dönemini ve hayatını düşünün. Ortalıkta bu kadar kitap ve araştırmacı yokken, ortada hakiki ilmin ö-zü ve şimdikinden daha güzel, daha müslümanca bir hayat vardı. Sahabe-i Kiram, Kutlu Elçi’den aldığı ilim ve özellikle halleri ile, somut ve gözle görülür bir müslümanlığı yaşıyor ve temsil ediyorlardı. Peygamber, canlı bir Kur’an; O’nun ashabı da küçük Muhammed’lerdi. Bir rivâyetleri varsa, bin halleri ve o kadar da amelleri vardı. Sözleri az, fakat amelleri çoktu. Bir hayat ki, tüm kurumları ile vahyi reddeder, kurumlarını, kurallarını, ilkelerini bâtıl tanzim eder ve ilim diye takdim edilen bilim, yalnızca yanlışın aracıdır.

Böyle bilim, insanın övünçle, aldatıcı bir güvenle taşıdığı dünyada bile pek bir şeye yaramayan diploma ve etiketten, tehlikeli ve faydasız bir yükten ibarettir; Artık o bilgi bir silâhtır, ama yalnızca imhâ ve intihar etmek için kullanılacak bir silâhtır. Bu bilgi ve onun taşıyıcıları, dalâletin hâmili, hakikatin katilidirler. Onlar, sırat-ı müstakimin önünde eşkıyadırlar; hak yolu keser, hevâya ve tâğutlara kulluğa giden yolları açarlar. İlmiyle âmil bir âlim olamayıp sadece bilgi taşıyıcıları olanlar da bunların değirmenine su taşımaktadırlar.

İlmi, ihlâsla kendi hayatlarında tatbik edip, öğrendiklerini prati-ze ederek örnek hayatları ile çevrelerine hakkı ulaştırmaya çalışmak yerine; entellektüel bir değer, profesörlük gibi bir pâye, ilim adamı ol-duğunu kanıtlama gibi anlayışlarla sadece aktarıcılık yapan insanlar, bâtıl düzenlerin korktukları değil; belki kolladıkları kimselerdir. Bunlar, bir depremlik, bir kıyamlık canı olan ölümcül sistemi canlandırmak için ilmi koltuk değneği ve payanda gibi dayarlar. Kendilerinin yaşamadık-ları İslâm’ı hayata hâkim kılma mücadelesi, cihad ve hakkı yayma de-ğil; kendini kandırıp nefsini tatmin etme ve ihlâs yerine riyâyı tercih et-me demektir. "Olgun insan, güzel söz söyleyen değil; söylediğini ya-pan ve yapabileceğini söyleyen adamdır.” Ne mutlu hakkı haykırdığı gibi, en güzel şekilde kendi nefsinde tatbik eden, özü sözünü yalan-lamayanlara!

Unutmayalım ki bu âyet bize de hitap ediyor. Allah’ın dinini, Allah’ın kitabını bilip de uygulamaya çalışmayanlar ve üstelik o dinle, o kitapla başka dinlere, başka tanrılara, başka sistemlere arka çıkmaya çalışan kimseler bu âyet-i kerimede müthiş bir şekilde kötülenmektedir. Halbuki İslâm’ın en çok övdüğü kimseler âlimlerdir. Zaten vahyi tanıyan ve iman eden tüm Müslümanları İslâm âlim kabul eder. Gerçekten yeryüzünde en kutlu, en mübarek insanlar dini bilen, dine inanan, Allah’a kul olan kimselerdir. Bu anlamda tüm Müslümanlar âlimdir. Ama bilmesine rağmen, dini pratikte göstermeyen, bilmesine rağ-men bu bilgileriyle Allah’a savaş açan kimseler, Allah’ın yerin dibine batırdığı kimselerdir.

Kitabımızda bu insanlar için iki tane örnek vardır. Bunlardan birisi bu âyet, ötekisi de A’râf sûresindeki Bel’âm âyetidir. Allah korusun, bir kimse hem Tevrat’ı bilecek, hem Kur’an’ı bilecek ama bildiği, Allah’ın bildirdiği bu dinle Allah’a savaş açacak. Allah’a kul olmayacak ta dünya hesabı sebebiyle Allah’ın razı olmadığı bir hayatı yaşayacak. Bakın A’râf’taki âyette de Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Ey Muhammed! Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat.”
(A’râf 175)
"Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.”
(A’râf 176)

Bir adam düşünün ki Allah’ın âyetlerini biliyor. Allah’ın âyetleri, Allah’ın kitabı kendisine ulaşmış. Tevrat’ı bilmiş, İncili bilmiş, Kur’an’ı bilmiş, tanımış ama bu Allah bilgisiyle Allah’a kul olma yerine Allah’a düşmanlığı tercih ediyor. Âyetlerin bilgisinden sıyrılıp farklı bir hayatın insanı oluyor. İçinde yaşadığı düzenin, toplumun menfaatlerine göre Allah’ın dinini, Allah’ın âyetlerini keyfine göre yorumluyor, çarpıtıyor ve karşılığında bir takım dünya ikballeri elde etmeye çalışıyor. Allah âyetleriyle yükselmeyi, Allah’a kullukla şeref kazanmayı istemediği, dünya menfaatlerini buna tercih ettiği, arza çakılı kalmayı, ev, bark, dükkan, tezgah, makam, mevki, para-pul peşine takıldığı, izzetsiz ve ——– bir şekilde ayaklar altında sürünmeyi tercih ettiği için şeytanların kulu, kölesi olarak rezil bir hayata indirgemiştir kendisini.

Böylelerinin misâli tıpkı bir köpek gibidir ki üzerine gitseniz de solurlar, gitmeseniz de solurlar. Bir türlü doyuma ulaşmayan aç köpeklere benzerler. Hep birilerinin atacağı kemikleri beklerler. Üzerlerine gidilip kendilerine bir sıkıştırma, bir baskı yapıldığı zaman da pes edip Allah’ın âyetlerini yamulturlar, hiç üzerlerine gidilmediği zaman da kurulu düzenden yana kesilip Allah’ın dinini bozarlar. Devletten bir makam koparabilme hatırına Allah’ın dinini eğip bükerler. Zalim iktidarların bozuk düzen düşüncelerine, İslâm dışı hayatlarına Kur’an’-dan ve sünnetten destekler bulmaya, Allah âyetleriyle zalimleri desteklemeye çalışırlar.

Evet, Allah’ın âyetleriyle tanışmış, sanki onları kuşanmış birisi, sonra soyunuvermişse, bırakıvermişse âyetlerle beraberliği ve tutup şeytanın peşi sıra gidiyor, şeytan da onun peşinden gidiyor azgın ve sapkınlardan olmuşsa. İşte dünyayı içmeye, yutmaya, nefes nefese kalmaya yönelen bu kişinin örneği de tıpkı bir köpeğin örneği gibidir. Yüklenseniz, yük yükleseniz de solumaya devam eder, bırakın salıverin yine solumaya devam eder. Eh köpek bu, yorulsa da dili bir karış dışarıdadır, kenarda beklese de dili dışarıda solur. Havaya, nefese doymaz bir varlık.

İşte şu anda görüyoruz ki mevcut düzen bir tehlikeye düştüğü zaman bu köpekler inlerinden ürümeye başlayıveriyorlar. Hesabı dün-yaya, dünyada güçlülere göre yapıveriyorlar. Dünyada kim güçlü? Hesabı ona göre yapıveriyorlar. Onlar olmadan, onların onayını almadan, onların arzuladığı bir dini kabul etmeden hiçbir yere varılmaz diyor ve Allah’ın dinini onların arzu ve istekleri doğrultusunda tahrif ediyorlar. İncil’i ve Tevrat’ı daha önce böyle insanların tahrif ettikleri gibi şimdi Kur’an bilgisine sahip olanlar da onu tahrif etmeye çalışıyorlar. Allah’ı unutuyorlar. Halbuki güç ve kuvvet sahibi sadece allah-tır.

Oradaki ve buradaki âyetleri birlikte söyleyecek olursak, öğrendiği kitap bilgileriyle amel etmeyen, öğrendiği bilgilerle Allah’a savaş açan kimseler köpek, merkep gibidir.

"İşte bizim âyetlerimizi yalanlayan bir toplumun misâli budur.” Kitap-sünnet bilgisini elde etmiş oldukları halde onları bir kenara bırakıp, yalan sayıp, yok farz edip, onların defterini dürüp kendi hevâ ve hevesleriyle bir hayat yaşayan insanların durumu budur. Hayatlarını Allah’a ve peygambere sormadan yaşayan insanların durumu budur.

Allah için bu âyetlerle kendimizi bir sorgulayalım. Eğer şu anda Müslümanız diyen bizler Allah’ın kitabıyla ve Resûlü’nün sünnetiyle ilgisiz bir hayatın içindeysek, hayatımızı Kitap ve sünnete sormadan yaşıyor veya Kitabı bildiğimiz, tanıdığımız, Allah’ın âyetlerinin bilgisine sahip olduğumuz halde yine de kitap kaynaklı bir hayata yanaşmıyorsak, o zaman bilelim ki bizler de bildiğimiz o âyetlerle yücelmek, dünya ve âhirette şerefli bir hayata talip olmak yerine dünya ve âhirette rezil bir hayatın mahkumu olanlardan olacağız. Allah âyetlerini bırakır da hevâ ve heveslerimiz istikâmetinde bir hayat yaşamaya kalkışırsak, o zaman bilelim ki biz de köpekliğe razıyız, Allah korusun.


fatma zehra
Rabbim sizden razı olsun hocam.emeğinize sağlık.birkez daha söylüyorum hocam ben gerçekten bu siteden,sizlerden çok şey öğrendim.Allah sizlerden razı olsun inşAllah ne diyebilirim hocam.bu emeklerinizin,öğrettiklerinzin karşılığını iki cihanda en güzel şekilde versin Rabbim inşAllah


hamili kuran, hamile-i kuran nedir, ya hamilel kuran

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();