Sabır ve Şükür Üzerine…

Sabır ve Şükür Üzerine…

Leyli Rana
Sabır ve Şükür Üzerine

Sabır ve şükür kavramlarını çokça kullanıldığına şahit olmaktayız. Hatta o derece ki kimi zaman kişinin yapmış olduğu iş, İslam’la kesinkes hiçbir alakası olmadığı halde, çokça şükredip yapmış olduğu işi sanki tasdikler mahiyettedir. Örneğin içkili ve dansözlü bir düğünde bir kişinin yemiş olduğu yiyeceklerin ve içmiş olduğu içeceklerin ardından "çok şükür" diyebilmektedir. Veya kişinin çok sıcak bir mevsimde ulu orta kadın erkek karışık ve adeta çıplak bir şekilde olan, bir plajda denize girip şükretmesinde olduğu gibi.

Sabır olgusu da şükür kavramından çok farklı bir şekilde ele alınmamaktadır. Örneğin; kişi caiz olmayan bir zina ve dost hayatı sürdürmek adına, kızların ardından çok sabırlı bir şekilde günlerce, hatta haftalarca dolaşabilmektedir. Kendince bu işin ardından sabırlı bir şekilde üstesinden gelebileceğini zannetmektedir. Zahiren bakıldığında (sözlük anlamı itibarı ile) belki de bu sabır olarak telakki edilebilir. Lakin öncelikli bilinmesi gereken husus şudur ki, haramda sabretmek şer’i sabır değildir. Bu husus hakkında daha etraflıca malumat ileride verilecektir. Bir başka örnekte ise, dükkânını adeta içki hanesine cevirmiş olan bir dükkân sahibinin, para kazanabilmek için sabırlı bir şekilde müşteriyi beklemesidir denilmektedir.

Sabır ve şükür konusunu ele almadan önce Allah’ın İbrahim suresinde bahsetmiş olduğu şu gerçeği de hatırlatmak istiyorum:

"Andolsun ki Musa’yı da: Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş kavimlerin başına getirdiği felâket) günlerini hatırlat, diye mucizelerimizle gönderdik. Şüphesiz ki bunda çok sabırlı, çok şükreden herkes için ibretler vardır." (İbrahim: 5 )

Sabır kelimesini şu şekilde özetleyebiliriz: Acıya katlanma, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukavemet etme, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etme.
-Neden akıl ile din kelimesinin ayrı zikredildiğini şu şekilde ele alabiliriz. Dinin kişiyi muhayyer bırakmış olduğu konularda, kişi kendine çeşitli hedefler çizebilmektedir. Örneğin; mecbur olmadığı halde, yeterince o bilim dalında eleman olduğu halde, kişi makine mühendisliğini okuyor olabilir. Ve doğal olarak bunun bir kaç yıl olduğunu düşünecek olursak işin içine sabır etme hususu girmektedir. Veya kişinin nafakasını temin etme konusunda günde altı saat çalışması yeterli olduğu halde ve bu şekilde üzerine farz olan nafakayı temin etmiş olduğundan, bir takım lüks eşyaları temin edebilmek adına, İslam’ın emir ve yasaklarını aksatmamak şartı ile daha uzun -örneğin on saat- çalıştığında yine sabır söz konusu olmaktadır.
-Dinin gösterdiği yolda sebat veya sabır etme konusuna gelecek olursak, şu örnekleri verebiliriz. Bir mümin’in buluğa erdikten sonra, ölüm hadisesinin tahakkuk edeceği ana kadar, namazını günde beş kere her halükarda kılması konusunda, imanın bir gereği olarak hiç dünyalık bir karşılığı olmayan bu büyük ibadeti sabır ile ifa etmekte olduğu gibi. Veya birçok fedakârlığı beraberinde getiren ve bununla birlikte çok tehlikeli olabilen ve aynı zamanda iman şuurunun zirve noktasını teşkil eden, zalim bir idareciye karşı hakkı söyleme konusunda, başa gelebilecek her türlü cefa ve ezaya katlanma konusunda yine çok önemli olan sabır olgusu gündeme gelmektedir.

Sabır ruhun bir melekesidir, güzel bir huydur. Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır ile olur. Bir hakkı müdafaa ve muhafaza etmek için gösterilen sebat, sabretmekle mümkündür. Allah’ın emirlerini yerine getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin meşru olmayan istek ve arzularına mukavemet edebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren bela ve musibetlere karşı koyabilmek ve bunların üstesinden gelebilmek için sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır.

Bütün faziletlerin anası, hayatta muvaffak olmanın ve kemale ermenin sırrı bu güzel özelliktir. Her türlü rezaletin sebebi sabırsızlık veya gerektiği kadar sabır gösterememektir. Sabır her faziletin üstünde bir değer taşır.

‘Şüphesiz Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir’ (el-Bakara, 2/153, 155).
Sabretmek, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez. Çünkü meşru olmayan şeylere karşı sabretmek caiz değildir. Bunlara karşı içten elem duymak ve bunlarla mücadele etmek gerekir. İnsan kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği kötülüklere katlanması ya da karşılayabileceği ihtiyaçları karşısında gevşemesi sabır değil, acizlik ve tembelliktir.
Gevşeme, yani acizlik ve tembellik olarak ele alınan her türlü konunun, sabır olgusu olarak ele alınmayışı konusuna biraz değinilmesi gerekmektedir. Daha doğrusu arasındaki ince perdeyi keşfetmek zorundayız. Aksi takdirde Allah muhafaza sabır diye ecir beklediğimiz bir konuda gevşeklik ve tembellik göstererek harama düşmüş oluruz.

Öncelikli olarak bahsetmiş olduğumuz konu sadece üzerimize farz olan konuları teşkil etmektedir. Dolayısıyla mubah olan bir konuda kişi, ne kadarda hoş görünmese de, tembel ve gevşek davranabilir. Lakin dinin bize farz diye emretmiş olduğu hususlarda, sudan bahanelerle, yani şer’i hiçbir mesnedi olmaksızın, hiçbir zaman tembellik ve gevşeklik gösterilmesi caiz değildir. Örneğin; Yusuf a.s. gibi, sadece İslam dininin buyruklarını, kanının son damlasına kadar savunduğun için, zindanlara atıldığında, senden muhbirlik ve ajanlık istenildiğinde, şeriatın izin vermediği nedenler hariçinde, sudan bahanelerle gevşeyip, bülbül gibi konuşmaya başlayıp da sabretmezsen, vay senin haline demekten başka bir şey kalmıyor.

Bir başka örnekte ise sabah namazı konusundaki tembellik hadisesi: Kişi zili duyduğu halde tembellik yaparak biraz daha kestireyim deyip beklemeye geçerse ve bundan dolayı uyuya kalırsa, kesinkes hesaba çekilecektir.

Bazı sıkıntılar vardır ki, kulun irade ve gücünü aşar. Böyle felaketler başa geldiği zaman heyecana kapılmadan ve şikâyet etmeden takdir-i ilâhiye razı olup sabretmek müminlerin özelliklerindendir. Nitekim Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerimde; "sabr-ı cemili" (güzel sabrı) emretmektedir. (Yusuf, 12/18). Aslında elden bir şey geldiği zamanlarda sabırlı olmak ve gelmediği zamanlarda sabırsızlık göstermenin bir faydası yoktur ve lüzumsuz bir harekettir. Yani elinde imkân olduğu halde sana birçok kez iş imkânı sunulduğu, teklif edildiği halde ben halime sabrediyorum deyip, araba veya bir lüks eşyayı sahiplenememe şikâyetinde olduğu gibi. Kişinin imkânı ve durumu buna müsait olduğu halde burada ben sabrediyorum demenin bir anlamı yok. Lakin kişi nafaka temin etme farzı ile karşı karşıya kaldığı zaman ve bu tür imkânları, biz halimize şükrediyoruz deyip, geri çevirir ise, haram bir iş yapmış bulunmaktadır. Yine aynı şekilde, tam tersinden olaya bakacak olursak şu örnekleri verebiliriz. Bir kişi oruç tutma anında, akşam ezanına daha üç beş saat öncesinden sabırsızlık göstermesinin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü bu şekilde davranmak ile kişi akşam ezanını öne almış olmuyor ki, niye sabırsızlık göstermiş olsun. Aksine sabır ile beklemesi gerekmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’in yetmişten fazla ayetinde zikredilen sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymak demektir. Sabrın gayesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir. Allah Teâlâ sabredenlere mükâfatını hesapsızca vereceğini müjdelemiş ve onları övmüştür.

Mü’minler, çoğu zaman sırf inandıkları için Allah düşmanlarının zulüm ve kötülüklerine hedef olurlar; çeşitli işkencelere uğrar, onlarla savaşmak zorunda kalırlar. İşte bu durumda sabır, mü’minin güç kaynağı, imanının koruyucusudur. Musâ’ya (a.s.) inananlara Firavun eziyet etmek isteyince onlar:‘Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.’(el-Araf 7/126) diye dua etmişlerdi. Resulullah (s.a.v.) ve ilk Müslümanlara, yapılan işkence ve eziyetlere nasıl sabır ve tahammül gösterdikleri bilinen bir husustur.

Birde Bakara suresinde Allah c.c. şunları bizlere bildirmektedir:
‘Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz; sabredenleri müjdele.’ (el-Bakara, 2/ 155).
Şükür kavramını ise şu şekilde nitelendirebiliriz: Verilen herhangi bir nimetten dolayı, bu nimeti verene karşı söz, fiil veya kalp ile gösterilen saygı ve karşılık, iyiliğin kıymetini bilme ve iyilik yapana bu hissi gösterme, nimet ve iyiliği anıp sahibini övme.

Arapça bir kelime olan şükür, ‘şekere’ kökünden gelmektedir. Bu kökten gelen şükür, isim ve fiil olarak Kur’an-ı Kerim’de yetmişe yakın yerde geçmektedir.
Türkçede kullanılan teşekkür ve şükran kelimeleri de aynı köktendir.
Hamd ve medh kelimeleri de mana itibarıyla şükür kelimesine yakındır. Bazı âlimler, bilhassa hamd ile şükrün aynı anlamda olduğunu söylemişlerdir. Farklı görüş belirterek bunların ayrı şeyler olduğunu söyleyen âlimler de olmuştur.

Şükür üç şekilde eda edilir:

1– Dil ile: Nimet vereni anmak, onu övmek ve bu hususta dil ile yapılabilecek şeyi yapmakla olur. Yüce Allah, Muhammed (s.a.s)’e onun vasıtasıyla bütün insanlara bu hususta şöyle seslenmiştir:
‘Rabbinin nimetine (ihsanına) gelince, onu minnet ve şükranla an.’ (ed-Duha, 93/11).

2- Kalp ile: Kalp ile nimeti vereni tanımak ve onu tasdik etmektir. Yani şükredilmesi gereken cenabı Allah’ın varlığını zandan arındırılmış bir şekilde iman etmektir.

3- Fiil ile: Bu da, vücudun bütün organlarıyla olur. Her çeşit nimeti veren Allah’ın emir ve yasakları, vücudun hangi organını ilgilendiriyorsa, o organın, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmesini sağlamak gerekir. Yoksa Allah’ın haram kılmış olduğu bir fiili yapmak suretiyle ve farz kılmış olduğu fiili ise yapmamak suretiyle, şükrettiğini iddia etmek kesinkes şükür olarak telakki edilemez.

Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyrulmaktadır:
‘Gerçekten İbrahim, Hakk’a yönelen, Allah’a itaat eden bir önderi idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi. Allah’ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.’ (en-Nahl, 16/120, 121).
‘Onlar Süleyman’a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş)leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Dâvud ailesi, şükredin! Kullarımdan şükreden azdır!‘ (Sebe’, 34/13).
Allah Teâlâ’nın Dâvud ailesine şükredin şeklindeki hitabı, ‘Allah’a ibadet edin, fiil ve hareketlerinizle şükrü yerine getirin’ demektir.
Yüce Allah Kur’an’da insanı yoktan var ettiğini ve ona çeşitli nimetler verdiğini, dolayısıyla insanın da buna karşı Allah’a şükretmesinin gerektiğini bildirmiştir:
‘Siz hiç bir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.’ (en-Nahl, 16/78).

Mahmud Celal Özmen


Şükür Ve Sabır Meselesi

Günsür
Herkese selamun aleyküm arkadaşlar benim bahsetmek istediğim konu şu bazı insanlar varki dünya hayatında hem zenginler hem güzeller hem iyi bir aile yapısına sahipler bazı insanlar ise hem fakir hem çirkin hem kötü bir aileye sahip olabiliyor şimdi bu imtihanlarda iyilik verilenlerden şükür isteniliyor ve kötü durumda olanlardan ise sabır isteniyor ancak bu durumda şükür daha kolay değil midir? Yani tüm nimetlere sahipsin bunun şükrünü eda etmek daha lezzetli değil midir diğer hususa sabretmek çok daha zor olsa gerek.


sabır ve şükür nedir, sabır ve şükür, sabır ve şükür vaaz

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();