Peygamberimiz Sav. İstişareye önem verirdi

Peygamberimiz Sav. İstişareye önem verirdi

Hasret Rüzgarı
Ebû Hüreyre veya Ebû Said el-Hudrî radıyAllahu anhümâ – burada râvi, hadisin bu iki sahâbîden hangisinden rivâyet edildiğinde tereddüt etmiştir. Sahabelerin hepsi de âdil olduğu için sahâbînin kimliği hakkındaki tereddüt hadisin sıhhatine zarar vermez- şöyle dedi:
Tebük Gazvesi’nde şiddetli açlık çektikleri için sahabeler:
– Ey Allah’ın Resûlü! İzin verseniz de develerimizi kesip yesek ve iç yağı elde etsek? dediler. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem:
– Peki öyle yapın! buyurdu. Derken Ömer radıyAllahu anh geldi ve şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Eğer sen develeri kesmelerine izin verirsen, orduda binek azalır. Fakat (isterseniz), onlara ellerinde bulunan azıklarını getirmelerini emrediniz ve sonra da ona bereket vermesi için Allah’a dua ediniz. Umulur ki Allah, bereket ihsan eder.
Bunun üzerine Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem:
– Peki öyle yapalım! buyurdu ve deriden bir yaygı getirtip serdirdi. Sonra da elde mevcut erzakın getirilmesini emretti.
Askerlerden kimi bir avuç darı, kimi bir avuç hurma ve kimi de ekmek parçacıkları getirdi. Yaygı üzerinde gerçekten pek az bir şey birikmişti. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem bereket vermesi için Allah’a dua etti ve sonra:
– Kaplarınızı getirip bundan alınız! buyurdu. Askerler kaplarını doldurdular. Öylesine ki doldurulmadık bir tek kap bırakmadılar. Sonra da doyuncaya kadar yediler yine de bir hayli yiyecek arttı.
Bunun üzerine Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– Allah’dan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın resûlü olduğuma şehâdet ederim. Allah’ın birliğine ve Muhammed’in peygamberliğine şeksiz süphesiz inanmış olarak Allah’a kavuşmayan kimse, cennet(e girmek)ten mutlaka alıkonur.
İş hakkında onlarla müşâvere et!
Onlar işlerini aralarında müşâvere ile yürütürler.
Müşâvere ve istişâre, danışmak ve birbirinin görüşünü almak demektir. Dünyanın en medenî insanı olan müslümanlar, hiçbir işlerini zorbalıkla yapmazlar. İçlerinde görüş ve fikir sahibi olanlar, bir problemi çözmek için bir araya gelirler, birbirine danışır ve görüşlerini alırlar.
İstişârenin en güzel misâlini Allah’ın Resûlü ortaya koymuştur. Dinle ilgili konularda vahyi beklediği ve Cenâb-ı Hakk’ ın buyruğuna göre hareket ettiği halde, savaş ve barış gibi toplumun tamamını ilgilendiren, hele savaş gibi ölüm kalım meselesi olup vahiyle ilgisi bulunmayan, görüş ve ictihad ile halledilen konularda ashâbına danışır, onların görüşlerine başvururdu. Bedir’de düşman kervanına saldırıp saldırmamak, Uhud Gazvesi’nde şehri içeriden mi savunmak, yoksa şehir dışına çıkıp düşmanla savaşmak mı daha uygun olur diye ashâbının görüşlerini almıştı. Resûlullah’ ın vefatından sonra Ashâb-ı kirâm da aynı şekilde hareket ettiler. Halife seçimi, dinden dönenlerle savaş, fethedilen arâzilerin kullanım şekli gibi hakkında âyet veya hadis bulunmayan hususlarda hep karşılıklı görüşerek, birbirine danışarak çözüm aradılar.
İşte bu sebeple savaş, devlet yönetimi, ekonomi ve benzeri konuların her birinde, o sahalarda yetişmiş olan kimselerle istişâre ederek sağlıklı kararlar almak, İslâmiyet’in başlıca prensiplerinden biridir.
Burada unutulmaması gereken bir husus vardır. Bir müslüman ihtiyaç duyduğu bir konuda bir iki kişinin görüşüne başvurup onların kanaatlerini öğrenebilir; bu bir istişâredir ve bağlayıcı değildir. Bu fikirlerden kendisine uygun geleni alıp uygulayabilir. Ama bir devlet işinde, o konuda söz sahibi olanları bir araya getirip onların görüşlerine müracaat edilmişse, meşveret veya şûra denen bu nevi toplantılarda alınan kararlar bağlayıcıdır ve uygulanması zorunludur. Onlar işlerini aralarında müşâvere ile yürütürler âyetinin mânası da budur.

Ebu Mes’ud radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kendisiyle istişare edilen kişi güvenilen bir kimse (olmalı)dır."
Hz. Câbir radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Biriniz (din) kardeşine danıştığı zaman, danışılan kimse ona (hak ve doğru gördüğü) kanaatini söylesin."
Kureyş müşrikleri Bedir’e daha önce gelerek bir kum tepesinin arkasındaki Yelyel vadisinin Medine’ye en uzak olan kıyısında konaklamışlardı.
Su kuyuları ise, Yelyel vadisinin Medine’ye en yakın olan kıyısında bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam mücahidlerle birlikte Bedir’e en yakın olun suyun başına gelip ineceği zaman, konak, karargâh hakkında Ensar ile istişarede bulundu.
Hubab b. Münzir, bu hususta görüş sahibi olarak tanınırdı. Kendisi:
Ben buraları, buralardaki kuyuları bilirim: Onların tatlı sulu, suları çekilmez, kesilmiş olanları da benim mâlûmumdur! Biz harp ehliyiz! Yâ RasûlAllah! Burası, konak yeri olmaya elverişli değildir. Sen bizi buradan kaldır!
Kureyşîlere en yakın olan bir suyun başına gidelim ve orada konaklayalım. Başında konakladığımız suyun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım.
Başına indiğimiz suyun üzerinde bir havuz yapalım ve içini su ile dolduralım.
Kureyşîlerle savaşırken biz havuzumuzdan içelim, onlar içemesinler (susuz kalsınlar) dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hubab’ın görüşünü, önerisini beğendi.
Hemen Müslümanlarla birlikte kalkıp Kureyşîlere en yakın yere indiler.
Başına inilen suyun üzerinde bir havuz yapılarak içi su ile dolduruldu ve su içmek için, havuza kaplar da atıldı.
Kureyş müşrikleri, Medine’ye yürüme hazırlıklarına giriştikleri sırada, Huzâa kabilesinden bir süvari dört gecede Medine’ye yetişip Kureyş müşriklerinin Mekke’den Medine üzerine yürüme hazırlıkları içinde bulunduklarını Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanları acele toplayıp, düşmanlarının kararlarını onlara bildirdi. Müşriklerle nasıl savaşılacağını Müslümanlarla konuştu.
Allah’ın emirlerine aykırı davranışlardan sakındıkları, güçlüklere katlandıkları takdirde, kendilerine Allah’ın yardımının erişeceğini vaad etti.
Allah’ın ve Resûlünün emirlerine boyun eğmelerini emir ve tavsiye buyurdu.
Yapılacak işi onlara danıştı.
Çünkü, savaş konusunda ashabına danışmak, onların görüşlerini almak, Peygamberimiz Aleyhisselamın âdeti idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam bu sefer de onlara:
"Medine dışında çarpışalım mı, yoksa Medine’de kalarak kazacağımız hendeklerin arkasına mı çekilelim? Yahut düşmanların yakınına varıp arkamızı şu dağa vererek müdafaa savaşı mı yapalım?" diye sordu

Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Muaz ile Sa’d b. Ubâde’ye haber saldı. (Hendek savaşı esnasında vuku bulan bir hadise)
Gatafan heyeti otururken, Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubâde ile gizlice konuşup bir barışıklık meydana getirmek istediğini onlara açıkladı.
Uyeyne b. Hısn, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Haydi, aramızdaki anlaşmamıza dair bir yazı yaz!" dedi.
Sa’d b. Muaz ile Sa’d b. Ubâde:
"Yâ RasûlAllah! Bu, yapmamızı senin istediğin bir şey midir? Yoksa bu, Allah’ın sana emrettiği ve bizim de muhakkak yerine getirmemiz gereken bir şey midir? Yahut, yapılmasını bize bıraktığın bir şey midir?
Bu sana semâdan verilmiş bir emir ise, hemen onu yerine getir!
Bu iş sana Allah tarafından buyurulmayan ve fakat senin bir görüşünden ibaret bir şey ise, yine de onu yerine getir, biz emrini dinler ve buyruğuna boyun eğeriz.
Bu, kendin için yapmak istediğin bir şey midir? Yoksa, bununla bizim hayatımızı korumak, esirgemek mi istiyorsun?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer bunu yapmaya Allah tarafından emrolunsaydım, size danışmaz, gereğini hemen yerine getirirdim.
Bu, sizin kabul edip etmemekte serbest bulunduğunuz bir görüşten ibarettir! Evet! Bu, sırf sizin için yapmak istediğim birşeydir!
VAllahi, ben ancak bütün Arapların sizi tek yaydan oka tuttuğunu, her yandan üzerinize saldırdığını gördüğüm için böyle bir şey yapmayı düşünmüş, bununla da o birleşmiş Arapların bir müddet için kuvvetlerini kırmak istemiştim!" buyurdu.
Sa’d b. Muaz:
"Yâ RasûlAllah! Biz ve şu kavim (Gatafanlar), bir zamanlar Allah’a şerik koşar, putlara tapar, Allah’a ibadet etmez, onu tanımaz iken bile, bunlar—misafirlik veya bir şey satın alma dışında—Medine’den bir tek hurma yemeyi umamamışlardır.
Şimdi, Allah bizi İslâmiyetle şereflendirdiği, onunla doğru yolu buldurduğu ve seninle ve onunla bizi güçlendirdiği bir sırada mı mallarımızı bunlara (haraç olarak) vereceğiz?!
VAllahi, bizim için, böyle bir anlaşma yapmaya hâcet yoktur!
VAllahi, Yüce Allah aramızda hükmünü verinceye kadar, onlara kılıçtan başka bir şey sunmayacağız!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların sözlerine sevindi. Peygamberimiz Aleyhisselam, (Hudeybiye seferi esnasında) Gamîm mevkiine gelip kondu.
Gamîm; Usfan’la Dacnan arasında, Usfan’ın önünde bir vadidir.
Kurâ da, vadinin Harre tarafında, vadi boyunca uzanan kara bir dağdır.
Gamîm’in Usfan’a uzaklığı 8 mildir.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanların yanına varıp ayakta durdu. Şehadet getirdi, Allah’a hamd etti, O’na lâyık olduğu üzere senada bulundu.
"Emmâ ba’d=İmdi, bundan sonra ey Müslümanlar cemaati!" diyerek söze başladı ve şöyle buyurdu:
"Kureyş müşrikleri Ehâbiş’e (kabileler topluluğuna) tirit yedirerek Beytullah’ı tavaftan bizi alıkoymak istiyorlar?
Bu yoldaki görüşlerinizi bana söyleyiniz?
Doğruca Beytullah’ a yönelip ilerlememizi ve bizi ondan alıkoymak isteyenlerle çarpışmamızı mı uygun görüyorsunuz; yoksa bu yolda bize karşı Kureyş’ e yardımcı olanları gerimizde bırakıp müşriklerin çoluk çocuklarının üzerlerine mi yürüyelim?
Bu takdirde, onlar oldukları yerde oturup kalırlarsa, yağmalanmış, tasalanmış olarak oturup kalmış olurlar.
Eğer bizi takibe kalkarlarsa, zayıf ve bitkin olarak takibe kalkmış olurlar.
Allah da onları rezil ve rüsvay eder" buyurdu. … Peygamberimiz Aleyhisselam, (Tebük seferi esnasında) Şam üzerine yürünüp yürünmemesi hususunda ashabının görüşlerini sordu.
Hz. Ömer:
"Eğer gitmekle emrolundunsa, git!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer bu hususta Allah tarafından emrolunmuş bulunsaydım, size danışmazdım!" buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Ömer:
"Yâ RasûlAllah! Rumlar, sayıları pek çok olan bir toplulukturlar.
Oralarda, Müslümanlardan tek kişi bile yoktur.
Görüyorsun ki, sen onların yakınlarına kadar gelmiş bulunuyorsun.
Senin bu derece yaklaşman, onları korkutmuştur!
Uygun görürsen, bu yıl buradan geri dön!
Yahut, Yüce Allah sana bu husustaki buyruğunu bildirir" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam Dönüş için ilan yapılınca, Müslümanlar konuşmaya ve birbirlerine gidip gelmeye başladılar ve:
"Taif’i fethetmeden nasıl dönüp gideriz?!
Allah bize buranın fethini nasib edinceye kadar buradan ayrılmayız! Gibi konuşmalara daldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, halkın dilini kesmek için, bazılarıyla konuştu.
Nevfel b. Muaviyetü’d-Di’lî’ye:
"Ey Nevfel! Sen ne dersin, ne görüştesin?" diye sordu.
Nevfel:
"Yâ RasûlAllah! Deliğinde bulunan tilkiyi bekler durursan, yakalarsın!
Onu kendi haline bırakırsan, sana zarar vermez!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Taif’i fethe izin verilmeyince:
"İnşaAllah, yarın döneceğiz!" buyurdu.
Bu, Müslümanlara çok ağır geldi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyleyse, yarın sabah, çarpışmaya hazırlanınız!" buyurdu.
Sabahleyin, savaştılar ve yaralandılar!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İnşaAllah, yarın döneceğiz!" buyurdu.
Bu, Müslümanların hoşuna gitti. Hemen yol hazırlığına giriştiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara bakıp gülümsedi.

Müslim, Îmân 45
Âl-i İmrân (3), 159
Şûrâ sûresi (42), 38
(İbn-i Mâce, Edeb, 37)
(İbn-i Mâce, Edeb, 37)
(İbn-i Sa’d, Tabakât, II, 15; III, 567)
. (Vâkıdî, Megâzî, II, 444, 445)
(Vâkıdî, Megâzî, II, 478; İbn-i Sa’d, Tabakât, II, 73; İbn-i Hişâm, Sîret, III, 239)

(Bkz. Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 328; Vâkıdî, Megâzî, II, 580)
Tebük’ten ileri geçmedi. (Vâkıdî, Megâzî, III, 1019)
(Buhârî, Megâzî, 56; Müslim, Cihad, 82 ; İbn-i Sa’d, Tabakât, II, 159)


hz Muhammedin istişareye verdiği önemle ilgili sözleri, peygamberimizin istişareye verdiği önem, peygamber efendimizin istişareye verdiği önem

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();