Kavli dua dan Fiili dua ya

Kavli dua dan Fiili dua ya

mümin

"Kavli dua"dan "Fiili dua"ya

İnsanlığın giderek Rabbini unuttuğu, O’na duâ ve ibadetten kaçınıp nefsî/fıtrî-ilahî özünden (15/29; 38/72; 32/9) hızla uzaklaştığı bir fesâd çağını yaşıyoruz. Bu çağın küresel/egemen değerlerine kaynaklık eden Batı uygarlığı, "Tanrı’yı hayatımızdan kovduk" diyerek başladığı seküler koşusunu "esfel-i sâfilîn" ve "bel-hüm edal" istikâmetinde hızla sürdürüyor.
"Biz insanı en güzel biçimde (ahsen-i taqvîm) yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn) çevirdik." (95/4-5)
Allah’ın yeryüzünde "halifelik" (2/30) görevine lâyık gördüğü insan ifsâd ediliyor; aşağılık, bayağı bir yaratık haline getiriliyor; fıtrî güzelliğini terkedip -bir tv reklamındaki ifade ile- ‘içindeki hayvanı açığa çıkarmaya’ çağrılıyor. Rabbini unutan insan "hayvanlardan daha aşağı" derekelere düşebiliyor.
"…Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği kavramazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Ve işte bunlar gâfillerin ta kendileridir." (7/179)
Rabb’inden ve kendi nefsinden gâfil hâle gelip müstağnîleşen, sefilleşen ve duâdan yoksun kalan çoğunluğa karşın, zaman zaman duâya/ibadete ihtiyaç duyan dindar ya da dinî duyarlılığını henüz yitirmemiş önemli bir kesim de "duânın hakikati"nden habersiz. Seküler hayatın hızlı koşusu içinde karşılarına çıkan "kandiller", "kutsal" geceler, günler vesilesiyle, unuttukları Rabblerini hatırlama çabaları ise, handiyse sadece dilde kalan, gırtlaklardan öteye geçmeyen duâlar ve âminlerden, yalnızca o âna mahsus dinî ritüellerden ibaret. Duâ, niyaz ve ibadetlerin bir geceye ya da yaklaşan mübarek Ramazan gibi bir aya hasredilip hemen ertesinde, insanların "nerde kalmıştık?!" dercesine lâ-dînî hayata, dinden yalıtılmış yaşam tarzına hızla geri döndüğü, kendi içinde yaman bir çelişki barındıran bir tutumla karşı karşıyayız.
Âdet yerini bulsun diye yapılan, -maalesef- içi boş, şekilden ibaret, yapanın hayatında herhangi bir olumlu değişime yol açmayan namazlar, oruçlar, duâlar… Böylesi bir dinî yaşam/a biçimi, esfel-i sâfilîn girdabına doğru sürüklenen insanlar için de bir tutamak, bir sığınak, bir kurtuluş kapısı olamıyor… Onların daha büyük bir çaba sarfedip, işin aslını yani tevhîdin, duânın, namazın.. hakikatini öğrenmeleri gerekiyor.
Bu çerçevede, müslümanlar olarak, bizi tembelliğe, zillete, meskenete mahkum eden mevcut duâ anlayışımızı sorgulamanın zamanı gelip geçmedi mi?
Ali Şeriati’nin tespit ettiği gibi, Müslümanlar arasında geçerli olan duâ algısı; "kelimenin yaygın anlamıyla; duâ eden bireyin, kendi çabasıyla, zorluk ve çalışmasıyla kazanabileceği şeyleri tembellik ve zayıflıktan ötürü Allah’tan istemesi"nden ibaret! Maalesef, bugünün Müslüman dünyasında; "düşünce ve pratikteki zorluk ve meşakkatlere katlanma yerine, cihad etmek yerine, bireysel ve toplumsal sorumluluğu kabul etmek yerine, kestirme yoldan duâ ediliyor."!
Üstelik bu durum, yıllardır, yüzyıllardır böyle: "Kur’ân şairi" Mehmed Akif Ersoy, asırlar boyu Müslümanların elini kolunu bağlayan bu yanlış duâ anlayışı ve batıl ‘kaderciliği’ şiddetle eleştirir:
"Kadermiş!" Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru:
Belânı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu.
"Çalış!" dedikçe şerîat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazifesidir…
Yükün hafifledi.. Sen şimdi doğru kahveye gir!
Silahı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Maalesef, bugünün Müslümanı, hâlâ bir eylem, bir cehd, bir gayret ortaya koymadan, yalnızca ellerini Allah’a açıp O’na nâz u niyâz ederek "armut piş, ağzıma düş" türünden bir takım arzu ve isteklerini dillendirmekle duâ ettiğini sanıyor. Kendisinden başlayarak hayatını ve çevresini değiştirmek için ciddi herhangi bir çaba göstermeden, kararlı ve ısrarlı bir mücadele vermeden sadece basmakalıp secîli duâ cümlelerini zaman zaman tekrarlayarak Cenâb-ı Allah’tan ‘kötülükleri defetmesini, iyilikleri fethetmesini, düşmanları kahretmesini…’ isteyip duruyor… İslâm’ın duâsı bu değil! Kur’ân’ın tanımladığı "duâü’l-hak" (gerçek duâ) hiç değil! Kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen hatta hatırlamayan bir kulun, sıkıntılarını, sorunlarını Allah’a arzedip her şeyi O’na havale etmesi, en azından Allah’tan utanmamaktır.
Peki, yalnızca dilde kalan, sahiplerini pasif-edilgen nesneler haline getiren "kavlî duâ"dan "fiilî duâ"ya yani "hak duâ" anlayışına nasıl geçebiliriz? Bu sorunun cevabını da haftaya arayalım, inşaAllah.
Rahle Dergisi Abdullah Yıldız


Cevap: "Kavli dua"dan "Fiili dua"ya

mematii
Allah (c.c) razı olsun.


kavli dua, fiili dua ve kavli dua nedir, fiili dua ve kavli dua

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();