Kabz u bast ile havf u reca
meryemgül1
Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde ifade edildiği gibi, havf u reca (korku-ümit), iradî birer tavır, Hak yolunun salikleri için bir ilk menzil ve ilk nokta olmasına karşılık; kabz u bast, bir kısım iradî sebeplerin dışında hakikat yolcusunun yolunu kesen veya onu şahlandırıp kanatlandıran nihaî sınırda sırlı bir alış veriştir. Havf u reca, istikbale ait sevilip sevilmeyen şeylere karşı bir endişe hissi ve bir ümitlenme neşvesi ise; kabz u bast, hâlihazır itibarıyla kalbe gelen değişik boy ve renkteki dalgaların tesirinde kalbin kasvetle kasılması veya neşeyle atması şeklinde yorumlanabilir. Havf u reca ile kabz u bast birbirine karıştırılmamalıdır. Birisi, insanın beklentileri ve inancı neticesidir. Diğeri, haldir ve hemen her mertebede, her makam ve payede kulun başına gelebilecek bir durum; yolcuyu sürekli alâkadar eden bir husustur.
Kabzda bile kapıdan ayrılmama
Kabz (iç darlığı) halindeki zaman dilimleri uzun ya da kısa sürebilir. Bu, bazen Allah’tan uzaklaşma ile gelmiş bir küsuftur. Günah ile gelmişse, tevbe ve istiğfar ile süresi kısaltılabilir. Bazen çok uzun kabzlar ümitsizlik vesilesi olur, insan bu durumlarda âdeta hiç ışık görmez. Her ne kadar uzun ya da kısa sürse ve şart-ı adî planında insan iradesi, insanın günahları ve teveccühsüzlüğü onda rol oynasa da bir gerçek vardır: "Allahu yakbidu ve yeb-sut" (Kabzı veren de, onu basta çeviren de Allah’tır) (Bakara, 2/245) hakikatince, kabzın gelişi, süresi ve basta inkılâbı Allah’ın kudret elinde olan bir haldir.
İnsan, her şeye rağmen vefa ve sadâkatle sürekli "Rahmet Ka-pısı"na yönelmelidir. Kabzı da, bastı da Allah’tan gelen bir imtihan gibi bilmeli ve yöneldiği o kapının tokmağını çalmaya ve o eşikte beklemeye, iç daralmalara ve kalbî tıkanıklıklara maruz kaldığı dönemlerde de devam etmelidir.
"Bast"ta teyakkuz
Bazen, kabzın pençesine düştüğünüzde, ne kadar gözünüz hakikate açılsa, ne kadar ulvî âlemleri müşahede etseniz de bunlardan hiçbiri aklınızda kalmaz. Önünüzü, arkanızı hep karanlık görebilirsiniz. Bütün güzel ve inşirah veren kareler silinir gider zihninizden. Vefa ile bunu basta (iç rahatlığı) ve huzura çevirmek için o eşikten ayrılmamak gerekir.
Gözünü kapıdan ayırmadan beklemek lâzım. İnsan sürekli böyle bir imtihan içindedir. Zaten bu yolda olmayan, bu türlü mese- seleleri birbirinden tefrik edecek kadar duyarlı olmayan, hayatın hercümerci içinde ömrünü geçiren insanların Allah’la (celle celâ luhû) bu türlü bir alışverişi anlaması da mümkün değildir.
Ayrıca, sürekli bast tehlikeli olabilir. Bazen içte inşirah (gönül ferahlığı) hâsıl olur, insanın oynayası gelir. Sebebi belli olmadan insan maiyyet hissiyle dolar da yerinde duramaz hale gelir. Arkadaşlarda bu türlü haller olunca, ben tevbe ve istiğfar tavsiye ediyorum. Çünkü, öyle bir gaflette insan yanlışlığa düşebilir, her şeyi kendinden bilebilir, inşirahların kaynağının kendisi olduğunu zannedebilir. Oysa kul, başarılarında dahi tevbe etmeli, başarılı olduğunda da günah işlemiş gibi Allah’a yönelmeli; yönelmeli ki, bu başarıları kendisinden bilmesin ve Cenâb-ı Hak onları hezimetlere çevirmesin.
Kabzdan kurtulma yollarından en evvel zikredilmesi gereken husus, âyet ve hadislerde ifade buyrulan husustur: İşlenen günahın, kötülük ve seyyienin hemen arkasından bir sevabın, iyilik ve hayrın yapılmasıdır. İnşaAllah, yapılan bu hayır o kötülüğü silip götürecektir
Kabz u bast ve insan karakteri
İnsan karakteri ile kabz u bast arasında bir alâka olabilir. Bazı ruhlar kabza daha yakındırlar. Bazı hassas insanlar, mazhar oldukları bast karşısında bile "Ben ne yaptım ki böyle bir mükâfat verildi" derler; bast bile onlar için bayağı bir sıkıntı kaynağı olur. Böyleleri, değişik hâdiseler karşısında da derin bir duyarlılığa sahiptirler. Daha önce bencil ruhların mülâhazasına bağlayarak arz etmiştim: Benciller derler ki, "Ateş düştüğü yeri yakar." Bu söz, hodbin ve egoist ruhların sözüdür. "Ateş çevresini de yakar" ifadesi ise bir parça diğergam ruhların sözü. "Ateş nereye düşerse düşsün beni de yakar" sözüne gelince, bu, kâmil ruhların vicdanlarının sesidir.
İşte, ihsasları bu derece derin, dünyanın herhangi bir yerinde bir hâdise olduğu zaman kendine göre mânâ çıkaracak bir ruh, çok defa kabzın demir pençesine düşer; ıstırap çeker. Dışta cereyan eden hâdiseler, onda fırtınalara sebep olur. Hatta onun fizikî yapısına tesir eder. Bir kısım ruhî problemlerin, bir kısım psikosomatik (ruhî sebeplerle meydana gelen bedenî rahatsızlıklara sebebiyet verdiği gibi, dünyanın değişik yerlerinde cereyan eden hâdiseler, aynen psikosomatik hastalıklar gibi, onun bedeninde kendini hissettirir. Bacağı ağrır, boynu ağrır, dişi ağrır… O şahsın bu tür rahatsızlıklarına "dünyasomatik" hastalık diyebilirsiniz veya cihannüma ruhların "cihansomatik rahatsızlıkları"…
"Kabz" ve "bast"ın sınırları
Kabz ve bast, birbirlerine sınırı olan komşulardır. Birisinin bittiği yerde diğeri başlar; birisinin başladığı yer, diğerinin bitiş noktasıdır. Kabz kısa da sürebilir, çok uzun da olabilir. Bazen Nebî’yi bile pek mahzun edecek şekilde kabzlar yaşanabilir. Allah’ın Elçisi, muhatapları inanmıyor diye o derece sıkıntıya girer ki, vadi vadi dolaşır. Nebi’nin kabzı da budur. Bazıları da vardır ki, dünya tu-tuşsa onun bir tutam otu yanmaz. Günümüzde, dünyanın neresine ateş düşerse düşsün, kendi bağırları da yanacak duyarlılıktaki insanlara ihtiyaç vardır. Bilmem nerede, hangi vadide, hangi dağın arkasında, hangi mazlum çocuğun hali, içine bir kıvılcım gibi düşecek insanlara…
Cevap: Kabz u bast ile havf u reca
imam
Kabz-u Bast
Sızıntı
Hemen her seviyedeki insanın, değişik buadlarda yaşama yörüngesi içine girip onu te’sir altına alan "kabzu bast”, yaşadığı hayatın şuurunda olan ve duyarak yaşayan hemen her ferdi alakadar eder.
Kabz; tutulma, derdest edilme, avuç içine alınma, can çıkacak hale gelme veya ma’nevi feyizlerin kesilmesi ve insanın mahiyetindeki boşlukları itibariyle, sımsıkı bir münasebet içinde bulunması lazım gelen feyiz kaynağıyla alakasının sarsılması ve boşlukta kalmasına karşılık "bast ise, yayma, açma, sergileme, ferah-feza bir duruma erme veya insanın, varlık içinde rahmet vesilesi olma noktasına eşyayı istap haddine ulaşması” şeklinde tarif edilebilir.
Havf u recâ "korku-ümit” iradî birer tavır ve Hak yolunun salikleri için bir ilk menzil ve ilk nokta olmasına karşılık; kabz-bast, bir kısım iradî sebeplerin dışında, hakikat yolcusunun yolunu kesen veya onu şahlandırıp kanatlandıran nihai sınırda sırlı bir alış-veriştir.
Havfu recâ, istikbâle âid, sevilip-sevilmeyen şeylere karşı bir endişe hissi, bir ümitlenmesi ise kabz u bast, halihazır itibariyle kalbe gelen değişik boy ve renkteki dalgaların tesirinde, kalbin neş’eyle atması veya kasvetle kasılması şeklinde de yorumlanabilir…
Ma’rifet yamaçlarında seyahat edenler için kabz ne ise, yoldakiler için havf, onlar için bast ne ise, yoldakiler için de reca’ aynı şeydir.
Kabz u bast; itibârî bir mahiyeti olan insan iradesinin nisbi te’siri bir yana, Allah’ın elindedir. Ve "Allah hem kabz eder hem de bast eder.” Bütün varlık, O’nun kabza-i tasarrufunda olduğu gibi, semalardan insanın kalbine kadar her şeyi dilediği zaman evirip-çeviren de O’dur. "Kalb, Hazreti Rahmân’ın parmakları arasındadır ve onu halden hale çevirir ve istediği şekli verir…” Peygamber sözü de bunu hatırlatmaktadır.
Allah, dilediği zaman kalpleri öyle sıkar, öyle ihtiyaçlara boğar ki, artık O’ndan gayrı kimse o ihtiyacı gideremez.. Ve öylede onlara genişlik ve inşirah verir ki gayri hiçbir şeye ihtiyaç hissetmezler.
Kabz celalı bast cemalîdir; birinde "vahidiyet” sırrıyla azamet ve ululuk, diğerinde de rahmet ve tecelli tenezzül nümayandır. Birinde zerreden sistemlere kadar bütün varlığı elinde tesbih gibi çeviren kudre ürperticiliği; diğerinde, bu ezip geçen akıl almaz büyüklüğün, bu herşeyi iki büklüm eden müthiş ceberûtun hayret ve dehşetiyle tir tir titreyen ruhlara "üns” esintileri halinde iltifât ve okşayıcılık vardır.
Ne var ki herkes bu tecelli ve bu iltifatı aynı seviyede duyup hissedemez. Zira kabz ve bastın tecellileri, birazda şahısların sînelerinin genişlik ve darlığıyla mebsûten mütenasip "doğru orantılı” gelir. Evet, bir havanın iç sıkıntısı veya gönül inşirahı şeklinde hissettiği şeylerle; gözleri, veralara doğru aralanmış kapı aralığından, hep gözetlenip durduğu şuurunda olan, heyecan ve endişe dolu hüşyar bir kalbin, yerinde inbisat ve neş’e, yerinde de endişe ve burukluğu bir olmayacaktır.
Her şey gibi kabz u bast da Yaradan’ın tasarrufunda ve gecelerin gündüzleri, gündüzlerin de geceleri takib etmesi misillü birbirini tak’îb eder durur. Sebeplerin âdî birer şart telak edilmeleri mahfûz, İlâhi irade, kabzu bast dilimlerini daraltır, genişletir; gerilimlere iter veya sevinçle coşturur. Evet, insan bazen çok geniş bir zaman dilimini kabzın pençesine düşmeden kuşların havada uçtukları gibi pervaz eder geçer. Bazen de, bir boşluktan bir boşluğa yuvarlanıyor gibi, kabz halleri sıklaşır, kabz dilimleri genişler, ruh bunalır ve insan da adeta iki büklüm olur.
İlahi bir mevhibe olan makamın hakkını verememe bir kabz vesilesi olduğu gibi, çok defa günahlar da beraber erinde kabz getirirler. Bu itibarla, kabz hali, bir mü’min için her zaman bir teyakkuz vesilesi olmalıdır. Gafletlere karşı tavır alınmalı, günahlar, tevbe ve iyiliklerle savılmalı ve gönül gözü bir kere daha verâlara tevcî edilmelidir.
Bast hali; kabzın, hayret, ürperti, yokluk ve hiçlik melodileriyle gelmesine karşılık, neş’e, sevinç ve şatahat şeklinde tecellî eder. Bu itibarla bast, öteleri müşahedeye açılamamış ve uhrevîliklere göre akord olamamış bir kısım çelimsiz ruhlar için aldatıcı ve kaybettirici olabilir. Bu türlü tehlikeler kabz hali itibariyle de söz konusu edilebilir., ama kat’iyyen, bast kadar değildir. Zira kabzla sıkışmış insan, her an vicdanıyla "sımsıkı tut beni, tut ki düşerim sensiz!” der, cisimlerin hava boşluklarını aştıkları gibi o da hevâilik boşluğunu aşar, O’nun inayetiyle bütünleşir ve o kasvetli zaman diliminde, bast haliyle ulaşılamayan noktalara ulaşabilir.
Onun için bast halinde bazı ruhların gaflet ve gevşekliklerine karşılık kabz hâli hemen herkes için bir teyakkuz faslı sayılmıştır.
Ayrıca bize aid kusur ve gafletlerle gelmiş bir kabz, ilerideki bir başlangıcı, şatahat ve gevşekliğe götüren bir bast da tehlikeli bir kısım kabzların sebebi olabilir…
Gerçek mü’min, her hali, kendi çercevesi için de değerlendirip semere almasını bilen insandır.
Kabz u bast O’ndan birer tecellidir bilene,
Şükr için bast yapar, kabz eder insan bilene…
Cevap: Kabz u bast ile havf u reca
Muhammed
BEYNE’L- HAVF VE’R-RECA Nedir kısaca
Mümin kendini asla garantide görmemeli, Allah’ın rahmetinden de ümidini kesmeyip havf ve reca dengesini koruyarak yaşamalıdır.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle: Çünki emn ü ye’sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf u reca müvazenesinde, sabır ve şükürde bulunmak için kabz-bast haletleri, celal ve cemal tecellisinden intibah ehline gelmesi; ehl-i hakikatça medar-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.
Yani, insan zaman zaman ruhen daralır veya ferahlık duyar. Kabz hali celalin, bast hali ise cemalin tecellisidir. Bunlar gece ve gündüz gibi birbirini takip eder durur. Bu, insanı korku ve ümit arasında dengede tutan bir durumdur. Kişi kabz halinde tevbe ve istiğfar ile, bast halinde ise hamd ve şükür ile derecesini artırır. Devamlı kabz halinde yaşasa bütün bütün ümidini kaybedebilir. Devamlı bast halinde ise kendini kesinlikle cennetlik görebilir. Her iki hal de tehlikelidir.
Cenab-ı Hak şöyle bildirir: Allah’a korku ve ümitle dua ediniz. (A’raf, 56) Yani, red olunmasından korkarak, kabulünü ümit ederek isteyiniz.
Korku ve ümit arasında olmak kişinin manevî hayatı için son derece önemlidir. Bu iki hal, insanın seyr u sülukunda iki kanat gibidir, denilmiştir. Tek kanatlı kuş uçamadığı gibi, sadece korku veya sadece ümit kanadıyla hareket edenler de, kemâlat semasına doğru uçamazlar.
kabz hali ne kadar sürer, kabz hali, havf û reca ne demek