Nefs nedir? nefsi emmare ve nefsin mertebeleri

Nefs nedir? nefsi emmare ve nefsin mertebeleri

Kayıtsız Üye
nefs nedir? nefsi emmare ve nefsin mertebeleri


Cevap: nefs nedir? nefsi emmare ve nefsin mertebeleri

Yakut
forumduasi.com/islamda-tasavvuf/14538-nefs-ve-mertebeleri.html
forumduasi.com/ahlak-iyi-ve-kotu-ahlaki-soru-ve-cevaplari/34651-nefis-nedir.html


Cevap: nefs nedir? nefsi emmare ve nefsin mertebeleri

Ebu Ducane
NEFSİN MERTEBELERİ – NEFSİ EMMARE

Nefs-i emmâre âyet-i kerîmede mübalağa sıgası ile "emmâretün” şeklindedir. Kötülüğü şiddetli emreden mânâsı vardır. Nefs-i emmârenin seyri ilAllah Allah (c.c)’na dır. Âlemi, şehâdet âlemidir. Mahalli, sadırdır. Hâli meyildir. Dayanağı şeriattır. Nefsin sıfatları gayri meşru isteklerini yerine getirmek için Hakk’ın emirlerine uymayan, men ettiklerini fütursuzca yapan, şeytana uyan, keyfine, zevkine, günaha düşkün olan cühelâ, süfehâ ve erbâb-ı meâsînin nefsinin sıfatlarıdır.
Nefs-i emmâre, echel-i eşya, aduvv-i ekber olup sinn-i kemâle ermemiş etfâl-i tarîkdir. Himmet ve gayreti kendi nefsini helâk etmek içindir. Onun arzusu veliyünniam olan Hz. Allah (c.c)’na karşı masiyet ve kendisine düşman olan şeytana itaattir. Nefis haddi zâtında ahkâm-ı şer’iyyeyi münkir ve bittabî Hakk’ın emr-i hilâfına hâkimdir. Çünkü tekâlif-i ilâhîyyenin icrası nefse pek ağır gelir. Bu sebepten tezkiye-i nefs, tasfiye-i kalp zarurî olup tezkiye olmadıkça insanda yakîn hâlinin zuhuru güç olur. Huzur, saadet ve felâha ancak nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinden sonra erişilir. Sûrî olan imanın durumu safra hastalığına duçâr olan kimse gibidir. Onun vicdanı nebâtın lezzetinin hilâfına şahit olur. Balın halâvetini tadan insanın ancak o zaman safra hastalığından kurtulması mümkün olur. İnsan günahlardan kurtulmak için ancak nefis tezkiyesi ile mutmain olduktan sonra hakîkat-i iman suret ve kuvvet bulur. Ve vicdanî olur ki bu kısım iman zevalden mahfuzdur. Elbette bu marazın idrâkine akl-ı mead olmak gerekir. Yoksa akl-ı maaşın endişesi kısa ve fikri nakıs olduğundan zâhiri noksan, bâtından bihâberdir. Çünkü akl-ı maaş mergub (rağbet edilmiş) ağniya ve erbâb-ı dünyadır. Zamîr-i kâsirü’l nazardır (kısa görüşlü). Akl-ı maad ise hadîdü’l basardır (keskin bakışlı, akıllı). Onların nasibi ise, enbiya ve evliyadır.
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
"(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”

[1]
Nefsin efsûnuna ve mekrine aldanma ki nefis iki başlı ejderhaya benzer, seni helâk eder. Aklını başına al ve bunu ganimet bil ki Rahmet kapısı açıktır. Tevbe, bineyi acaip bir binektir ki bir lâhzada insanı zeminden feleklere yükseltir.
Peygamber efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Senin düşmanlarının en düşmanı, en şiddetlisi iki tarafın arasında bulunan nefistir.”

[2]
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”

[3]
Sıdk ve ihlâs ile ve bir daha işlememek şartı ile tevbe edenlerin tevbesi kabul edileceği gibi seyyieleri hasenâta tebdil olunacaktır.
Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem ashab-ı kiram ile bir gazveden gelmişlerdi. Buyurdular ki: "Hayırlı bir geliş geldiniz. Küçük cihaddan büyük Cihada geldiniz.” Dediler ki: "Büyük cihad nedir ya RasûlAllah?” Peygamberimiz cevaben şöyle buyurdular: "Kulun nefsi ve hevası ile cihad etmesidir.”

[4]
Nefis tezkiyesi için yapılan riyâzatın dört esâsı vardır. Az yemek (kıllet-i taam) az uyumak (kıllet-i nevm) az konuşmak (kıllet-i kelâm) ve halvet.
1- Az yemek (kıllet-i taâm): İnsan nefsini azdıran şeylerin başında yeme içmede sınır tanımamak gelir. Yemek ve içmekten başka nimet bilmeyenin ilmi az, sıkıntısı çok olur. İrfan ehli kişiler az yemek ve az içmekle vücuttaki faydasız şeyleri atarlar. İnsanın amacı suflî duyguları harekete geçiren yeme ve içme peşinde koşmak değil, ulvî duygulara yardımcı olacak kadar yemektir. Nitekim Kur’an’da:
"Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez”[5] buyurulur.
Hazret-i Peygamber ve ashâbının çoğu zaman oruçlu bulunmaları, tasavvuf ve tarikat ehli için dayanak olmuştur. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem "İnsanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter” [6] buyurmaktadır.
2- Az uyumak (kıllet-i nevm): Az uyumak Allah’a dönüşün ifâdesidir. Çünkü uyku organları tembelleştirir. Az uyumak ise, kalbi cilâlandırır, nurlandırır. Az uyumak açlık ve az yeme sonucu elde edilir. Çünkü tok karın uykuyu artırır.
Cenâb-ı Hak Teâlâ peygamberimiz hakkında şöyle buyuruyor:
"Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.”

[7]
Hazret-i Peygamberin gelmiş geçmiş bütün günahlarının bağışlandığı halde gece az uyuyup kalan zamanını ibâdetle geçirmiş ve bunu şükredici bir kul olarak yaptığını ifade buyurmuştur.
Kur’an’da geceleyin yatağından kalkıp Rablerine korku ve ümitle dua edenler övülür. Rasûlullah efendimize teheccüd namazı emredilmiştir. Peygamberimiz ise, teheccüd namazını ümmetine tavsiye etmiştir. Az uyumak hem bedene hem de ruha rahatlık verir. Uykuda ölçü vücudun dinlenmesine yetecek kadar olanıdır; vücuda eziyet olacak bir uykusuzluk değil.
3- Az konuşmak (kıllet-i kelâm): Konuşmak insanın fazîletidir. Fazlası ziyân, azı vakar ifadesidir. Az konuşan kınanmadığı gibi itibârı da çok olur. Çok konuşmak kişinin ayıplarını ortaya koyar ve küçültür, dilini tutanın günahları az, kalbi rahat olur.
Ukbe bin Âmir, Rasûl-i Ekrem’e kurtuluş çaresini sorduğunda şu cevabı almıştı: "Dilini tut, evin geniş olsun ve günah ve hatalarına ağla.”[8]
Allah insana iki kulak bir ağız verdiğine göre insanın iki dinleyip bir söylemesi esastır. Kur’anın ilk emri "oku” olduğuna göre konuşmak değil ilme sarılmak gerekir.
4-Halvet (Uzlet) ve Çile: Halvet tasavvuf ıstılahında tarikata giren bir müridin muayyen bir zaman sonra şeyhinin emriyle insanlardan uzaklaşarak tekkelerin çilehâne veya halvethâne denilen özel bir bölümünde inzivâ hayatı yaşaması, kendini Hakka vermesidir. Halvetin gâyesi kalpten masivâyı çıkarmaktır. Gönlü ağyardan temizlemek, Hakk’ın sayısız nimetlerini düşünüp şükretmektir. Halvet ve çilenin kırk gün olmasının Kur’an ve Sünnet’ten mesnedleri vardır.
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
(Bana ibadet etmesi için) Musa’ya otuz gece vâde verdik ve ona on gece daha ilâve ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu.

[9]
İbnu Abbâs radıyAllahu anhümâ anlatıyor: "Rasûlullah aleyissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim kırk sabah Allah’a ihlâslı olursa, kalbinden lisanına hikmet çeşmeleri akmaya başlar.”

[10]
Cenâb-ı Hak Hâdi-i Mutlak hazretleri kendi hikmetiyle zâtının sırlarını görünmeyen semâsından tabiat-ı küllîye olan arzına indirip, isim ve sıfatlarının husûsiyetlerini izhar etmek için o eser nutfelerinin incisini sadefinin içinde gizlemiştir. Fakat nefsinin karanlıklarına gömülen insanlar yaratılışından evvel nail olduğu değer ve faziletini unutarak dünyaya ve nefsin şehvetlerine cânı gönülden meyledince hayvanlık sıfatına yönelmiş; âbâ ve ecdadlarını katiyyen hatırlarına getirmeyip başlangıç ve sonlarıyla ilgilenmeyip tamamıyla unutmuşlardır.
Sonra Cenâb-ı Hak onları bu gaflet uykusundan uyandırıp onlara hidâyet yolunu göstermek, iç ve dışlarını temizleyip günahlarından arındırmak için peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Tâ ki beşerî karanlıklardan, nefsin kötülük ve arzularından kurtulup gönül âleminde ilâhî kandilleri yansın ve orayı aydınlatsın. Böylece içlerindeki şehvet arzularını, kötülük ve hainliklerini görüp anlayabilsinler. Üzerlerindeki nefsânî kötülükleri terkedip nurlar âlemini keşfetmeye çalışsınlar. Ve ilk asırlarını hatırlayıp ona dönerek arzu ve istekte bulunsunlar.
Evliyaullah buyurmuşlardır ki: İnsanın cesedinde iki ruh vardır. Bunların birine hayvanî, diğerine insanî ruh demişlerdir. Onların hayvanî ruh dedikleri lâtîf cevher insan vücudu içerisinde bir buhar-ı zulmanî olup bedende olan hayat, his ve iradî hareketleri taşır. Bu ruha nefs-i behimiyye, yani hayvanî nefs denir.
İnsan ruhu denilen cevherse nefs-i nâtıkadır ki bu maddeden ayrı bir cevher sayılmıştır. Lâkin kendi fiil ve hareketlerinde maddeye yakın ve onunla beraberdir. Ve ancak bu nefistir ki levvâme, mülhime, mutmainne, râdiye, mardiye ve sâfiye adlarıyla adlandırılmıştır. Bu nefs acaba ne çeşit sıfatlarla sıfatlanınca bu isimlerden biriyle anılıyor?
Eğer nefs-i nâtıka şehvânî nefsin her dediğini yapar, ona itaatli olur her hâliyle ona uygun hareket eder ve onun hükmü altında bulunursa buna nefs-i emmâre denir.
Eğer şehvanî nefsin verdiği emirleri sükûnetle karşılar, Allah (c.c)’na bağlı olur fakat yine kendinde fâni şehvetlere meyil olursa ona levvame nefs denir.
Eğer bu meyil yok olmuş, şehvanî nefisle mücadelede metanet göstermişse ve kendi iç âlemine dönüp ilham almaya kabiliyet kazanmışsa buna da nefs-i mülhime denir.
Eğer şehvanî nefsin hükmü altından çıkıp ubudiyet makamına yükselmiş ve ızdırapları dinmişse, helâlı dışında bütün şehvetlerini tamamen susturmuş ise buna da nefs-i mutmainne denir.
Eğer bu makamdan ilerleyip bütün makamları gönlünden atmış arzu ve isteklerinden vazgeçip her şeyden fânî oldu ise buna da nefs-i râdiye ismi verilir.
Eğer bu hâli kemal derecesini bulursa Allah indinde makbul olur. Ve insanların yanında kalplerin sevgisini kazanmasıyla hürmete lâyık olur. Buna da nefs-i mardiyye adı verilir.
Bütün arzu, istek ve varlıklardan soyunup Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarıyla muttasıf olup kendisine manen hilat giydirilip irşad maksadıyla insanlar arasına gönderilirse buna da nefs-i sâfiye denir.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene. Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim "

[11]
Bir kutsî hadiste Cenâb-ı Allah buyuruyor:
"Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben de ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşırsa ben de ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak varırım.”

[12]
Böylece onun lûtfu onları öyle bir cezbe ile huzura çekmiştir ki onları âdet ve tabiatlarından tamamen uzaklaştırmıştır. O cezbe ile onlar yine Hazret-i Ehadiyyete gitmişlerdir. Kendi sıfatlarını onun sıfatlarında mahvetmişlerdir. Zira onlar tam kullukla sıfatlanmış olduklarından onun rububiyetinde hiçbir anlaşmazlık kalmayıp onunla mutmain olmuşlardır.
Nefs-i emmâre, günah-ı kebaîre irtikâbiyle me’luf olur. Ferâiz-i İlâhîyye’yi terk eden kalp nur-ı ilâhîden mahrum olup zulmette kalır. Kalbine havf-i İlâhî gelmez. O kimse kötülüğü arzu edip günah işlemekle muhakkak zarar görüp hâib ve hâsir kalıp mahrum ve hüsran olmuştur.
Bu sâliklerin seyr-i sülûkunda vâsıl-ı ilAllah olmak için yedi makam vardır. Bu makamlar da şunlardır:
Ağyarın zulmet makamı olup nefs-i nâtıka, EMMÂRE adını almıştır.
Nurlar makamı olup bu nefis orada LEVVÂME adını almıştır.
Esrâr makamı olup bu nefis o makamda MÜLHİME adını almıştır.
Kemal makamı olup bu nefis de o makamda MUTMAİNNE adını almıştır.
Kavuşmak makamı olup bu nefis orada RÂDİYE adını almıştır.
Fiillerin tecellileri makamı olup bu nefis de MARDİYYE adını almıştır.
Sıfat ve isimlerin tecelli makamı olup bu nefis SÂFİYE adını almıştır.
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”

[13]
Cenâb-ı Hak Hazretleri, küdsiyyü’l-sıfat bir racul-i salih, bir veli kulunu, kullarını irşad için gözler önüne koymuştur. Ulûm-ı zâhiriyeyi tedris ve talim için her zaman âlimler yetiştirmiş olduğu gibi ulûm-ı bâtıniyeyi tâlim için de hiçbir zaman ehlullahı eksik buyurmamıştır. Bu manevî yola girmeyi istemeyen nefs-i emmâre sahibi kullara karşı, Allah’ın bir hucceti olmak üzere, icâzeti tevâtürle sâbit bulunan, ârifi billah olan velisini insanlar arasında ivazsız, garazsız ve bir menfaât mukâbilinde olmayarak, li vechillah Hakk yoluna, şeriat-ı mudahharanın emirlerine davet eden kimsedir. Bedenî hastalıklardan şifayâb olmak için bir tabibin teşhis ve tedâvisine ihtiyacın lüzûmu bilindiği gibi kibir, hased, hubb-i dünyâ vesâir emraz-ı kalbiyenin tedavisi için, bir hâzik tabibin tedavisine daha ziyade ihtiyac olunduğundan, bir kulun, sayü gayretle çalışarak insanları salâhî hâle teşvik ve tergib edip Allah’ın emrini kullara tebliğ etmesi lâzımdır.
İşte bu hikmete mebnî Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz hazretleri, Hz. Ali (k.v.) efendimize; "Yâ Ali! Senin delâletinle Cenâb-ı Allah’ın bir şahsı hidâyete ulaştırması dünya ve mâ-fî-hâ’nın senin olmasından daha hayırlıdır”[14] buyurmuştur.
Cenâb-ı Hak buyurdular ki:
"Ey iman edenler! Samîmi bir tevbe ile Allah (c.c)’na dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nûrları aydınlatıp gider de, "Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin” [15] derler.
Peygamberimiz sallallâhu aleyhi vesellem: "Günahdan tevbe eden hiç günahı olmayan kimse gibidir”[16] buyurmuştur.
Tevbe eden kimse Cenâb-ı Hakk’ın dostudur. Çünkü Allah’ın hidâyet ve inâyet ettiği kimseye bir işaret kâfî gelir. İcmâ-i ümmete göre tevbe etmek vâciptir. Çünkü yasak edilen şeyleri terk etmek ve emrettiklerini devamlı yapmak kulların üzerine borçtur. Şer’an tevbenin mânâsı ma’siyyetten itaate rucûdur. Tevbe, bütün makamatın esası, cem’î hayratın anahtarı, cümle menâzilin kalbi, bütün muamelatın aslıdır. Bundan dolayı sofiye meşâyihi ona "bâbü’r-rahme” vasfını vermişlerdir ki, kurb-ı ilâhî mertebelerinin ilkidir. Mağrib tarafından tevbe kapısı, insanlar için kıyamete kadar açıktır.
Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği bir hadiste: "Bir kimse güneş mağribden doğmadan evvel tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder”[17] hadisi ile, Hz. Ömer’in "tevbe kapısı nedir!” sualine cevap olan "Tevbe kapısı, mağrib cihetinin ardındadır. Onun altından iki kanadı vardır ki, inci ve yâkut ile murassâdır. İki kanadın arası suratle giden bir süvarinin gidişine göre kırk senelik yoldur. Allahu Teâlâ onu yarattığından beri, açık durmaktadır. Güneş mağribden doğuncaya kadar açık duracaktır.”[18] Hadisine işarettir.
Ebu said el-Hudrî (r.a)’dan Nebî sallallâhu aleyhi vesellem Efendimiz hazretlerinin şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: "Benî İsrail içinde bir kimse vardı. O doksan dokuz insan öldürmüştü. Sonra bu adam evinden çıkıp o zamanın büyük alimlerine bu cinâyetlerinin tevbe ile af imkânını sormağa başlamıştı. Önce bir rahibe varıp sordu ve "Acaba benim için tevbeden istifade imkânım var mıdır?” dedi. Rahip: "Hayır yoktur” diye cevap verdi. Bu menfî cevap üzere katil o rahibi de öldürdü. Sonra bu adam yine sormağa başladı. Sorduklarından bir kişi ona: "Sen, Nusrat köyüne ve oradaki mabede git, orada bir takım insanlar Allah (c.c)’na ibadet ederler. Sen de onlarla beraber Allah (c.c)’na ibadet et, günahlardan tevbe eyle ve bir daha da memleketine dönüp gitme. Çünkü orası kötü bir mıntıkadır.” dedi. Katil Nusrat köyüne yönelip giderken yolun tam ortasında (Eceli geldi) ölüm erişti. Tevbekâr olmak için gideceği köye doğru göğsü ile yönelerek öldü. Şimdi Rahmet melekleri ile azap melekleri muhâsamaya başladılar. Rahmet melekleri: "Bu tevbeye niyet ederek ve kalbi ile Allah (c.c)’na yönelerek geldi” diyorlardı. Azap melekleri de: "Bu adam asla hiçbir hayır işlememiş” diyorlardı. Bu sırada insan suretinde bir melek geldi. Bu meleği hakem tayin ettiler. O da dedi ki: "Şimdi siz buradan itibaren geldiği köyün mesafelerini ölçüp birbirine tatbik ediniz. Adamın öldüğü bu yer hayra yöneldiği yere yakınsa Rahmet melekleri götürsün!” Bunun üzerine Allahu Teâlâ ve tekaddes hazretleri tevbe için gideceği köye: "Biraz yaklaş” diye ve müteveffanın kendi köyüne de: "Biraz uzaklaş” diye vahyeyledi. Rahmet ve azap meleklerine de: "Haydi şimdi her iki tarafı da ölçerek ikisi arsındaki mesafeyi mukayese ediniz.” diye emretti. Mücrim tevbe köyüne bir karış daha yakın bulundu ve bu cihetle mağrifet olundu.”

[19]
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

"…Rahmetim ise her şeyi kuşatır…”

[20]
Rivâyet edildiğine göre bedevî bir a’rap Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellema gelerek: "Mahlukâtı hesaba çekecek kimdir ya Rasûlullah?” diye sordu. O da "Allah Teâlâ ve Tebâreke hazretleridir” cevabını verince; "Bizzat kendisi mi?” diye sordu. Peygamberimiz "evet” dedi. Bedevî: "Muhakkak, Kerîm olan, güçlü olunca affeder, hesaba çekince de müsahama gösterir”[21] cevabını verdi.
Cenâb-ı Hak hadis-i kutsî’de şöyle buyuruyor:
"Benim rahmetim gadabımı sebgat etmiştir.”

[22]
Ey sâlik! Ehlullah tevbe hakkında şöyle buyurmuştur: "Benden inâbe tevbesini mi yoksa isticabe tevbesini mi soruyorsunuz?” dedi. Soran kişi de "İnâbe tevbesi nedir?” şeklinde sordu. "O Allah’ın senin üzerindeki kudretinin büyüklüğünü hissederek O’ndan korkmandır.” Cevabını verdi. Aynı zât; "İsticabe tevbesi nedir?” diye sorduğunda da; "Cenâb-ı Hakk’ın sana olan yakınlığını yürekten duyarak O’ndan korkup ürpermendir.” Cevabını verdi. İsticabe tevbesi bir kulda gerçekleştiği zaman, o namaz kılarken kendisini meşgul eden, Allah’ın dışındaki herşeyden istiğfar eder. Bu tevbe kurb ehlinin bâtınları için mutlak lâzım olan bir tevbedir. Avamın tevbesi günahtan, ebrarın tevbesi gafletten, mugarrabinin tevbesi de bir lahza Allah’ı unutmaktandır. Peygamberlerin tevbesi ise ümmetlerinin mağfiret olunması içindir.
Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem Hazretleri: "Bir kimse kalben ve ceseden ‘Estağfirullah’ zikr-i şerîfine devam ederse Cenâb-ı Allah, o kimsenin gamlarını feraha üzüntülerini sevince ve müzayakasını vüs’ate tebdil ile darlığını genişliğe çevirerek me’mûl olunmadık umulmadık bir taraftan kendisini merzûk eder (rızıklandırır)”[23] buyurdu.
Arifi billah "Verânın tamam olması için on şart vardır” buyurmuşlardır.
Gıybetten hıfz-ı lisan
Sû-i zandan ictinâb etmek
Kimseyle alay etmemek (istihzâyı terk)
Haramdan gözünü muhâfaza etmek
Her zaman doğru sözlü olmak
Kibir ve ucubdan sakınmak
Allah’ın verdiği nimetlere hamd ve şükür etmek
Malını Hak yoluna infak edip bâtıla israf etmekten kaçınmak
Namazları devamlı ve huşû ile kılmak
Şeriat ve sünnetten ayrılmamaktır
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "Kalbinde hardal tanesi ağırlığında imanı olanı cehennemden çıkarın. Sonra da izzetim ve celalim hakkı için gece ve gündüz bir an bana iman edeni bana iman etmeyenle bir tutmam”[24] buyuruyor.

[1] Yusuf Suresi, Âyet 53

[2] Kenzul Hakaik, Beyhâki

[3] Furkan Suresi, Âyet 70

[4] El Hatib, tarihinde, Cabir (r.a)’dan rivâyet etti.

[5] Âraf Sûresi, Âyet 31

[6] Hadis-i Tirmîzi

[7] Fetih Sûresi, Âyet 2

[8] Hadis Buhârî

[9] A’râf Sûresi Âyet 142

[10] Câmiu’s-Sagîr, Feyzu’l-Kadir 6

[11] Şems Sûresi, Âyet 7-8

[12] Müslim, İbni Mace, Edep: 58

[13] Furkan Sûresi, Âyet 70

[14] Hadis Sahih-i Buhari, c.5, s.77

[15] Tahrim Sûresi, Âyet 8

[16] Ebû Dâvud, İbni Mâce c.2, s.1421, h.no 4250

[17] R. Salihin cilt.1 sayfa. 21 hadis. no 17

[18] Ramus cilt. 1 sayfa. 242-2

[19] Hadis Buhari, İbni Mâce,

[20] A’raf Sûresi, Âyet 156

[21] Ebu Davud, İbni Hanbel

[22] Hadis-i Kudsî, Müslim

[23] Tac Terc. c.5, s.270, H.No: 478

[24] Hadis-i Kutsi, Buhari, Tac. Terc. c.5, s. 722, H.No: 1124


Cevap: nefs nedir? nefsi emmare ve nefsin mertebeleri

Hoca
1- Nefs-i Emmâre: Allah’ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir.

2- Nefs-i Levvâme: Allah’ın emirlerine bazen uyan, bazen uymayan, işlediği günahlardan dolayı üzülen ve sevaplardan dolayı sevinen nefistir.

3- Nefs-i Mülheme: Mümkün mertebe Allah’ın emir ve yasaklarına uyan nefistir.

4- Nefs-i Mutmainne: İmân esaslarına inanan, İslâm’ın emir ve yasaklarına uyan, bu konularda hiç bir şüphe ve tereddüdü olmayan, neticede Allah ile manevî bir bağ kuran ve bunun lezzetine ulaşan nefistir.

5- Nefs-i Radiye: Her yönüyle Hakk’a yönelen, Allah’tan gâfil olmama şuuruna eren ve O’ndan razı olan nefistir.

6- Nefs-i Mardiyye: Bütün benliği ile Hakk’a teslim olan ve böylece Allah’ın kendisinden razı olduğu nefistir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1970, VIII, 5817).

7- Nefs-i Kâmile: Bütün kötülüklerden sıyrılıp manevi olgunluğa eren nefis. Bu mertebeye erişen bir kişinin bütün sıfatları güzeldir ve her hali ibadet sayılır (Süleyman Uludağ, Kuşeyri Risalesi tercümesi, s. 222, 277, 290).


Mefsı emmareye düşen befıs, nesf-si emmare

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();